Aydabir Dergisinin 1935 senesinde yayınlanan 2. sayısında Ankara’ya dair yazılmış ve bir Anadolu kasabasından başkente evriliş sürecinin ilk zamanlarının anlatıldığı -yazarı bilinmeyen- yazıdaki samimi satırlara, kelimelere, cümlelere dokunmadan olduğu gibi aktarmak istedik. Keyifle okumanız dileğiyle.
“…”
Ankarayı Görünüz
Bana diyeceksiniz ki;
Herkesin deniz hasretine tutularak yayladan plajlara sülün gibi süzülüp gitmeğe başladığı günde sen neden herkesi step havası teneffüs etmeğe çağırıyorsun.
Ankara’dan kıyılara doğru akan trenler tıklım tıklım…
Ben size güzel dere boylarında, şatafatlı, eğlenceli, konforlu otellerden söz açmıyorum.
Benim dere kenarında size tavsiye edilecek ne bir gazinom, ne de yaylada sizi yıldızlara ve kızgın göğe karşı barındıracak bir otelim var.
Ben sizi, yazın insan sinirlerini parçalıyan keskin kokulu olgun meyva bahçelerine çağıramam..
Size bir bardak soğuk buzlu su bile veremiyeceğim. Ben sizi bol, keskin, olgun bir güneşle susuzluktan çatlıyan bir toprak arasına çağırıyorum.
Bu yakıcı güneşle bu yanan toprak arasında örs olan bir enerjiyi ve bu enerjinin izlerini(eserlerini) göreceksiniz.
Kıraç tabiatle döğüşen insan zekasını ve kerpiçten betona, el yordamından hendeseye atlıyan en güzel izlerini göreceksiniz.
Bu dekor içinde enerjinin ta kendisi olan Ankara, devrim tezini her kitaptan, her söylevden, her konuşmadan daha iyi anlatıyor.
Burada göreceğiniz yontulmuş bir taş parçası, mala dokunmuş her avuç çimento bir yeni tarihin destanıdır. Hepsi bir şey söyler, hepsinin size anlatacağı vardır.
Onun ruhunu anlamak için, kitap, söz, soluk, resim yetmez.. Bir arı kovanı gibi medeniyetin peteklerini işliyen Ankarayı iş başında görmelidir.
Eski Ankaradan hatıralar
1920 nin kilotlu Ankarası ile pantalonlu Ankara arasında ne büyük, ne akıl almaz bir ayrılık vardır. Kerpiç ve tahta havaleler üstüne yaslanan Ankaradan betonun ve hendesenin konuştuğu bir Ankara doğdu.
Stepten fışkıran hendese, stepten fırlıyan beton, duvar, baca, hayati bir davanın belgeleridir.
Bir büyük arı kovanı gibi daha mütemadiyen peteklenen, Ankaranın her günü iyiye, daha güzele, daha olguna doğru radyo adımlarla yürütüldüğünü görüyoruz.
Eğer fiylozof Heraklit sağ olsaydı, Ankarayı görseydi:
– İnsan Ankaranın profilini ancak bir kere görür, profiller biribiri ardınca kayıp gider, derdi.
Hayat nasıl bir dere gibi akıp gider, ve akan su bir daha geri dönmezse Ankaranın hacmi, yüzü, görünüşü de öylece bir hayat gibi önümüzden akıp gidiyor.
Akıp giden hatıralardır.
Akıp giden bizden, bizim hatıralarımızdan birer parçadır.
Hatıra vardır ki, onu koğmak isteriz.
Hatıra vardır ki, beynimizin içinde bir cehennem gibi boyuna bizi yakar.
Hatıra vardır ki, onun bizi bırakıp gitmesini istemeyiz. Ona bağlanırız. Ona bizi bırakma deriz. Bu hatıranın kollarına bir gönül sarılmıştır. Bu hatıranın gölgesi altında aşk doğmuştur.
Bu hatıranın güneşi altında bir fikir olgunlaşmış, kıvamlanmış bir meyva halini almıştır.
“…”
Aydabir Dergisi, “Ankarayı Görünüz”, 1935, Sayı 2, s. 40-41