İlk insan topluluklarından bugüne, yemek yemek sadece beslenme süreciyle alakalı bir olgu olmamıştır. Beslenme esasen bünyesinde psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve politik pek çok manayı barındırır. Yani biz aslında her ne kadar kan şekerimizi yükseltmek için yemek yediğimizi düşünsek de (ilk amaç elbette hayatta kalmak olmakla beraber) besine ulaşma sürecinden onu nasıl yediğinize kadar her şey insan davranışına dair birer koddur.
Kişinin kendini sıfatlandırması, onun kimliğinin basit bir özetidir. Kendimizi sıfatlandırdığımız kodlarla aslında bir gruba yahut bir topluluğa ait hissederiz. Artık onun bir parçası olur ve etkileşimimizin çerçevesini ister istemez bu çerçeveye göre çizeriz.
İşte veganlık tam bu noktada, hem bir beslenme biçimi hem de bir kimlik olarak karşımıza çıkar. Hayatlarını hayvan sömrüsünü kabul etmeden -ki bunu sadece yeme-içme üzerinden değil, kullanılan her türlü fiziksel materyallerin de bu sömürüyü içermemesi gerekir- idame ettiren veganlar, bir beslenme türünün kimliğe dönüşme sürecini gösterdikleri için uğruna verdikleri savaş multidisipliner bir şekilde önemlidir.
Vegan beslenme biçimi gelenekselliğe karşı yenilikçidir. Her şeyden önce insanın omnivor yani hem etçil hem de otçul olduğuna getirilen bir antitezdir. Et ve türevlerini tüketmeyerek veganlar esasen beslenmenin evrimleşmesine öncülük ederler. Etin bir gıda maddesi olarak görülmemesi, et yemeyi kişisel bir mesele halinden çıkarıp toplumsal bir problem haline getirmek de pek çok bakımdan ilerici ve dönüştürücüdür.
Beslenmenin ahlaki kodlarının yeniden belirlendiği bu beslenme sürecinin tarihi ise 19. yüzyıla uzanır. Rahip William Cowherd tarafından yönetilen İncil Hıristiyan Kilisesi et yemeyi bırakan ilk uzun vadeli topluluktu. 1809’da Cowherd cemaatine et yemekten kaçınmalarına dair bir vaazda bulundu. Vejetaryen beslenmenin insan sağlığı için çok daha yararlı olduğunu ve et yemenin doğal olmayıp, insanın saldırı dürtüsünü güçlendirdiğini öğütledi. Bu reformcu ruhunun yanında yaptığı yardımlar sayesinde Salford halkı ona büyük bir sempati kazandı. Haliyle vaazları halk arasında gün geçtikçe yayılmaya başladı. Pek çok insan onun vejetaryen beslenen ve alkolden uzak duran söylemlerinin peşinden gitti. Hatta bunlardan biri 1819’daki ölümünden sonra yerine geçecek olan Joseph Brotherton’du. Brotherton ileride Britanya’nın ilk vejetaryen milletvekili oldu. Aynı zamanda karısı Martha Brotherton, 1832’de Sebze Yemekleri: Hayvansal Gıdalardan ve Sarhoş Edici Likörlerden Uzak Durmayı Önermek adlı ilk vejetaryen kitabı yayımladı.
Vejetaryenler için bir diğer önemli topluluk olan Vegetarian Society’nin (Vejetaryen Topluluğu) tohumları James Pierrepont Greaves tarafından 1838’de atıldı. Bu topluluk artık vejetaryen literatürüne katkı sağlıyor ve dergiler yayımlıyorlardı. The Healthian dergisinin Nisan 1842 sayısı “vejetaryen” teriminin ilk defa geçtiği kaynak oldu.
Ardından 1847 yılında o meşhur Vejetaryen Topluluğu kuruldu. Ama hala net bir tanımı olmayan vejetaryenlik için iki görüş bulunuyordu: Yumurta ve süt gibi hayvansal ürünleri tüketip yalnızca et yemeyenler kendilerini vejetaryen olarak adlandırıyorlar, diğerleri ise bunları yaptıkları için kendilerini vejetaryen olarak görmüyorlardı.
Bu tartışmalar Kasım 1944’e kadar devam etti. Nihayet Donald Watson 1944 yılında The Vegan Society’i (Vegan Topluluğu) kurdu. Bu sebeple her sene kasım ayının ilk günü Dünya Vegan Günü olarak kutlanır. Donald Watson aynı zamanda vegan kelimesinden ilk defa bahseden kişidir. Vegan News adlı gazetede kendilerini “Süt ürünleri tüketmeyen vejetaryenler olarak” tanıtan bu insanlar günümüze kadar ulaşan vegan literatürün ilk temsilcileridir.
Veganlığı 1949 yılında Leslie J. Cross şöyle tanımladı: Hayvanların insan tarafından sömürülmeden kurtuluşu. Yani hayvanların yiyecek, meta, iş gücü, avlanma, deney yahut insanlar tarafından yaşamının sömürülmesini içeren tüm uygulamaların yine insanlar tarafından özgür iradeyle son bulması.
Böylelikle günümüze kadar süregelen, hayvan sömrüsüne karşı çıkan bu yaşam tarzı, beslenmenin ahlaki yanlarını sorgulatmaya devam ediyor. Gelelim neden bu meseleye değindiğime. Ankara’da yaşayan ve hayvan sömrüsünü kabul etmeden beslenenler için naçizane minik bir rota çizip, önerilere yer vereceğim yazımın geri kalanında. Öncelikle söylemem gerekir ki, bu yerlerin hepsi denendi ve çok sevildi!
Ankara Vegan Rotası
Vinni The Vegan Witch
Bu yazıyı yazmama vesile olan ve yaptığı işlerle beni kendine hayran bırakan, çok güçlü ve eli de çok lezzetli biriyle sizleri tanıştırmak istiyorum. Arzu, kendi kadar tatlı pastaları 2021’den beri sipariş üzerine yapıp teslim ediyor. Ve ekliyor: “Vegan Cadı Vinni Kimdir? Ankara’da yaşayan bir vegan. Renklerle oynamayı, kedileriyle uyumayı, cheesecake ve pastalar yapmayı sever. Krema renkleriyle oynamaya başladıktan sonra bunları sizlerle paylaşmaya karar verdi. Vegan cheesecakeler, pastalar yemek isterseniz sizi dm’ye bekliyor.”
Ankara’da yaşayan ve cheesecake hasreti çeken bir vegansanız, Arzu’nun müthiş pastalarına göz atmanız için Instagram adresine göz atabilirsiniz.
Tünel Vegan Pub
Bu gözler vegan dostu pub gördü ama burası çok farklı. Tünel Vegan Pub, Türkiye’nin ilk Vegan pubı! “Sevdiğiniz lezzetlere sömürüsüz de ulaşabilirsiniz” mottosuyla on yıldan fazla süredir Konur Sokak’ta varlığını sürdüren bu pubın menüsünde ise yok yok. Çibörekten tantuniye, soya kıymalı makarnadan burgerlere çok zengin ve lezzetli bir çeşitliliğe sahip.
Adres: Meşrutiyet, Konur Sok. 59/4, 06420 Çankaya/Ankara, Türkiye
Gabo Ankara
Junk Vegan
Fresh Healty Garden
Dünya mutfağını sevenlerin ilgisini çekebilir: İran Yemekleri ve Ankara’daki İran Lokantaları