Pıtırcık’la ilk randevu
Sempé ile nasıl tanıştım?
Küçükken ailece gittiğimiz Marmaris seyahatlerinde, çarşıdaki lisenin bahçesinde kurulan kitap sergisine mutlaka uğrardık. Daha sonra çay bahçesinde oturup oradan aldığımız kitapları okurduk. Bu kitap gecelerinin birinde, ilginç bir kitap serisi ile tanıştım. Kitabın “Pıtırcık” isimli kahramanı ve 1950’lerin Fransa’sındaki yaşantısı beni çok etkilemişti. Kitabı ilginç kılan pek çok unsur vardı: Dokuz yaşındaki bir kız çocuğunun rahatlıkla anlayabileceği ince mizah. Yaramaz yaşıtlarının başından geçen inanılmaz hikayeler. Vivet Kanetti ve Eray Canberk’in Türkçeye ustalıkla çevirdiği karakter isimleri (Gümüş, Lüplüp, Dalgacı, Toraman…). Ve hepsinden önemlisi, kitabın içerisindeki müthiş çizimler!
İşte Sempé ile bu şekilde tanıştım.
Jean Jaques Sempé
Jean Jaques Sempé, 17 Ağustos 1932’de Fransa’nın Bordeaux kentinde dünyaya gelir. Okuldan sonra postacı, bankacı ve demiryolları çalışanı olmak üzere girdiği tüm sınavlardan kalır. Kapı kapı dolaşıp diş tozu satarak ya da bisikletle şarap dağıtımı yaparak (daha Fransız ne olabilirdi?) hayatını kazanmaya çalışır. Daha sonra kendi hakkında yarı yalan söyleyerek orduya yazılır. Bunun nedenini yıllar sonra “Bana bir iş ve kalacak bir yer verebilecek tek yerdi,” diye açıklar. Orduda nöbet sırasında çizimler yaptığı ve dikkatini işine vermediği için başı belaya girer.
Ordu macerasından sonra Paris’e gider ve yazar René Goscinny ile çalışmaya başlar. Çizimleri sıradan karikatürlerden çok farklıdır. Onun çizimleri “sessiz” olarak adlandırılmaktadır, çünkü genelde tek bir ana odaklanır. Bu anda aslında pek de bir şey olmuyormuş gibi görünür, ancak aynı anda çok şey olmaktadır. Bu benzersiz tarz ile kısa sürede adından söz ettiren bir sanatçı olur. 1952’de genç amatör sanatçıları profesyonel hale getirmeye teşvik eden bir ödül kazanır.
Sempé’nin çizimleri, New Yorker ve Paris Match gibi dergilerde sık sık yer bulur. 1954’te Goscinny ile beraber Le Petit Nicholas üzerinde çalışmaya başlarlar. İlham kaynakları, nostaljik çocukluk anılarıdır. 1960’ta Le Petit Nicholas ilk kez Pilote isimli bir dergide tefrika olarak yayımlanır. Yetişkinlerin yorumundan ziyade, çocuğun deneyimine odaklanan bu seri, döneminden bu özelliği ile ayrılır. Öğüt vermeyen, ders anlatmayan, çocuğun duygularına ve hayal dünyasına dayanan hikayeler, her yaştan okur için ilgi çekicidir.
İşte Sempé’nin hayatı bu şekilde.
Sempé’nin çizimleri ile renklendirdiği ve Goscinny’nin kaleme aldığı Le Petit Nicholas serisi, daha sonra 2009 yılında filme dönüştürüldü. En sevdiğim çocukluk kahramanlarından birini beyaz perdede izleyebilmek harika oldu benim için.
Kente yeniden bakma ilhamı
Sempé’nin dünya çocuk edebiyatına katkılarına değinmeden geçmek istemedim. Ancak bu yazının amacı bu değildi. Sempé, Goscinny’nin karakterlerine can vermenin yanı sıra, çizgileri ile harika kent izlenimleri aktarmakta. Çizimlerinde en çok New York ve Paris’i görürüz. Bu şehirlerin nabzını ince çizgileri ile o kadar güzel tutuyor, izlenimlerini o kadar muzip bir şekilde izleyicisine aktarıyor ki… Farklı, gülümseten bir tarzı var. Sanki herkesin gördüğü, “hani şöyle bir şey olur ya bazen” dediği ama kelimelerle ifade edemediği o şeyleri çizgilerle anlatıyor. Bu da sözcüklerle anlatmaktan çok daha güçlü bir ifade biçimi… Etrafınıza gülümseyerek bakmanızı sağlıyor. Şehrin ve zamanın ruhunu aktarıyor. Beni kafamı telefondan kaldırıp etrafa bakmak konusunda teşvik ediyor. Belki sizi de teşvik eder.
Gelin, Sempé‘nin kentlerine beraber göz atalım!
Sempé’nin Paris’i
Sempé’nin New York’u
Sempé’nin kente dair eserlerinin olduğu Şehir Yaşamı ve Diğer Şeyler, 2018 başında Desen Yayınları‘ndan çıktı. Çizerin dünyasına adım atmak için harika bir fırsat olabilir. Bu kitabı, sene bitmeden kendinize hediye edebilirsiniz.
Ankara’ya farklı bakan ve çizgileri ile yorumlayan bir çizer için ise “Bir Ankara Kartpostalcısı: A Pinch Of Sketches” başlıklı yazıya göz atabilirsiniz.