Bir zamanlar Ankara’nın ve hatta Türkiye’nin kalbiydi, Ulus. El üstünde tutulur, değeri kıymeti bilinirdi. Şimdilerdeki gibi “Ulus, bee abi! Şaka mısın?” denmezdi ve onun da bir merkezi vardı. Hala var. Doğallık, tazelik, yaşanmışlık kokuyor. Yoğunluğunu ve heyecanını sabahın ilk ışıklarından akşama kadar hiç kaybetmiyor. İğne atsanız yere düşmüyor. Eskiler çok daha iyi bilir. O zamanlar ne süpermarketler ne de AVM’ler vardı. Ankaralılar arabasına, otobüsüne binip şehrin her yerinden buraya gelirdi, sırf daha iyi, daha kaliteli ürünleri alabilmek için. Hem de sabahın köründe… Tıpkı Karanfil Sokak yazısında bahsettiğimiz gibi toplumun farklı sosyoekonomik sınıflarından insanları dakikalar için de olsa yan yana aynı şeyi yaparken görebilirdik. İşte o kadar rengarenk ve güzel bir yerdi bugünkü özlenilenler kuşağındaki durağımız. Eskiler çoktan nerede olduğumuzu anladılar bile. Burası tarihi Ulus Hali.
Ulus Hali, Ankara’nın tabiri caizse en eski alışveriş merkezi ve can damarlarından birisiydi. Tıpkı Köroğlu’nun dediği gibi “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu,” misali, ne zaman süpermarketler ve AVM’ler türemeye başladı. Ulus Hali de işte o vakit değerini kaybetmeye başladı. Halbuki ne kadar güzeldi eski günler! Babamızın veya dedemizin elimizden tutup götüreceği günü iple çekerdik. Ben de gitmeyi çok severdim. Bir düşünün! Çocuksunuz. Süpermarket yok. AVM yok. Kaç yerde görebilirsiniz ki o kadar farklı insan kalabalığını?
Kimileri meyve ve sebze almış elleri poşetlerle dolu, kimileri süt ürünleri alıyor, kimileri balık seçiyor, kimileri en uygun ve en güzeli için hala etrafa bakınıyor, kimileri bağırıyor “Gel Abla! Abi!”, “4 Kilo 5 Milyon!” diye, her yer cıvıl cıvıl, rengarenk, bir taraftan da kendiniz gibi çocuklar ve ellerinde annelerinin ya da babalarının aldığı meyvelerden birisi veya birkaçı.. Bir yandan şaşkın şaşkın kalabalığı anlamaya çalışırken, diğer taraftan da taptaze, lezzetli meyveleri keyif içinde yiyorlar. O zamanlar bir çocuk için ne değişik, ne güzel bir oyun ve eğlenceydi.
Ama günümüzde eski neşesi yok Ulus Hal’in. Ne yazık ki eski müdavimleri de usul usul ayrılıyorlar aramızdan ve eski hal dostlukları da son demlerini yaşıyor. Şimdilerde toplumun bir kesimi ve mutfak işleriyle uğraşanlar dışında uğranmaz oldu bu büyük tarihe. Oysa kökleri Cumhuriyet’in ilk dönemine kadar gidiyor.
1929 yılındaki büyük Tahtakale yangını sonrasında açılan Posta Caddesi’nin doğu ucundaki yapı 1937 yılında Avusturyalı ünlü mimar Robert Oerley tarafından tasarlanıp uygulanmış. Bina, Ulus’u Ulus yapan, canlılığını, dinamizmini arttıran ve her şeyden önce işlevsellik gibi değerlere sahip. Ayrıca zamanın en ileri seviye (göğe doğru açılan betonarme saçaklar) betonarme teknolojisi örneğini yansıtması hala ciddi bir belge değerine sahip. [Goethe Institut]
Eğer ki daha önce hiç hal deneyimi yaşamadıysanız şu anki son haline rağmen mutlaka Ulus Hali‘ne gidin. O yaşanmışlık kokusundan sonra ayaklarınız tekrarını isteyecektir. Buna Ulus’un tamamı dahil.