İçinde insanın yaşamadığı evler yavaş süren bir ölümle lanetlenir. Bu açıdan boş evler sahiden de lanetlidir. İçinde insan yaşayan evlerse, her ne kadar her zaman bir sıcaklık yayarlar veya sevilirler diye genelleyemesek de, çoğunlukla bakılırlar. Heidegger’in ev için “ancak oturmayı başarırsak yapabiliriz” dediği de evi inşa edenin aynı zamanda var edebilecek olduğunu anlatır.[1] İnsandan yana bir çeşit mutualizmin icra edildiği ev mekanında insan bakım verendir, ev ise bakıma mukabil, kendinden dolaylı bir muhafız. Muhafaza edildiğimiz evlerin içinde kendimizle, birbirimizle durur, ilerler, dönüşürüz.
İnsanı, içinde yaşadığı ev muhafaza ederken, onun terk ettiği evlerin muhafızı da içinde yaşamayan insan olabilir. Terk edilmiş evleri sahiplenip, bu defa tersine bir alışverişle, unutularak yavaş yavaş ölmekten kurtarabilir. Muhafaza ettiğimiz evlerin içinde bu defa birlikte birbirimizi dönüştürürüz. Böylesi bir tersineliğin insanı bir an durdurup düşündüren şiirsel bir yanı var. Her şeyin politik olması gibi, şiirsel olan da hep insana dair. Bu bakımdan evler de bazen politik bazen şiirsel biçimlerde muhafaza edilir ve bu biçimlerden biri olan “işgal evi” de kiminin zihninde şiirsel kimininkinde ise politik bir çağrışım bırakabilir. En azından Türkiye’nin ilk işgal evi olan Don Kişot İşgal Evi’nin zihinlerde bu şekilde veya iç içe çağırışımlar bıraktığını biliyoruz.
Nerede, nasıl bir işgal?
Böyle bir başlangıç, işgal evlerinin tek varoluş sebebinin muhafaza edilmesi olduğuna dair bir yanılgı oluşturabilir. Düzeltelim. İşgal evleri olarak boş bırakılmış, atıl durumdaki evler, kamusal yapılar, ofisler ve boş alanlar kullanılır. Buralar; evsizler için sığınma, bazı grupların sosyalleşme ve dayanışma için ortak alan ihtiyacı gibi ihtiyaçlar veya tarihi binaların uygun fiyatlı konaklama imkanı karşılığında korunması (property guardianship) gibi durumlar neticesinde işgal edilebilirler. İşgal evi İngilizcedeki “squat” kelimesinden geliyor. Anlamı izinsiz yerleşmek, sahip çıkmak. İşgal evi kelimesinin karşılığı “squatted house”; işgal evi kavramı içinse “squatters” kullanılıyor.[2] Literatürdeki tanımlar kavramın farklı deneyimlerine göre şekillenmiş ve en temel tanım Hans Pruijt tarafından yapılmıştır. Pruijt ev işgalini “bir mülkü sahibinin izni olmadan kullanmak” şeklinde tanımlamıştır.[3] Bu tanım farklı ülke deneyimleri ve ideolojik hareketlerden yola çıkılarak yapılacak yorumların bina edilebileceği bir zemin hazırlamaktadır. Nitekim Corr’a göre işgal “ekonomik kaynakların daha eşitlikçi ve faydalı bir biçimde yeniden dağıtılması” anlamına gelmekteyken [4], Kallenberg işgalcileri “daha iyi bir toplum yaratmayı amaçlayanlar” olarak görür [5].
1960’larda konut sorununa bir çözüm bulmak maksadıyla, evsizlerin buralara yerleşmeleriyle başlayan hareketin ilk temellendiği fikir kapitalist toplumun yarattığı sorunlar olarak görülmektedir. Zaman içerisinde işgal evlerinin oluşumunda konut ihtiyacı ikinci plana atılmış, 80’li yıllarda yerini anarşist grupların dayanışma ve beraberlik odaklı sosyal merkez arayışı almıştır. 90’larla beraber hükümetler işgal evleri üzerindeki kontrolünü artırarak kendiliğinden ve doğal olanı denetim altına sokmuşlardır.[6] Bugün arama motoruna “squatted house” yazdığınızda dördüncü satırda İngiliz devletinin ev işgalini suç saydığını ve bu suçun 6 aya kadar hapis ile para cezası yaptırımının olduğunu görürsünüz.[7]
2010’lara geldiğimizdeyse işgal evlerinin küresel “Occupy!” hareketi ile yakınlaştığını görürüz. 2013 yılında Gezi direnişinin başlamasıyla beraber bir grup, “Occupy” yazan tişörtler giyerek ve sosyal medyada #occupygezi etiketini kullanarak direnişi Occupy Wall Street hareketi ile ilişkilendirmiştir. 2011 yılında ABD’de başlayan ve dünyaya yayılan Occupy Wall Street hareketi ve oluşturulan kamplar dağıtılınca gruplar hareketin devamı için sosyal merkezler kurmuşlar ve buralarda politik tartışmaların beraberinde kültürel ve sanatsal etkinlikler de yapmışlardır. Nitekim benzer bir süreç Gezi direnişi ile de yaşanmış; Gezi ile Türkiye’nin birçok şehrinde açık alanlarda toplanarak başlayan forumların ilk olarak Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bir işgal evine geçiş yapmasıyla Don Kişot Sosyal Merkezi ortaya çıkmıştır.
Don Kişot, Hiçbir Yere Ait Olmayan Bir Ruh
Don Kişot Sosyal Merkezi, Gezi direnişi sonrasında oluşan Yeldeğirmeni Mahalle Dayanışması tarafından 2013 yılında kuruldu. Mahallelinin açık havada gerçekleştirmeye devam ettiği forumların kış şartlarıyla beraber kapalı bir alana geçme gerekliliği doğunca uzun yıllardır boş duran bir bina işgal edilerek sosyal merkeze çevrildi. Sadece kış şartları değil, mahalle sakinlerinin özgürce var olabileceği ve beraber zaman geçirebilecekleri kamusal alan ihtiyacı da bu arayışta temel bir etkendi.[8]
İşgal edilecek yer belirlenince hem mahalleden, hem şehrin farklı yerlerinden hem de diğer şehirlerden gelen gönüllü eller tarafından temizlendi, düzenlendi, onarıldı, duvar resimleri ile süslendi ve herkese açıldı. Kendi kendine yetme amacıyla ve ticari etkinlikleri dışlayarak dayanışmanın merkezi oldu. Burada sanatsal atölyeler, film gösterimleri ve çeşitli konularda bilgilendirici sunumlar yapıldı, mahallelinin çocuklarını bırakabilecekleri bir çocuk odası oluşturuldu, okullar için yardım toplandı, kendisini ifade edecek veya gidecek yeri olmayanlara, dışlananlara yer oldu. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu bilenlerin, değişime kendisinden ve kendi küçük çevresinden başlayanların ortak mekanı olmayı başardı. Kapısı her daim ve herkese açık, kimi almaya kimiyse vermeye geldi. Don Kişot iştirakçileri benzer politik yaklaşımlara sahip olsalar da birbirlerinin görüşlerini umursamadan ve hiçbir siyasi partinin üstünlüğünü kabul etmeden aynı çatı altında var olmaya önem gösterdiler.[9]
İşgal evleri, üzerine bina edildiği fikir gereği genellikle geçicidirler ve işgalciler de bunu bilirler. Kalıcı olmayı hedefleyen ve yasallaşan işgal evi örnekleri dünyada mevcuttur, ancak kalıcılık, denetimi de beraberinde getirmektedir. Kendi kendini var eden, özel mülkiyetin karşısında konumlanan bu alanların denetimi, beraberinde artık bir işgal evi olarak anılıp anılmayacakları veya yeni bir sınıflandırmaya mı tabi olacakları gibi soru(n)lar doğurabilecektir. Don Kişot Sosyal Merkezi’nin ömrü, işgal edilen binanın mülkiyet sorunun çözülmesi ile iki yıl sürmüş oldu, Kasım 2015’te boşaltıldı. 2016 yılında yıkılarak yerine yeni bir bina yapıldı ve altında, bilmeyiz kasten mi yoksa tesadüfen midir, “Manifesto” isimli bir kahveci açıldı.
Don Kişot Sosyal Merkezi bugün fiziksel olarak yerinde yok. Uzun yıllar ölüme terk edilen ev, ömrünün son yılını, kıymetli bir muhafaza altında geçirdi. Öyle ki, bugün kendi var olmasa da pekişmiş bir ruh olarak mahallede yaşamaya devam ediyor.
Toplumsal Beraberlik Deneyi Olarak Türkiye’de İşgal Evleri
Türkiye’deki ilk işgal evi olan Don Kişot Sosyal Merkezi, işgal evlerini “Bir alan ya da mekanın, kolektif mülkiyetten yola çıkarak, mülkiyetsizliğe doğru uzanan yolda, bir toplumsal bir arada yaşama deneyi için işgal edilmesidir,” şeklinde tanımlamıştı.[10] Merkezin iştirakçileri tarafından farklı zamanlarda farklı gazetelere verilen söyleşilerden anladığımız işgal evinin tanımında, Don Kişot Sosyal Merkezi’nin temel değerleri ve ortak amaçlarında bir uzlaşma varsa da, misyon noktasında bu değer ve amaçlarla bütünleşecek biçimde olmak üzere bir farklılaşma söz konusudur. Bu da merkezin farklılıklara açık olduğunu ve bir arada yaşama deneyinin bu bakımdan yolunda gittiğini göstermektedir. Don Kişot Sosyal Merkezi, iki senelik ömrüyle yasallaşmamış bir işgal evi için bir sürdürülebilirlik örneği de sergilemiştir.
Hem mahalle sakinleri hem de dışarıdan gelenlerle gerçekleştirilen çeşitli alanlardaki etkinliklerle alternatif bir kamusal alan yaratılmıştır. Etkinliklerin ortaklaşa belirlenmesi, herkesin eşit söz hakkına sahip olması, ihtiyaçların beraber giderilmesi ile de demokratik bir arada yaşayış deneyimlenmiştir.
Bununla beraber merkez, kuruluşuyla yeni işgal evlerinin oluşmasına da önayak oldu. Kadıköy Caferağa ve Bay Samsa işgal evleri kurulduktan kısa süre sonra işgal edilen binanın tahliyesiyle kapandı. Beşiktaş’ta kurulan Berkin Elvan Öğrenci Evi, öğrencilere yönelik kurulmuş ancak on beş gün sonra tahliye edilmiştir. Ankara’daki ilk işgal evi olan Atopya, Ankara’nın en uzun sokaklarından birinde, Başçavuş’ta kuruldu ve Don Kişot kadar uzun soluklu olamadan o da kapanmak durumunda kaldı.
Yeldeğirmeni Mahallesi
Don Kişot Sosyal Merkezi’nin macerasını öğrenince Yeldeğirmeni’nde kurulması bir tesadüf mü ve bu iki mekan birbirini nasıl besledi soruları ortaya çıkıyor. Yeldeğirmeni mahallesi çok kültürlülük, soylulaştırma gibi kavramlar üzerinden değerlendirildiğinde Don Kişot Sosyal Merkezi’nin burada bir mahalle kültürü etrafında şekillenerek kurulması bir tesadüf değil. Merkez, her ne kadar Gezi direnişinden sonra kurulmuş olsa da temeli Yeldeğirmeni Mahalle Dayanışması ile öncesinde atılmıştı.
Don Kişot Sosyal Merkezi’nin bir mahalle olarak Yeldeğirmeni’ne etkisi ise bugün hala gözlemlenebilir. 2010 yılında hayata geçirilen Yeldeğirmeni Yenileme Projesi ile mahallede bir kentsel dönüşüm süreci başlamış, Dilşad Özçelik’in de çalışmasında dikkat çektiği üzere mahallenin bir kültür sanat mekanı, açık hava müzesi olarak görülmesine yönelik çalışmalar da yapılmış, böylece yeni sakinlerinin yanında yerli turistler de mahalleye doğru çekilmiştir.[11] Proje 2013 yılında bitmiş, aynı yıl Don Kişot Sosyal Merkezi’nin açılmasıyla Yeldeğirmeni Mahallesi’ne yönelik ilgi ve merak artmıştır. Özçelik’ten alıntılayarak: “Bu deneyim semtin ‘muhalif’ ve ‘dayanışmacı’ tahayyüllerini oluşturmuştur. İşgal evi, semtin özgün aurasını oluşturan güçlü bir bileşendir. Gördüğü ilgiyle sınırı semti, şehri ve ülkeyi aşan işgal evi Yeldeğirmeni’nin dönüşmesindeki en önemli aktördür aynı zamanda.”
Bugün Yeldeğirmeni mahallesi hafıza yürüyüşlerinin, festivallerin adresi, sanatçılar için bir üretim ve hatta aynı anda bir sergi mekanı. Çok değil, 10-15 yıl kadar önceki halinden, suç oranının yüksek olduğu zamanlarından eser yok şimdi. Yeni nesil kahveciler, sanatçılar, öğrenciler, yaratıcı sektörlerin beyaz yakalıları, değişim öğrencileri, artan kiralar, sanat atölyeleri, tüm eski ve yeni sakinleriyle bir soylulaştırma örneği. Don Kişot Sosyal Merkezi bugün var olmayışı ile zihinlerde yaşayan ve Yeldeğirmeni’nden ayrı düşünülemeyecek bir hafıza mekanı.
Hiçbir özelliği olmayan, bina işlevi bile görmeyen, yarım haliyle Don Kişot Sosyal Merkezi binası, bir mekanın hafızada yer aldığı biçimiyle değer kazanabildiğinin bir örneği. Üstelik burası aynı anda hem işgal evinin hatırasını, hem de Yeldeğirmeni’nin geçirdiği değişim sürecini aynı anda imliyor.
Don Kişot Sosyal Merkezi’nin yer aldığı, bugün var olmayan binanın bir ismi var mıydı, varsa neydi bilmiyorum. Boyası vurulmamış tuğlalarıyla yarım kalmış, bakımsız ve ruhsuz bir binaydı. İlk ve son sakinleri Yeldeğirmeni’nin don kişotları oldu. Böylece muhafaza edildi ve etti. Bir arada yaşanan bir dönüşüme mekan, bu sayede ise ilk kez bir ev olabildi. Olabildiğince şiirsel ve her yanıyla politik.
Kaynakça
[1] A. Arda İnceoğlu, Evin Anlamı ve Kentlileşme Süreçleri, İstanbul Teknik Üniversitesi, 1999.
[2] Gülmelek Doğanay, “Avrupa’da İşgal Hareketlerinin Kapsamı ve Türkiye Örneği: Don Kişot Sosyal Merkezi”, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 4.2, (2016): 94.
[3] Hans Pruijt, “The Logic of Urban Squatting”, International Journal of Urban and Regional Research, (2011): 1-2.
[4] Anders Corr, Anarchist Squatting and Land Use in the West, www.ditext.com (Erişim Tarihi: 21 Kasım 2021).
[5] Pruijt, s.2.
[6] Doğanay, s.98.
[7] www.gov.uk
[8] Yeldeğirmeni Don Kişot İşgal Evi, Odak Dergisi.
[9] Doğanay, s.102.
[10] Selen Kıcı, Türkiye’de İşgal Evleri: Don Kişot Sosyal Merkezi Örneği, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2015.
[11] Dilşad Özçelik, Yeldeğirmeni’ndeki Soylulaştırma Sürecinin Bir Etnografisi, Kadir Has Üniversitesi, 2019.
Kapak Görseli: Bianet
Ayrıca bakınız: Habertürk, P24.
Bahsi geçen hafıza yürüyüşlerine katılmak için Karakutu Derneği’ni takip edebilirsiniz.
Türkiye’den ve Hollanda’dan dört mahallenin soylulaştırma sürecine dair hazırlanmış bir grafik roman: No Seat At The Table.