Menu Kapat
Kapat

Babam Ankara’yı dövüyordu

Pusula Banner
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu

Eski bir Ikarus’un en arkasında ortaokuldan üç arkadaş, hoplaya, zıplaya yol alıyoruz. Bugün okulu kırmışız. Karşımıza çıkan ilk otobüse atlayıp, nereye varacağımızı bilmeden, okuldan uzaklaşmaya bayılıyoruz. Küçüğüz. Ankara’dan biraz korkuyoruz, memurlar, polisler ve askerler var dört bir yanında, çocuklara yer yok.

Öyle düşünüyoruz, hatırlıyorum. Otobüs bir yerde duruyor. Umursamadan körüklü otobüsün arkasında zıplamaya devam ediyoruz, bir an oluyor ki, karşımızdan bize doğru yaklaşan, kır saçlı, kalın gözlüklü, göbekli, mavi gömleğinin yakaları biraz kirlenmiş, kendi ütülemediği belli pantolonuyla, ki bu her zaman belli olur, biri var. Dirseklerimiz birbirine değiyor ve hiç alışkın olmadığımız bir sakinlik çöküyor üzerimize. Üzerimize doğru gelen bu adam, Ankara’ya benziyor, hatta Ankara’nın ta kendisi.

Ikarus’un şoförüymüş. “Son durak gençler,” dedi. “Burası neresi?” diyiverdim. “Siz nereye gidecektiniz?” dedi, “Son durağa,” dedim, kendimden, arkadaşlarımdan ve gençliğimden ödün vermeden. Gururlu bir şekilde otobüsten indik. Cep telefonu yok, gidecek yerimiz de. Şoför arkamızdan uzun uzun baktı, biz yine nereye varacağımızı bilmeden bu kez de tıpkı okula yaptığımız gibi son duraktan uzaklaşarak ilerledik, otobüse binecek para, sinemaya girecek para, yemek yiyecek para, hoşlandığımız kıza çiçek alacak para, yani hiçbir şey için paramız yoktu.

Memurlar şehri Ankara’da herkes biraz tutumlu gibi gelirdi bana, herkes işinde gücünde, öyle boş gezeni bulamazsın ama herkes biraz mahcup, herkes biraz çok şükür. Çok şükür.

Bir dört yol ağzına geldiğimizde fikir çatışmaları başladı aramızda, uzaklaşmak istediğimiz yerden yeteri kadar uzaklaşmıştık, artık varmamız gereken yere karar vermemiz gerekiyordu. Evi yakın olan Ulaş, eve geçti. Hep böyle yapardı, evine en yakın okula gitti, karşı komşusunun kızıyla evlendi, çocuğuna babasının adını verdi. Ulaş böyleydi.

Kenan bir süre benimle Ulaş hakkında konuştuktan sonra yoruldu. Biraz dinlenmek istedi. “Olur”, dedim, kendi kendime söylediğim şeyleri de tırnak içine almam gerektiğini o gün öğrendim. Biraz dinlenmek için oturduk, yoldan geçenleri izliyorduk. Sonra Kenan, Ulaş’a bir şey söylemesi gerektiğini hatırladı birden, özel bir şeyler. Kenan, Ulaş’lara gitti; Kenan, Ulaş’ın alt komşusuydu. Kenan da Ulaş’tan ulaşmayı öğrenmişti. Alçak Kenan.

Kaldım kendi kendime. Biraz sağa, biraz sola baktım. Büyüyünce ne olacağımı düşündüm. Büyüyünce ne olacağım? O zaman çok önemli bir şey söylemiştim, hatta kendime öyle büyük yeminler ettirmiştim ki şimdi hatırlamıyor olmak beni biraz üzüyor. Ama o zamanlar keyifliydi, insan kendine söz verince, nereye gideceğini iyi biliyor. Özellikle Ankara’da, durup bekleyenin olmadığı bir kentte, eğer gidecek bir yeriniz yoksa, çok göze batarsınız.

Öyle ki, mesela tiyatro salonlarında bile çiftler ve tekler olarak ayırırlar kapıları. Sevgilisi olanlar ve olmayanlar gibi. Bunun böyle olmadığını askerden sonra öğrendim. Askerlik gerçekten hayatı öğretiyor.

Metroya girip, turnikenin altından geçtim. Trene bindiğimde yaşlılar için ayrılmış bölümlerde yaşlılar mı var diye kontrol ettim, hepsi yaşlıydı. Demek ki doğru trendeyim. Biraz göz göze geldik. Ben tutacaklara elimi ve omzumu yaslamıştım, tıngır mıngır gidiyordum, yine son durağa. Hep son durağa. Bir teyzeden avaz avaz bir ses yükseldi, ne olduğunu anlamadan kendimi yerde buldum. Uyandığımda hastanedeydik.

Doktora “Burası son durak mı?” dedim, “güneşte fazla gezmişsin, burnun kanamış,” dedi. “Tamam da beni hastaneye metro mu getirdi?”

Yaşlı teyze getirmiş. Biraz da para vermiş. O sırada annem ve babamı aramışlar. Açamamışlar, çok önemli bir toplantıda oldukları için. Arada babam doktora mesaj atıp iyi olup olmadığımı soruyormuş, aslında ölüp ölmediğimi yani. İyi olmakla yaşamak aynı şey değil ki.. Kötü olmakla da ölmek…

Teyzeyi bulmak istedim. Bulamadım. Biraz ağladım. Kenan ve Ulaş’ın Allah belalarını versin. Onlar olsaydı eğer bunlar başıma gelmezdi. İnternet kafeye gitmişler.

Ankara’da biraz mesai bitimlerine göre şekillenir her şey. Babamın mesaisi bittiğinde ve müdürüne gidip onu kovmaması için yalvarmaya benzer ağız ve yüz hareketleriyle görevini ifa etmesinden hemen sonra hastaneye geldi, beni aldı, arabaya bindik.

“Okulu kırmışsın,” dedi.

“Baksana baba, o beni kırdı,” dedim.

Gülmedi.

“Ankara’da yapacak bir şey yok ki be oğlum, ah bizim gençliğimizde İzmir’de…”

Dedi, babamın sözünü kesecek kadar büyümüştüm.

“Baba, döner yiyelim mi?”

Dedim, babam kafasını bana çevirdi. O sırada bir ses duydum, sanırım kafamı bir yere çarptım, burnumdan kan geliyordu, babam, babam yan koltukta değildi, ne olduğunu anlayana kadar biraz zaman geçti. Arabanın önünden yükselen dumanların arasında bir iki kişiyi görüyordum, biri babamdı, diğeri Ankara. Babam, Ankara’yı dövüyordu. Ankara’nın kullandığı otobüse arkadan çarpmıştık, suçluyduk, burnum kanıyordu ama babam, otobüsü kullanan Ankara’yı dövüyordu. Ankara küçük.

Ankara’da suçlu olan herkesin yaptığı gibi, suçu başkasına attı.

Burnumun kanaması geçti.

Ulaş ve Kenan’la bir daha görüşmedim.

Şimdi iyiyim, büyüdüm. İyiyim ve yaşıyorum. Ankara’yı özlüyorum. Ulaş’ı, Kenan’ı ve Babam’ı değil.

Son durak; Annem, öldü.

Pusula Banner

Paylaş:

İlginizi Çekebilir

Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.