SinemaRöportaj

Kıvanç Sezer: “Ankara’da film çeksem kışın çekerdim”

Henüz vizyona girmeden yurt içi ve dışından birçok ödül alan Kıvanç Sezer’in ilk uzun metrajlı filmi Babamın Kanatları‘nın Ankara galası 25 Kasım – 1 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen 22. Gezici Festival kapsamında yapıldı. Filmin Ankara doğumlu, yönetmen ve senaristi Kıvanç Sezer’le gösterim öncesi çok samimi bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisiyle Aspava’dan Barış Bıçakçı’ya, Babamın Kanatları ile başladığı üçlemesinden kentlerin betonlaşmasına kadar birçok konuya değindiğimiz sıcak sohbetimiz için sözü kısa kesiyoruz:

lavarla-kivanc-sezer-roportaj



Ankara’ya geldikçe dışarı çıktığınızda nerelere giderdiniz, gidiyorsunuz?

Nefes’e, Eskiyeni’ye, Sakarya’da bira içilen mekanlara giderdik. İlk geldiğim zamanlarda Tunalı falan yeni yeni canlanıyordu ama son zamanlarda geldiğimde Tunalı’ya da gidiyorum.

Aspava’ya gittiniz mi daha önce? Gittiyseniz İstanbul’daki Büfe Kültürü mü Ankara’daki Aspava Kültürü mü?

Evet gittim. Aspava kesinlikle daha iyi. İkramları güzel. Neydi açılımı?

Ankara’da çekilen filminiz de dahil kısa filmlerinizi izlemek isteyenler neler yapmalı?

O kısa filmler denemeydi aslında, çok da iyi olmayan filmlerdi. Benim açımdan kendimi denediğim filmlerdi. İçinde bulunduğum kısa filmler oldu ama sayarken iki kısa filmim ve bir belgeselim var diyorum. Ankara’da çektiğimiz kısa film Heykelin Düşü de o saydıklarımdan biri, onu bulabilirsiniz sanıyorum.

Ankara sinematografik açıdan verimli mi sizce?

İstanbul’un büyük bir kısmı ve Türkiye’nin bütün şehirleri artık birbirine benziyor. Ankara’yı da buna dahil edebiliriz belli ölçüde, yani Ankara’nın periferinde sizi belli bir yere koysak orası Malatya da olabilir Adana da olabilir. Şehirlerin mimarisini özgün olmaktan çıkardılar son 30-40 senedir. Dolayısıyla bütün şehirlerin benzer oranda sinematografik olduğunu düşünüyorum. Tabii Kapadokya, tarihi yarım ada gibi özgün yerleri ayrı tutuyorum.

Ankara’da mesela Seyfi Teoman Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i çekti, sinematografisi oldukça iyidir. Sinematografi benim için tek başına güzel görüntüler, güzel doğa demek değil. Anlatılan öyküyle yakından ilişkili, mesela bürokrasi veya devlet üzerinden bir film çekseydim Ankara’yı düşünürdüm.

Peki Ankara’da bir film çektiğinizi varsayalım, karakterinizi Ankara sokaklarında uzun bir sekansta yürütüyorsunuz. Nasıl bir müzik yerleştirirdiniz ve mevsim ne olurdu?

Bir kere Ankara’da kışın çekerdim, yani yazın Ankara’da ışık doğru değil. Yürüme sekansına da, kış olduğunu varsayarak, Chopin olabilirdi. Ayzenştayn’ın bir önermesi var ben de katılırım o önermeye; filmde kullandığınız enstrümanlarla filmdeki mimari malzeme birbirine yakın olmalı der. Babamın Kanatları’nda mesela rock müziği kullandık çünkü inşaattaki malzemelerle enstrümanlar benzeşiyor. Dolayısıyla Ankara’ya klasik müzik giderdi.

lavarla-kivanc-sezer

Türkiye Sineması’nın biraz daha sıradan, yani her zaman gördüğümüz ama dikkatimizi yöneltmediğimiz insanların hikayelerine yöneldiğini görüyoruz. Bunun nedeni nedir sizce?

Türkiye Sineması’nın içinde yaşadığımız sistemi, zorlukları, mücadeleleri karşılayacak bir noktaya geldiğini düşünmüyorum hâlâ. Yaşadıklarımıza kıyasla çektiğimiz filmler çok küçük bir alanı oluşturuyor. Ama sanat filmi dediğimiz filmlerde bireyin yalnızlığı, sanatçının buhranları falan gibi meselelerin hala daha yoğun işlendiğini görüyorum. Ama zıttı örnekler de var; bizim film, Toz Bezi, Kalandar Soğuğu, Zerre gibi. Türkiye’de emeğin ve emeğin karşılaştığı zorlukları Belçika’da Dardenne’lerin, İngiltere’de Ken Loach’un, Fransa’da Laurent Cantet’in anlattığı biçimde görünürleşmediğini ve çok daha açık bir şekilde görünürleşmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir röportajınızda İran sinemasına selam çakıyorsunuz. Sizce hikayenin coğrafyası olur mu? Doğu hikaye konusunda daha mı bereketli?

Genelleme yapmayı sevmiyorum ama Batı insanı, yani Batı kültüründe yetişen insan, özellikle Avrupa merkezli konuşuyorum, daha rasyonel hareket ediyor. Hayatında daha rasyonel kararlarla hareket ediyor. Doğu insanıysa, Türkiye’den başlayıp Doğu’da istediğimiz yere kadar götürebiliriz, daha duygusal hareket ediyor.  Bu bir fark yaratıyor. Ve bu farkı sinemada Doğu insanını ele alma biçimi anlamında baktığımızda tam karşılanamadığını düşünüyorum.

Doğu sineması kendi karakterlerini insanının o duygusallıkları üzerinden yaratıyor. Batı kültürüne yetişmiş sinema eleştirmenleri, seyircisi onu izlediğinde anlayamayabiliyor. Halbuki biz izlediğimizde anlıyoruz, hissediyoruz. İşte bu perspektifte İran sinemasının içinden Kiarostami gibi, Farhadi gibi ve Mecidi’yi de katabiliriz buraya, böyle yönetmenler çıkıp doğu insanını anlatma meselesini çok iyi üstleniyorlar. Onun için İran sinemasını hem seyirci olarak çok seviyorum hem de kendime örnek olarak alıyorum.

Üniversite öğrencisiyken çalıştığı inşaattan düşerek vefat eden Ömer Çetin’in  anısına yapılan filmin senaryosunu yazmaya nasıl karar verdiniz? Ne zaman yazmaya başladınız?

2010 yılında gazetede Ömer Çetin’in haberini okudum, bu haber beni çok etkiledi. İstanbul’da bir üniversite öğrencisi hem de edebiyat öğrencisi harçlıklarını çıkartmak için şantiyede çalışırken düşüp ölüyor. Bir yoksulluk hikayesi, inşaat işçilerinin çoğu yoksul. Haberi okuduktan sonra inşaat işçileri üzerine araştırma yapmaya başladım ama film yapma fikri 2012 yılında kafamda oluşmaya başladı. İlk başta bu konuda film yapmaya cesaret edemedim, onlardan birisi olmadığım için iyi yapabilir miyim, bana mı düşer bunu yapmak tedirginliklerini yaşadım. Sonra fark ettim ki çok farklı değil hikayeleri, set işçileri, maden işçileri aynı şekilde istihdam ediliyor, aynı güvencesizlikle, aynı risklerde. 3 yıllık bir çalışma sonucunda 2015 Kasım ayında filmi çektik.

lavarla-kivanc-sezer-2

İlk uzun metrajlı filminizden bu kadar büyük başarı bekliyor muydunuz?

– Evet festivallerden bazı ödüller aldık ve mutluluk verici. Ama benim için asıl başarı bu hikayeyi insanlara ulaştırabilmek. Bunu yapabilirsek şayet asıl başarının bu olduğunu düşünüyorum. Gişe geliri anlamında da söylemiyorum bu arada. Geniş kitleye ulaşmak şu açıdan önemli. Diyelim ben bir film yaptım 5 bin kişi izledi ve 5 bin kişi de festivallerde izledi. Belki sonradan 20 bin kişi de korsandan izledi diyelim. 80 milyonluk Türkiye’de 30 bin kişi izleyince yönetmen kendisine “Ben niye yapıyorum o zaman bunu? “ diye sorar ve bu çok umutsuzluk verici bir şey. O yüzden benim için başarı sayılabilecek şey insanlara ulaşmak. Bekliyor muydum kısmına gelecek olursak, evet bekliyordum. Çünkü her yönetmen yaptığı filmin iyi olduğunu düşünür ve her zaman başarı bekler.

Filmin ilk gösterimi Avrupa’da yapıldı. Türkiye’ye göre oradaki işçilerin daha güvenli koşullarda çalıştığını söyleyebiliriz. Yurt dışındaki gösterimlerde anlatılan hikayeyi anlayabildiklerine inandınız mı?

– Evet, filmin ilk gösterimi Karlovy Vary Film Festivali’nde yapıldı. Karlovy’de, Brezilya’da Fransa’da hep aynı soru soruldu diyebilirim. “Sizde iş yasası yok mu?”  Var ama denetlenmiyor ve düzgün uygulanmıyor diyorum. Aslında baktığımızda Türkiye’nin yasaları oldukça ileri. Karlovy Vary’de izleyicinin bir kısmında bu adam da abartmış bu kadar da olmaz düşüncesinin uyandığını hissettim. Ama baktığımızda Güllük’te 6 işçinin zehirlenmesi, Davutpaşa,  Marmara Park burada olanlar akıl alır gibi değil. Çok küçük önlemlerle ölmeyecek insanlar ölüyor. Bu durum, bende insan hayatının değerinin olmadığı düşüncesini uyandırdı. İşçiler de kan parası meselesi üzerinden kendi değerlerini, ‘ben ne kadar ederim’i düşünüyorlardır. Geldiğimiz noktada bir insan olarak değil ederi kadar davranılıyor. Türkiye’de bu konular bilindiğinden film daha çok ilgi gördü.

Üçlemeniz bu yoldan mı devam edecek?

Tam bu yoldan devam etmeyecek. Babamın Kanatları konutlaşmayla ilgili, mesela Esenboğa’dan gelirken bina görüyorsun ve başka bir şey yok. O zaman şu soruyu soruyorsun kendine; kim bu insanlar? İstanbul’da Halkalı’ya, Beylikdüzü’ne gittiğim zaman bu soruyu soruyorum. Ve cevabını bilmiyorum. Sadece o evler için uzun süreler kredi ödediklerini biliyorum. Ama o evlerin yapımında nelerin döndüğünü de biliyorum. Bu perspektifi genişletebilecek bir üçleme tasarladım; Babamın Kanatları konut inşaatındaki inşaat işçisinin hikayesiydi. İkinci film o konutlardan ev alan beyaz yakalı bir çiftin hikayesi olacak. Üçüncü film ise o konutları yapan müteahhittin hikayesi olacak. Böylelikle de 2010’ların Türkiye’sindeki bu konut rantını ve ekonomik çarkı üç filmde birbirinin içine geçirerek göreceğiz.

İkinci film bir yönüyle de Barış Bıçakçı’nın Sinek Isırıklarının Müellifi kitabını hatırlatan bir film olacak. O da Ankara’daki toplu konutlarda yaşayan bir çiftin hikayesini anlatıyordu.

Bu üçlemeden sonra da toplumsal sorunlar üzerine film çekmeye devam edecek misiniz? Bu konuda etkilendiğiniz başka bir konu oldu mu?  

Greif direnişi beni çok etkilemişti. İstanbul’da çuval üreten bir fabrika ve fabrikanın içerisinde 50’ye yakın taşeron şirket var. İşçiler baya kötü koşullarda çalışıyor. İşten atılan bir işçiyi, geri aldırabilmek için başlayan hareket giderek organize bir hale geliyor ve taşeron sistemini kaldırmak için fabrikayı ele geçiriyor. Fabrikada farklı siyasi görüşte işçiler komiteler kurmuşlar ve müthiş bir dayanışma örneği vardı. Birkaç defa oraya gidip gelmiştim. Onlara destek videosu filan da çekmiştim. Beni çok etkilemişti. Hani onunla ilgili bir film çeker miyim derseniz bilemiyorum. Türkiye’de konu olarak baktığınızda zibil gibi konu var diyebilirim. Şu an da tam kestiremiyorum şu konuda filmler yapacağım diye. Önceliğim üçlemeyi bitirmek.

Filmin festivallerde çok ses getiren müziklerine de değinecek olursak Bajar ile bir geçmişiniz var mıydı? Sizce neden bu kadar ses getirdi?

Vallahi neden bu kadar ses getirdiğini bilemiyorum. Beğeniyor insanlar ne güzel. Ben filmin senaryosunu yazarken sürekli Bajar’ın iki albümünü dinliyordum. Mesela onların Amele(Emele) diye bir şarkısı vardı. Doğrudan bu meseleyi anlatıyor. Filmin müzikleri ile ilgili birgün dedim ki ya aslında rock soundu benim filme çok uyar. Bajar da Kürtçe Rock yapan bir grup. Sonra Vedat (Yıldırım) ile konuştuk. Sıcak karşıladılar. Çünkü aslında onlar da bu tür hikayeleri önemseyen bir grup. Filme bir şekilde duygu ve coşku kattı. Kafamızda devamı için güzel bir proje var ama ne zaman yapabiliriz bilemiyorum.

İnşaat işçilerine bir gösterim yapmayı düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum. İstanbul’da vizyon sırasında da ve vizyon sonrasında da gösterimleri yapacağız. Biz mesela kurgu aşamasında da şöyle bir şey yaptık. Kurguyu bitirdikten sonra ofiste bir halk günü yaptık. Toplumun farklı kesimlerinden oluşan 20-25 kişilik bir gruba ham kurguyu izlettik ve devamında filmle ilgili bir anket dağıttık. Oradan gelen eleştiriler üzerine kurguda bazı küçük değişikliklere gittik. Belki de seyirci ödüllerinde onun da etkisi olmuştur. Çünkü ben seyircinin fikirlerine önem veriyorum. Ana akım bir sinema yapmıyorum ama seyirci benim için her zaman çok önemli. Benim için hedef insanların yüreklerine ulaşmak.

lavarla-kivanc-sezer-3

Gezici Festival hakkında neler düşünüyorsunuz?

İzmir’de okurken Gezici Festival’in getirdiği filmlerle sinemayı tanıdım ben. Şimdi çok sevdiğim yönetmenleri, Françoiş Truffaut, Jean-Luc Godard, Ingmar Bergman’ı… O zamanlar bu tür filmleri bulabileceğimiz imkanlar yoktu. İzmir Sanat’ta sabaha kadar süren gösterimler oluyordu. Benim için sinema coşkusunu aşılayan şeylerden bir tanesi olmuştur. Ayrı bir yeri ve önemi var. Yarışmasız bir festival olması, öte yandan bir ağırlığının olması ve her sene illerin değişmesi de güzel bir şey. Ankara’nın başlangıç noktası olması da hoş. Ama umarım festivallerin ötesinde Ankara, İstanbul’un tekelindeki diyebileceğimiz bu sinema düzenini de yıkabilir. Diziler çekiliyor gerçi fakat devamı da gelmeli.

Sizce Ankara için ışık var mı?

Tabii ki var. Bence İstanbul’un dışına çıkmalı artık. Bu Ankara olabilir. İzmir, Antalya, Bursa… Ama kitle olarak baktığımızda sanki Ankara bu diğerlerine göre bir tık öne geçiyor gibi. Hem sanatı talep eden hem de onu üretmek için gerekli ekipmana ulaşım açısından. Nitelikli insan anlamında…

Son olarak tek bir kelime veya cümle ile Ankara size neyi ifade ediyor?

Sonbaharı.


Bu samimi röportaj için Kıvanç Sezer’e tekrar teşekkür edip, Babamın Kanatları‘nın 2 Aralık 2016 (Bugün) vizyona gireceğini hatırlatalım. Ayrıca Gezici Festival’de gösterimini kaçırıp üzülenler için de güzel bir haberimiz var. Kıvanç Sezer, 4 Aralık 2016 Pazar günü Ankara Büyülü Fener Sineması’nda seyirci gününe katılacak. İlgilenenlere duyurulur …

Fotoğraf desteği için Gezici Festival’e teşekkürü bir borç biliriz. Ayrıca Gezici Festival ekibine de teşekkür ederiz.

Söyleşiyi gerçekleştirenler: Ahmet Emre ve Doruk Erdal

Kapak fotoğrafı içinse ink.84‘e teşekkürler. Çizimlerine instagram hesabından, kendisine ise mail adresinden (arkakapak@hotmail.com) ulaşabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın