“Endüstri ve değişen kültürün beraberinde ortaya çıkan problemlere rasyonel yoldan çözüm sağlayan kişilerin, yaratıcı eğitime olanak sağlayan toplumların içinden çıktığı bir rastlantı değildir.”
Nevide Gökaydın
1993 Yazı, Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Hoşdere.
Kadınlar ve erkekler atölyedeki uzun masaya İsa’nın Son Akşam Yemeği tablosunda yer alan bir oturma düzenine benzer biçimde kurulmuşlardı. Aralarında kısık sesli konuşmalar, kesik kesik gülüşmeler oluyordu. Tam ortalarında beyaz döpiyesli yaşlıca bir kadın oturuyordu. Kadının yüzünden zarif tebessümü, bakışlarından keskin dikkati eksik olmuyordu. Şifon gömleği lacivert üzerine ufak beyaz puanlarla bezeliydi ve dudağına mercan kırmızısı ruj sürmüştü. Kurşuni kısa saçları geniş dalgalarla kusursuzca şekillendirilmişti. Görünümüne gösterdiği özen, o sırada atölyede bulunan herkese kendini değerli hissettiriyordu.
Masanın az ilerisinde tam da kadının önüne doğru yerleştirilmiş olan okul sandalyesinde on üç yaşındaki kız çocuğu dizlerini birleştirmiş, bakışlarını karşısındakiler üzerinde gezdirerek oturuyordu. Sabah desen sınavına, öğleden sonra imgesel kompozisyon sınavına girmiş; akşamüstü o vakitlerde ise mülakat sınavında sıra kendisine gelmişti.
“Sence bu resmi kaç yaşında biri yapmıştır?” diye sordu kadın elindeki sergi kataloğunun sayfasındaki soyut resmi işaret ederek.
“Bilmiyorum.”
“Nasıl bilmiyorsun çocuk! Sınavdayız,” dedi. Elini çenesinin altına koyup tüm dikkatini çocuğun yüzünde topladı.
“Yaşını tahmin edemiyorum,” dedi çocuk.
“Nasıl biridir sence?”
“Çağdaş. Ama genç mi yaşlı mı bilemiyorum.”
Kadın ellerini çırptı neşeyle. Neden sonra masadakileri şöyle bir süzüp çocuğa döndü: “Aferin!” dedi, “Sınavı kazandın.”
Katalogdan çocuğa gösterdiği akrilik tablo kendi imzasını taşıyordu: “Nevide, 1986”.
1994 Baharı, Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Hoşdere.
Okul bahçesinde yürüyen Nevide, giriş kapısının önünden havalanan saksağana bakmak için ansızın durdu. Saksağan üst kottaki bahçede bir ağacın dalına kondu. Nevide elini güneş gelmesin diye bakışlarına siper ederken, bir ovanın ardı sıra uzanan tepelere bakarmışçasına bir adım geri çekildi. Perspektifi genişletmeye hiçbir faydası olmayan fakat görme cesaretini yüreğinde toplayan bu duruşu, yıllar evvel Savaştepe Köy Enstitüsünde öğretmenken köylülerden öğretmişti. Görme iştahı o zamanlar olduğu gibi kabarıktı.
O, saksağana gülümserken ardında bekleşen adamlar uğulduyordu. Doğaya övgüler düzüyor veya kentin kaosundan sızlanıyor olmalıydılar. Belki de duvar diplerine sarmaşık ekmekten bahsediyorlardı; bu pastoral çocuklar hep köy enstitüsü çıkışlıydı. Nevide bakışlarını onlara çevirdi. Ah, yaşlanmışlar mıydı? Nasıl olur, kendisi gencecik hissediyordu hala? Tıpkı Londra’da sergiden sonra Hilton otelinin kapısından çıkarken hissettiği gibiydi; önünde uzun yollar, derin sular, engin ufuklar vardı. Yaşamın olasılıkları bitmek bilmezdi ve o hep amade hissediyordu.
Nevide bakışlarını çevirince okulun cephesinde, üst kattaki Temel Sanat Eğitimi Atölyesi’nin penceresinden sarkan kız çocuğu ile göz göze geldi. Bu karşılaşma çocuğu heyecanlandırmış olacak ki elinde tuttuğu origami kuşu düşürüverdi. Renkli kartondan yapılmış kuş hafif bir esintinin kucağında süzüle süzüle yere indi.
“Hay çok yaşa sen! Güzel çocuk!” diye geçirdi içinden Nevide. “Hadi hemen atölyeye çıkalım, çocukları bekletmeyelim,” dedi sonra öğretmenlere.
“Size çay ikram edeceğiz Hocam.”
“Atölyede edersiniz.”
Kız çocuğu Nevide Hoca’nın okula girişini izledi. Üzerinde gümüşi pırıltılar gezinen saçlarını, füme rengi eteğini, eteğine takım ceketini, ince çoraplarını, hafif topuklu siyah ayakkabılarını ve mor fularını dikkatle süzdü. Hemen pencere camının aksinden kendi saçına, gömleğinin ve hırkasının yakasına bir çeki düzen verdi. İçeride duvarlardaki panolara çalışmalarını asan arkadaşlarına Nevide Hoca’nın geldiğini seslendi. Kısa süren bir sessizliğin ardından atölyede bir kargaşa yaşandı. Masaları toparlıyor, çöp kutusunu kapının arkasına saklamaya çalışıyorlardı.
1997 Güzü, Gazi Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü.
Koridorda dizilmiş atölyelerden birinin açık kapısından, okul üniforması giyinmiş liseliler içeriye bakıyorlardı. Üniversitede işte tam da böyle bir atölyede çalışacaklarına dair sözler işitiliyordu. Duvarlarda birbirini farklı dizilimlerle takip eden şekillerin oluşturduğu tasarım örüntüleri, katlanıp kıvrılıp oluşturulmuş kağıt modüllerin dizilimlerinden inşa edilmiş rölyefler, çizimler, renk çarkları, posterler, logolar, harflerden oluşturulmuş kompozisyonlar sergileniyordu. Bir şövalenin üzerindeki kartonda kabartma harflerle yazılmış şu cümle okunuyordu: “İçinde zekâ olmak şartıyla ne istersen yap.” Hakikaten ne isterlerse mi? Hadi canım! Oduncu gömlekleri ve desenli bol kazaklar giyinmiş genç kadınlar ve adamlar ilkelerin ve ülkülerin kadını Nevide Hoca’nın jestlerini kolluyorlardı. Tepesini attırmak kimsenin işine gelmezdi. Kuşkusuz serbest olan şeyler de vardı: düşünmek, sorgulamak, denemek, yanılmak, tekrar denemek, başka bir yol aramak, keşfetmek, yaratmak ve üretmek gibi.
“Saygıdeğer gençler!” diye hitap ediyordu çocuklarına Nevide. Kendisini, Atatürk inkılaplarının uygulaması sürecini yaşamış, onun idealini, itici gücünü mesleğinde, mesleki eserlerinde kanıtlamış, gençliğe büyük güven duyan bir eğitimci olarak tanımlıyordu. Yüzü hep umutla düşlenen, ilhamla tasarlanmakta olan geleceğe dönüktü.
2021 Hazanı, Ankara Rahmi M. Koç Müzesi.
Nevide ebediyen aramızdan ayrıldıktan 4 yıl sonra, bir 10 Kasım sabahı müze ziyaretçilerinden emekli bir öğretmen koridorda kısık sesle söyleniyordu: Hayır yas falan değildi, bu artık aymazlıktı. Hangi yüzle gidilip saygı duruşunda duruluyordu Anıtkabir’de? Ülkede tersyüz olmayan değer mi kalmıştı? Eğitim aşınmıştı, geleceğe inanç yoktu. Herkes benmerkezciydi, herkes çıkarcıydı. Kimsenin memleket düşündüğü yoktu. Sabah sabah sinirini zıplatmasınlardı artık.
“Müdire Hanım” duymazdan geldi. Dar görüşlülükler, imkansızlıklar, hainlikler, basiretsizlikler ve sığlıklar söylenmekle bitseydi… İşine gücüne bakacaktı. Depoya girdi. Resimleri tek tek ölçüp, fotoğraflarını çekti. Önce tekniklerine sonra da üslup özelliklerine göre tasnif etti. Akıllı telefonlar için geliştirilen anlık haberleşme uygulamasından işbirlikçi litografi atölyesinin ustasına önce bir fotoğraf gönderip sonra aradı.
“Doğu, sen buna litografi diye not düşmüşsün. Eski bir sergi kataloğunda ise karışık teknik yazıyor.”
“‘Hand-modified print’ o iş. Üzerine kalem ve boya ile müdahale etmiş ya Nevide Hanım. Baskı tekniği dışında müdahaleleri olduğunda karışık teknik diye ifade ediyor. Baskı tam istediği sonucu vermediğinde veya kompozisyonun başka değerlere ihtiyacı olduğu kanaati doğduğunda cesurca müdahale edişi ilham verici. Bazen leke bazen çizgi ile bir katman daha oluşturuyor. Ben alt katmandaki baskı tekniğini ayırt etmek için almışımdır o notu.”
“Karışık teknik… Serginin adı bu olabilir.”
“Nevide Hanım’ın işi rastlantıya bırakmayan, hedefe odaklanan bir çalışma tarzı var. Ben karışık demezdim.”
“Haklısın, her şey onun tam tasarladığı yerde gibi duruyor.”
Telefonu kapatırken bir karar aldı: Hayatının başka değerlere ihtiyacı olduğunda cesurca müdahale etme konusunda asla ihmalkâr olmayacaktı.
2022 Baharı, Gazi Osman Paşa’da Mahatma Gandi Caddesinde Bir Apartman.
İletişim ve yaratıcı reklam çözümleri ajansının toplantı odasındaki uzun masanın çevresinde güzel sanatlar ve tasarım fakültelerinde eğitim almış olan farklı nesillerden insanlar oturuyorlardı. Bir biçimde Nevide’nin öğretileriyle yolu kesişmiş bu insanlar ilgi uyandıran bir çeşitlilikte olmakla birlikte aralarındaki ritim, uyum ve denge hissediliyordu. Uzun toplantılar yapmış, birlikte çok düşünmüş ve hayal kurmuşlardı.
Bilgisayar dijital ekrana bağlandı. Tasarım dosyalarının ilki tıklandı. Tasarım no:1 ekrandaydı. Direktör sergi için önerdikleri ismi hangi gerekçelerle seçtiklerini, sanatçının kendini inşa sürecinde pek çok şeyi rastlantılara bırakmamış olduğu kanaatinin yaratıcı ekipte nasıl oluştuğunu anlatıyordu. “Rastlantısız diye bir kelime yok, serginin adı olarak biz ürettik. Nevide Hanım’dan ilhamla,” dedi direktör. Küçük bir kız çocuğuyken origami kuşunu pencereden “rastlantısız” düşüren Müdire Hanım gülümsedi.
Nevide’nin öğretmen okulu, köy enstitüsü, eğitim enstitüsü, Avrupa’daki kurumlarda gerçekleştirdiği çalışmalarının, çeşitli üniversitelerde sürdürdüğü akademik hayatının ve farklı disiplinlerde ürettiği eserlerinin bir arada oluşturduğu kesitin nostaljik bir ilgiden çok daha fazlasını hak ettiğini biliyordu. Sergi hazırlıkları boyunca sanatçının dünyayı merak etme, küresel değerlerle ve pratiklerle bağlantıda kalma, bilgiyi öğrenme, anlama, yorumlama ve yaratma halinin dinamizmini iliklerinde hissetmişti. Masadaki herkesin yoktan var etme becerisini bir cevher gibi saklı tutan yaratıcı değerlerle sarmalandığına şahit olmuştu.
Nevide’nin yaratıcı süreçlere dair reçetesi; problemlere rasyonel analizlerle yaklaşmak, çözüm ararken hem olanakların sınırlarını hem de uçsuz bucaksız hayalleri hesaba katmak, potansiyellere hakimken ihtimaller konusunda hep esnek kalabilmek, işi rastlantıların kucağına bırakmaksızın mümkün estetik imkanlar yaratmaktı. Sergi hazırlıkları sürerken bu yöntemin birlikte üretmeye olanak sağlayan çeşitlilikte ve esneklikte olduğunu deneyimlemişlerdi.
Müdire Hanım gözlerini kıstı: Yapılacak işler sıralandı önüne, aşılacak engeller, birlikte kurulacak yarınlar… “Oralarda bir yerde bizi izliyorsan Nevide, yardım et,” diye geçirdi içinden. Bakışları ekrandaki sergi afişinin ortasından kendine bakan Nevide Gökaydın’ın gözlerine kilitlendi. Fakat Nevide yardım etmeyecekti. O yine birlikte düşünmeyi, yaratmayı ve tasarlamayı öğretecekti.
“Tasarım no:1’de hemfikiriz öyleyse: RASTLANTISIZ…” dedi kadın. Serginin adı koyuldu.
Kapak Görseli: Can Mengilibörü