Menu Kapat
Kapat
Ara
Close this search box.

Ankara’da yaratıcı bir sabah

Filmekimi
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu
Durul Gence, ODTÜ Caz Tarihi ders notları, 2006

Yukarıdaki görsel, Durul Gence’den aldığım caz tarihi dersinin notlarından. Ders notları, dersi verende var. Dersi alanda ise hem anlatılan hem anlaşılan hali var. Etkileşim orada. İki yönlü ve bu haliyle müthiş bir müze envanteri. Tıpkı Melike Şahin’in konserde açılan pankartlardan bir müze yapmayı istemesi gibi. Tıpkı bazı şarkıları, stüdyo kayıtlarından değil de konser kayıtlarından dinlemeyi tercih etmemiz gibi. Psikologların “İlişki, iki insanın toplamından büyüktür” demesi gibi. Yazarın, imza gününde önüne koyulan kitabı imzaladıktan sonra hangi cümlelerin altı çizilmiş, üzerine ne notlar alınmış diye kitaba şöyle bir bakması gibi.

Geçen cumartesi, AnkaraAks’ın girişimiyle, “Creative Mornings” şehrimize geldi. Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen ilk etkinliğiyle Ankara’ya “Merhaba” dedi. Sahnede, ODTÜ Sosyoloji Bölümü hocalarından Besim Can Zırh vardı. “Kenti Arşınlamak” başlıklı konuşması sadece iyi harmanlanmış malzemesiyle değil sunumuyla da bir o kadar etkileyiciydi.

Creative Mornings Ankara – Besim Can Zırh / Haziran 2024

Asfalt ağlatanlar bilmez. Kaldırım eskitenlerin katılacağı gibi; yürümek hepimizi “yaya” kavramında eşitleyen bir eylem. Kışlada herkesin Mehmetçik, biyolojide hepimizin “homo sapiens” olması gibi. Güzergah seçimlerimiz ise bizden ipuçları taşıyor. Geçtiğimiz yaz kuzenim Öveçler’den Bahçelievler’e (Lavarla‘ya yazmanın konforuyla verilmiş bir örnek) yürüdüğü güzergahı “Kendime karbondioksiti az bir yol çizdim, iç sokaklardan yürüyorum,” diye anlatıyor. Aynı günlerde evden ODTÜ kütüphanesine yürüyen ben şaşırıyorum, ana arterden kopmak ne lüks!

Seçimlerimizi bazen topografi (“çok dik, çıkamam ben yokuşu”) bazen güvenlik endişeleri (tenha mı?) şekillendirse de geride bıraktığımız yolda çokça biz varız. Gördüklerimiz, hissettiklerimiz, düşündüklerimiz var. O yüzden İlkyaz’ın “yazar ve okurları arasında bir ortaklık duygusu yaratma amacıyla” başlattığı “BeşYüz” girişiminde evi hafızamızdaki rotalar[1] olarak tanımlamıştım. Hep bizimle gelen.

Konuşmasında, bugüne kadar öğrencisiyle iki kere buluşmuş “Walking Ankara” dersinin bir fikir olarak doğuşuyla başlayan süreci cömertçe paylaştı Zırh. Akademiyi neden sevdiğimi hatırladım; özgünlük ve özgürlük var. Bir öğretmen çocuğu olarak, bu yürüyüş dersinin Türkiye’nin farklı şehirlerinde eş zamanlı olarak açılmasında diğer okullarla kurulmuş iyi ilişkileri gördüm. Birkaç kez belgelerini, bozulan bilgisayarın veya telefonun azizliğiyle kaybetmiş birisi olarak, doktoradan bu yana biriken on bin karelik fotoğraf arşivi dikkatimi çekti. Bir edebiyat sever olarak “kentsel dönüşüm obrukları”, “bilişsel haritalar”, “adımlarla yazılan bir Ankara Ansiklopedisi” gibi imrendiren betimlemeler duydum. Yansıda, Almanya’da hiçliğin ortasında, üzerine Sedat Peker yazılmış bir duvarın fotoğrafını görünce, Aschaffenburg’da (Almanya’da bir şehir adı, random gülmedim) bir kuaför camında gördüğüm, çerçeveli Adnan Oktar fotoğrafını hatırladım. Camilerin neden şehirlerin dışında, sanayi alanlarında yapılandığını daha önce Alman bir arkadaşımdan dinlediğim için bir Slumdog Millionaire anı yaşadım. Dersin çıktılarının dönem sonunda öğrenciler tarafından sunum, fotoğraf ve metin olarak teslim edildiğini duyunca “Ses kaydı da güzel olur,” dedim. İçimden. Çünkü, yürürken gördüklerimiz kadar duyduklarımız da anlatır. Yıkılan binalardan “yürüyüş esnasında artık orada görülemeyecek binaların üzerinde duruyorlar” diye bahsedildiğinde, Sydney’deki Angel Place’i andım. Boş kafeslerine bakarak nesli tükenen kuşların seslerini dinlediğiniz bir sokak. Aslında bence Avrupa’daki müzecilik de biraz böyle. Olanın değil olmayanın müzesini yapıyorlar, teknolojiyle birleştiriyorlar. Bir gözlük takıyorsunuz, artırılmış gerçeklikle o gemi kalıntısının[2] (ya da işte bu bir bina da olabilir) tamamlanmış halini görüyorsunuz.

Sydney Angel Place / Nisan 2015

Sonra bir seyirci sorusu geldi: “Hiç yere baktınız mı?” Instagram severler fromwhereistand, Twitter severler pavementgeology akımını hatırlayacaklardır. Bir dersin oluşumuna ilk defa böyle şahitlik ettiğim anlarda gelen bu soru üzerine, yürümek bir ders ekseninde bizim alanla nasıl birleştirilebilir diye düşündüm:

Önümüzdeki günler, üniversite tercihlerine gebe. Geçen yıl, ODTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Erdin Bozkurt mesleğe dair şöyle demişti[3]: “Yaşamımızın her saniyesinde olan ama hiçbir şekilde farkında olmadığımız bir meslekten bahsediyoruz.” O kadar doğru ki!

Mesela bölümde ilk yıl mesleğe giriş dersi var, kredisiz, bir nevi oryantasyon. Bu ders kapsamında, jeoloji mühendisliğinin meslek alanlarına dair bir farkındalık oluşturmak üzere, liseden yeni mezun olmuş bu gençler, gruplar şeklinde yürüyüp günlük hayatın içinde karşılaştıkları yerbilimlerinin uzmanlık dallarını yazsalar?  Çünkü görecekleri apartman, metro ve yol inşaatlarında, içtikleri suyun kaynağının bulunmasında, kullandıkları cep telefonları için gerekli maden yataklarının çıkarılmasında, elektrik üretiminde kullanılan petrol, doğalgaz veya yeraltı sıcak su kaynaklarının keşif ve planlamalarında biz varız.

Bir başka fikir de bölümde 3. ve 4. sınıf öğrencilerine yönelik seçmeli bir ders açılması. Bu derste öğrenciler, Ankara’daki önemli yapılarda (Anıtkabir, Yüksek Hızlı Tren Garı, I. TBMM Binası gibi) kullanılan yapı malzemelerini araştırsalar? Öncelikli olarak; taşın türüne, yaşına, içerdiği fosillere ve oluşum şartlarına bakılabilir. Bunu şu sorular takip edebilir: Türkiye’de üretimi var mıydı? Getirtildi mi? Aynı mimarın eserlerinde aynı taşlar mı kullanıldı? Binaların teması, mimarı veya bölgesi ekseninde süreklilik var mı?

Zırh’ın, kendisine gelen sunum teklifini kabul ederken aklında bunlar yoktu şüphesiz. Tıpkı Gence’nin dersten belki 20 yıl sonra bir gün böyle bir yazıyla anılacağını bilmemesi gibi. Ne anlatan anlattıklarının karşı tarafta nasıl yankılanacağını biliyor ne de nelere ilham verebileceğini. İşin güzelliği de burada zaten. Creative Mornings’in de şehrimize gelerek bir cumartesi sabahı duştan ıslak saçlarımız, yakalarımızdaki isimliklerimizle bizi bir araya getirip sunum sonrasında çay-simit eşliğinde (belki Fransa’da cappuccino-kruvasan şeklinde takılıyorlardır) tanışıp söyleşmemize alan açarken hedeflediği bu olsa gerek.

Belki bu yazı, bir yazı dizisine ilham olur; yazarıyla okurunu, anlatıcısıyla dinleyenini aynı tema üzerinde karşılıklı bir araya getirir. Muhteşem dizi The Affair‘daki gibi; aynı zaman dilimi, aynı olay, başka bünyelerde nasıl yaşanıyor, hatırlanıyor görürüz. Belki bir ders olur, müfredata girer. Kim bilir. Bildiğim bu konuşma az az yaşayacak içimde. “Derken karanfil elden ele.”

Kaynaklar

[1] https://www.ilkyaz.world/2024/01/10/besyuz-ile-turkiye-manzaralari-ev-ilkyaz-presents-collective-writing-from-around-turkey-on-home/

[2] Museum of Ancient Seafaring: https://www.mainz-tourismus.com/en/explore-enjoy/living-culture/museums/museum-of-ancient-seafaring

[3] https://www.instagram.com/p/CvRnuMZpMw-/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

Artnova

Paylaş:

İlginizi Çekebilir