KentHafıza

Bir Varmış Bir Yokmuş IV: Ankara’nın, bozkırın ve sonbaharın “hüzünlü” renkleri

24 Ekim 2001’de kaydetmişim bu yazıyı, bilgisayara. Bellek, bilgisayarımın değil benim belleğim, nasıl da şaşkın! Daha bu sabah, Beytepe’de ağaçlara bakarken renklerin farkına vardığımda hatırladım bu yazıyı. Sonbahara övgüler düzdüğümü düşünüyordum, öyle değilmiş.   

Kirli sarı ve gri

Sonbaharı sevmezdim küçükken. Okulların açıldığı mevsimdi. Sonraları şiir yazıyorum diye nedense zorunlu bir bağlılık oluştu aramızda. Şiir yazmayı da sonbaharı sevmeyi de bıraktım açıkçası. Ama yine de kabul etmek gerekiyor, Ankara’da mevsimlerin en güzeli sonbahardır. Bütün bozkır şehirlerinde olduğu gibi güneşin gittikçe eğilen ışıkları yaprakları azalan ağaçların sarılığına çok yakışır. Yağmur uzun uzun yağar. Sıcak bir pencereden bütün bunları seyretmek güzeldir. Dahası Ekim ayı boyunca bazı günler bu peyzajın kahramanı olmak da mümkündür. Soğumuş duvarların arasından çıkıp sokağa, yürümeye başladığınızda, güneş sırtınızı sıvazlar. Ağaçları çok bir sokaktaysanız, bütün hüzünler sizin artık, ayağınızın altında ezilen yaprakların seslerini dinleyin, biraz daha dinleyin, biraz daha: şair olursunuz.

Bırakalım bu edebiyatçıyken yazmayı bırakmış sonra da gazetede bir köşe kapmış emekli şair havalarını, en ukala sesimizle tam da sonbaharın havasına kaptırmışken okur kendini, soralım: Bir şehre sonbahar neden yakışır, neden kış değil yaz değil de bahar, hem de insanın içini baştan sona ayaklandıran ilki değil de, dizlerine kareli battaniye örten ihtiyarlara yakışan sonuncusu? Yaz, elbette suyu olan hatta deniz şehirlerinin mevsimidir. Şehrin yanında yöresinde, karlı doruklarıyla seyredilecek dağlar tepeler yoksa kışın da esamesi okunmaz orada. Tepelerin arasından akıp gelen, geldikçe ağaçların arasında coşkuyla çağıldayan nehirleri, dereleri yoksa bir şehrin, oraya ilkbaharın geldiği sadece üniversiteli gençlerin aşk düşmüş kırmızı dudaklarından okunuyorsa eğer, çiçek açan meyve ağaçları değil de uçuşan dev polenleri  ile kavak ağaçları süslüyorsa orayı, orada sadece sonbaharın renkleri güzeldir elbette. Bu yüzden Ankara sonbahara mahkumdur biraz da. Ona en çok sarı yaprakların ve uzun yağmurların yakışması biraz da gri ile kirli sarının şehri olmasından kaynaklanır. Ne kadar seversek sevelim kabul edelim: Ankara, çirkin ördek yavrusudur.  Bana sorarsanız şirin bile değildir açıkçası. Ama sonbahar bu, geldiği her şehri hüznün tapınağına çevirir. Debbağ bu, en çok sevdiği deriyi döver, döve döve severmiş: Aslında sonbahar her şehre yakışır, ama en çok Ankara’ya.

Mevsimlerden sonbahar şehirlerden Ankara

Öte yandan ben bir şehir olsam, kendime sonbaharın yakıştırılmasına çok üzülürdüm. Hani Ankara’yı düşünürseniz, aslında yepyeni bir şehirdir, yeni olmak için kendini hırpalar durur. Yirmi beş yılda yenilenen binalarıyla üç ayda bir saçlarını boyatıp, gerdanını gerdiren kokana kadınlar kadar yeniliğe, gençliğe düşkün bir şehir. Aslında Cumhuriyet’le yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Ama şehrin yeni olma iddiasının aksine biz tutmuş, doğanın uykuya yattığı sonbaharı yakıştırıyoruz ona. Uykuya yatmak dedim, aslında sonbaharın ölümü çağrıştırdığını bile söyleyebilirim. Lafı şuraya getiriyorum, biz Ankaralıların şehrimize sonbaharı yakıştırmamız altında başka bir ima olmalı. Aslına bakarsanız sonbahar en güzel mezarlıklara gelir!

Kantarın topuzunu kaçırmadan çark edelim: Sonbahar Ankara’da güzeldir çünkü uzundur. Doğu’nun birçok şehrinde ekim dedi mi sobalar yanmaya başlar. Hakkını verelim, Ankara bütün mevsimlerin hakkını verir, kışın başladığı da bellidir, baharın geldiği de. Bu yüzden sonbaharı uzun uzun, bütün evreleriyle yaşarız. Paltolarımızın yakasını kaldırmadan ve ince yağmurlarda ıslanmadan yazdan kışa, sıcaktan soğuğa alışa alışa geçeriz biz Ankaralılar. Ne var ki, bu baştan beri söylediğimiz şu gerçeği değiştirmez. Bütün mevsimlerin bir oyunu vardır sonbahar hariç.  Oyunu olmayan bir şehir oyunu olmayan bir mevsimle birleşince her şey yerli yerine oturuyor. Hoşumuza giden budur.

Şehirden evlere çekilmenin mevsimi

Yaz boyu hızla geçen zaman yavaşlar sonbaharda. Artık akşamlar alabildiğince uzundur. Dışarıdan içeri girer Ankaralılar. Yaz boyu, gri betonların gölgelerine sığınmış olmaktan gerilmiş sinirleri yumuşar. Yazın sevimsiz bir şehirdir Ankara. Şehir olabilmenin hiçbir koşulunu taşımaz. Havanın güzelliğine rağmen olmadık saatlerde yaşam ölür şehirde. Ölmese bile geniş devlet bulvarları ve ızgara sokaklar yaz akşamlarının mekanı değildir. Bundandır Ankaralı yaz boyunca diş bilediği şehrini sonbaharda sevmeye başlar. Bir mevsim devrinde güzelleşen Ankara değildir halbuki. İnsanlar evlerine çekilir. Arkadaşlar evlerde toplanmaya başlar. Birdenbire unutulur bu şehrin hataları. Demliklerle şişeler boşalırken insanlar kendilerine dönerler. Öyle ya arkadaşla dolu bir evin içinde kim uçsuz bucaksız bir manzaranın özlemini duyar? Bundandır, Ankaralının sonbaharı sevmesi bir yanılsamadır.

Ben kendi payıma Ankara’da iki ayı çok severim: haziran ve eylül. Haziranda kimse Ankara’dan kaçamaz, eylülde herkes geri dönmek zorundadır. Şehir hareketlidir ama tatil havasındadır. İşi olan olmayan, herkes bu aylarda şehirde aylaklık yapar, sokaklarda hiçbir yere gitmeden yürür, bir gölgenin altında saatlerce oturur. Sonbahar ise herkesin işine gücüne çekildiği mevsimdir. Düğün dernek kurulmaz, kışın yası sanki peşin peşin ödenir. Ankara, çalışan bir şehirdir, onun için sonbaharda kimliğini bulur: Uzun kollu gömleğini giyer ve pardösüsünü dolaptan çıkarır.

Sonbaharlı yazıya hüzünlü son

Sonbahar hüznü çağrıştırıyor bana. Ankara sonbaharının güzel olması bu şehri mi, bu şehrin insanlarını mı etkiler diye düşünüyorum. Evet, Ankara kendince bir şairler şehridir: Orhan Veli’den Ahmet Arif’e, Cemal Süreya’dan Behçet Aysan’a birçok şair burada yaşamış, çoğu da en azından hayatlarının bir bölümünü burada geçirmiştir. Oysa bir zamanların Alman rasyonalitesine göre işlevler üzerine kurulmuş bu şehir, kaostan olduğu kadar şiirden de çok uzaktır. Edebiyata yakınlığı bu düzenliliğinden kaynaklanır biraz da. Şairleri bile çalışkandır Ankara’nın. Aylaklık yapacak sokakları azdır çünkü.

Açıkçası ben sonbaharı hala sevmiyorum. Okulların açıldığı mevsimdir. Ama işte hep söyleyip yazıyorum. Ankara, içi kirli sarıya dışı griye boyanmış dümdüz bir binadır, okula benzer. Sonbaharın ona yakıştırılması, yakıştıranların onu sevme çabasından kaynaklanıyor. Sonbaharı, değil Ankara’ya nereye gelirse gelsin, yine de sevmem: ayrılıkların mevsimidir. İlk sevgilimden ayrıldığımda, Güvenlik Caddesi’nden aşağı meclis duvarı boyunca yürürken, her yer kirli sarıydı. O rengi bırakın hatırlamayı, hiç unutamıyorum.

Ankara’yı suçluyorum bazen. Oysa her şeyin sorumlusu, sonbahar!


Kapak Fotoğrafı: Osman Ak

1 Comment

  1. “Mevsimin içimizde kurduğu uzlet duygusu eşya ile aramızdaki münasebeti âdeta bir sanat plânına nakletmiştir. Çünkü başka mevsimlerde belki biz şair oluruz, fakat sonbahar, kendisi şairdir.”

Bir Cevap Yazın