Ruhun bütün kılcallarında ürperti, kendiliğin vicdani sorgulamasını uyandıran seyir: İkinci Katil. Seyirciye tutulan bir ayna, ki kırılması mutlak. Shakespeare’in metni iktidar ilişkileri açısından ters yüz edilir ve Macbeth’in yanında adsız bir katilin, Banqou’yu öldüren üçlüden birinin hikâyesi anlatılır. Nasıl ki cadılar Macbeth’e ölümcül bir kehanet sunar, kişiyi yazgısı (?) ve vicdanı arasında bir seçim yapmaya zorlar; benzer cümleleri, ikinci katilin kulağına da fısıldarlar. İkinci Katil Warden ve karısı Mary, bu fısıltıları makûs talihlerini aydınlatacak bir umut ışığı olarak göreceklerdir, yüreklerindeki ve çevrelerindeki tüm iyicil uyarıları duymazdan gelerek, kendi söyledikleri yalana yine kendileri inanarak.
Serhat Yiğit’in cüretkar kalemi, günümüz siyasi sorunlarına da bir bakış açısı geliştirerek, kötülüğü hep başkalarında, özellikle yukarıdakilerde arama alışkanlığından sıyrılmamızı sağlayacak bir metin ortaya çıkarmış. Hırsları ve işlediği suçlarla ne Macbeth yalnızdı, ne de uyanıkken gördüğü kâbuslarda ellerini kandan arındırmaya çabalayan Lady Macbeth. Foucault’nun da meşhur yaklaşımı ile, iktidar tepeden aşağıya tek taraflı işleyen ve yasaklarla dönüştüren bir mekanizma olmaktan uzaktır. Karşılıklı etkileşimle, kontrol edilebilen ve edilemeyen yanlarıyla, insan ilişkilerini ağ gibi saran, olumlu ve olumsuz eylem kipleridir. -Oyun içerisinde de benzer bir ilişkiye rastlıyoruz, hangisinin diğerini belirlediği sorusunun cevabı verilemeyen ama aralarındaki bağ inkar edilemeyen, yazgı ve kehanet- Beni de en çok etkileyen, yüzyıllardır sahnelenen, artık kutsiyet kazanmış bir eserin, aykırı bir perspektifle yeniden yazılıp kurgulanması oldu. Shakespeare’in arka planda bıraktığı katil üzerinden yeni bir sorgulama, hesaplaşma.
Bu kadar başarılı, cesaret gerektiren metnin, böylesi performanslarla neredeyse kusursuz biçimde sahneye aktarılması da büyük şans olsa gerek. Oyunculuklar, dekor, dekorun ikili üçlü planda harikulade kullanımı, müziğin uyumu, seyircinin oyunun ruhu içerisine girmesini o kadar kolaylaştırıyor, hikâyenin içselleşmesini o kadar başarılı bir biçimde sağlıyor ki, bazı feryatlarda acıyı hissediyor, yankılanan tiratlarda yüzleşmeyi kendi vicdanınızda duyumsuyorsunuz.
O hissi yakalamak adına, baştan sona ince ince dokunmuş her şey. İşlenen konunun ağırlığı, Shakespare metnine öykünmenin zorluğu dikkate alınarak, yavaş yavaş pesten tize geçiyor, sindir sindire ilerliyor ve sürekli yükseliyor ritim. Setlerini yıkan bir sele kapılıyorsunuz sonunda.
İrfan Kılınç ve Funda Koçak’a ayrı bir bahis açmak gerek. Oyunculukları muhteşem, karakterlerinin yüklerini omuzlamış, vicdani açmazlarını varoluşlarının bir parçası haline getirmişler. Hikâyenin gittikçe hızlanan adımlarına paralel olarak, onların da performansları açıldıkça açılıyor, sesleri solukları derinlik kazanıyor.
Oyuncu seçiminde göz tırmalayan tek tercih, Lady Macbeth. Ne çığlıkları, ne görünüşü itibariyle bir benzeşme veya his uyandırıyor. Diğer hiç kimse, büründüğü rol içerisinde sırıtmıyor, iyi tasarlanmış kostümleriyle herkes İskoçya’nın tarihinden çıkıp gelmiş gibi. Cadıların kıyafet ve makyajı ayrıca yaratıcı, bana Sivas DT’nin Lysistrata oyunundaki heavy metal uyarlamaları anımsattı.
Oyunun sonunda herkesin payına düşen özel bir izlenim, vurucu bir cümle vardır, benim zihnime çakılan çiviyle bitireyim: “En az kader kadar büyük bir yalandır, insanın kendi kaderini yazabileceği inancı.”
İkinci Katil, Ankara DT’de sezonun en iyi oyunu belki de, kapalı gişe oynuyor, ihmal etmeyin.