Birazdan okuyacağınız hikaye, gül koklayan adam hikayesi; tamamen gerçek olaylardan esinlenilmiş olmakla beraber, anılar arasında sıkışıp kalmıştır. Hakikat iddiası yoktur. Linke tık ve okumaya devam!
öyle uzaktan seviyorum seni
elini tutmadan
yüreğine dokunmadan
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden
şu üç günlük sevdalara inat
serserice değil adam gibi seviyorum
Cemal Süreya
Ankara bundan yaklaşık yirmi yıl kadar evvel ne bu kadar büyük ne de korkutucuydu. Türkiye’nin çok ufak şehirlerinden birinden daha yeni gelmiş olmamıza rağmen yabancılık çekmiyor, yeni yerimizi yadırgamıyorduk. Mahalle kültürü hala devam etmekteydi ve gri şehir samimiydi. Taşındığımız mahalleye çok çabuk ısındık. İki ya da üç katlı apartmanları, kaldırımın orta yerinden patlayan ağaçları ve daracık sokaklarıyla insanı ana kucağı gibi sarmalıyordu. Şimdi görseniz muhtemelen sizi huzursuz edecek kadar çok kalabalık olan bu mahalle o zamanlar sakin ve güvenliydi.
Dediğim gibi, mahalleye çok çabuk ısındık, ısındım. Her gün neredeyse sabahtan akşama tüm vaktimi mahallenin çocuklarıyla oynayarak geçiriyor, akşam ezanı okununca eve yemek yemeye dönüyor, akşam yemeğinden sonra kendimi yine sokağa atıyordum. Gündüz oynadığımız seksek, saklambaç, yakar top; gün geceye döndüğünde yerini ya korkutucu masallara ya da mahallemizin insanlarının hikayelerine bırakıyordu. O zamanlara dair hafızamda en çok yer edinen hikayelerden biri, bizim taktığımız adıyla “Gül Koklayan Adam”a aitti.
Gül Koklayan Adam yavaş adımlarıyla öteden gözüktüğünde büyük küçük herkes susar, esnaf kendi arasında fısıldaşmaya başlar ve tüm herkes gözlerini ondan ayırmadan onu izlerdi. O yürürken sanki hayat slow motion ilerliyormuş gibiydi. Upuzun ve incecikti. Üzerinde her zaman yüksek bel bir kot pantolon, aşırı bol bir beyaz t-shirt ve elinde daima yüzünün yarısını kapatan bir tane kırmızı gül vardı. Genç duruyordu, tek bir kırışıklığı yoktu; lakin arkadan topladığı saçları ve pos bıyıkları bembeyazdı. Kimseyle selamı sabahı yoktu. Kimseyle göz göze de gelmezdi. Hatta fikrimce insanlarla ilişkisi olmamasından memnundu ve böyle devam etmesi için de ekstra bir çaba harcıyordu. Yüzüne her baktığımda, gözlerindeki kederi görürdüm küçük yaşıma rağmen. Mahalledeki diğer çocuklar korkarlardı ondan, benimse kimseye itiraf edemediğim bir sevgi vardı içimde gül koklayan adama karşı. Kimseyle konuşmadığı için hakkında devamlı rivayetler dolanırdı. Hiçbiri birbirini tutmazdı ama her hikâye bitiminde “Aaaa!”, “Tüh tüh!”, “Çok yazık!” denirdi.
O rivayetlerden birine göre; mahallemiz böyle büyük değilken, gül koklayan adam, karısı, annesi ve babasıyla en huzurlu günlerini bir gecekonduda geçirmiş. Gecekondu deyip geçmeyin; öyle güzel öyle güzelmiş ki bahar geldiğinde tüm bahçesinde boydan boya kırmızı güller açarmış. O güllerin kokusuysa bir uçtan diğer uca tüm mahalleyi sararmış. Gül koklayan adam o zamanlar yeni evliymiş. Romantik bir adammış. Her gün bahçeden bir tane gül koparırmış karısı için. Karısıysa dünyanın en mutlu kadınıymış. Ne yazık ki mutlulukları daim olmamış. Gecekonduları yıkıp apartman dikmeye başlamışlar yerlerine. Gül koklayan adamın bahçesi güllerle dolu evini de yıkmışlar. Tabi inşaat sırasında çıkmak zorunda kalmışlar evden. İşte tam o ara karısı hastalanmış, zavallı kadın gecekondu karşılığı verilen daireye yerleştiklerindeyse ölmüş. Derler ki gül koklayan adam o gün bu gündür istisnasız her gün elinde bir tane gülle kaçarmış evden, bahçesi güllerle dolu evini ve karısını ararmış.
Rivayetlerden bir diğerine göreyse, gül koklayan adamın hüzünlü hikayesinin sebebi Yeşilçam filmlerindeki gibi aşk düşmanı zengin bir babaya sahip olmasıymış. Mahalleden genç bir kıza âşık olmuş ancak babası kızı oğluna denk görmemiş, gelin olarak istememiş. Gül koklayan adamsa her gün güllerle dolu bahçelerinden kopardığı bir tane gülle gidermiş sevgilisinin yanına. Uzun zaman geçmiş aradan, iki sevgili beklemişler birbirlerini. Sonunda baba da ikna olmuş sevgilerine. Almış karşısına oğlunu konuşmuş, söylemiş kızı gelini olarak almaya ikna olduğunu. Oğlu büyük heyecanla koşmuş sevgilisine, yine her zamanki gibi elinde bir tane gülle, her zamanki buluşma yerlerine. Kız o gün gelmemiş. O kadar mutluymuş ki gül koklayan adam, yılların verdiği sabırsızlıktan ve mutluluğunu paylaşamamaktan dolayı çok sinirlenmiş sevgilisine. Ertesi gün öğrenmiş sevgilisinin buluşmaya gelirken bir trafik kazası geçirdiğini. Ve öldüğünü. O günden beri elinde bir gül, tüm sokak aralarında sevgilisini ararmış.
Gül koklayan adam şimdi nerededir, ne yapıyordur bilmiyorum. Hala o mahallede oturan bir arkadaşım onu uzun zamandır görmediğini söyledi. Bir diğeriyse saçlarını kestiğini ve artık insanlarla konuştuğunu. Eğer yaşıyorsa, umarım mutludur.
En içten mutluluk dileklerimle gül koklayan adam.
Çizimler için İrem Yörükoğlu‘na çok çok teşekkürler!