2 Aralık’ta Ankara’dan yola çıkan 27. Gezici Festival 8 Aralık’a kadar gösterim, söyleşi ve sunumlarla Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde olacak. Yolculuğu 14 Aralık’a kadar devam edecek festivalin sonraki durakları Sinop ve Kastamonu.
Bugüne kadar binlerce filmi izleyiciyle buluşturan yönetmen ve oyuncuların katılımıyla söyleşiler gerçekleştiren Gezici Festival 27. kez yola çıkmışken Ankara Sinema Derneği Başkanı ve festivalin sanat yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.
Röportaj: Sema Çavdar – Haydar Haluk Ceylan
Gezici Festival’in yeri seyircisini önceleyen politikalarıyla, gezdiği şehirlerle sinemaseverlerde ve festival takipçilerinde ayrı. Festivalin 27 yıldır devam eden serüveninden ve misyonundan bahseder misiniz?
1995 yılında Gezici Festival’i yapmaya karar verdiğimizde ne Türkiye’de ne de dünyada böyle göçebe bir festival yoktu. O zamanlar her biri 25-30 kiloluk 35 milimetrelik kopyalar vardı. 30 tane film gösterdiğiniz zaman neredeyse bir tona yakın bir ağırlığı taşımak zorundasınız ve ilk yıl bize “Siz hepiniz delisiniz, böyle bir şey yürümez,” denildi. Neticede 27 yılda 23 kent ve 5 ülke gezilmiş oldu. Bazı detaylar var, konuştukça hatırlıyorum. Bize evini açan, “Otellerde kalmayın lüzumsuz yere para harcamayın. Bizim ev boş, buyurun bizim evde kalın” diyen, bize her sabah çiçek getiren, börek getiren, “Kendi ellerimle yaptım” deyip baklava getiren izleyicilerimiz oldu. Bizimle beraber kent kent gezen izleyicilerimiz oldu. Mesela Kars ve Artvin’e gittiğimiz ilk yıllarda bu iki kentte sinema yoktu. Misyonumuz aslında küçük kentlere, yerlere gitmekti. Bunu bir şekilde becerdik.
Bizimle beraber iki nesil büyüdü. Bizim izleyicimiz olup sonra sinema sektörüne giren insanlarla tanıştım. 10 yıl önce genç bir kız önümü kesti. “Ben sizin yüzünüzden sinemacı oldum,” dedi. “Nasıl oldun?” dedim. “Ben Kars’a gelmiştim, sinema konuşalım etkinliğine. Orada tanıştım insanlarla ve şimdi İstanbul’da sinema sektöründe çalışıyorum,” dedi. Bütün bunlar çok güzel şeyler. Yani aslında festival işte belirli bir mekanda birkaç tane filmin gösterildiği, iki üç söyleşinin yapıldığı bir yer değil. Ve bunu Anadolu’nun küçük kentlerine gittiğimizde çok daha güzel bir şekilde fark ediyoruz. Misyonumuz o yüzden gitmek, gezmek, görmek. Geçenlerde Ersoy Hoca’yla konuşuyordum, Ersoy Soydan’la. Kastamonu Üniversitesi İletişim Fakültesinin dekan yardımcısı. “Siz yüzlerce öğrencinin hayatını değiştirdiniz,” dedi. Hakikaten o filmlerin gösterimi, filmlerden sonra yapılan söyleşiler, özellikle sinema öğrencilerinin önünde gerçekten birtakım ufukları açıyor.
Önce şunu söylemek lazım, yani biz ticari bir kuruluş değiliz, Ankara Sinema Derneği’yiz. Tabii ki sponsorlarımız var. Zaten Festival kendi içinde para kazanan bir etkinlik de değil. Mesela geçen yıl “Ya 15 liraya bilet mi olur?” dedi biri. Gösterimler sadece Ankara’da ücretli, Sinop ve Kastamonu’da ücretsiz. Ben de “Sinop’a gelin orada ücretsiz,” dedim. Kişisel görüşüm, sinema biletlerinin bu ülkede çok pahalı olduğu. Şimdi 25 liraya kahve içiliyor. Bir bilet tabii 50 lira olsun diyenler de var ama ben şuna inanıyorum: Bu ülkede bazı şeyler maalesef dolara endeksli, yani sinemalarının büyük bir çoğunluğu zaten yabancı bir şirketin elinde. Onlar da hesaplarını yaparken “Kaç dolar?” diye hesaplıyorlar. Şimdi 3 dolar bir sinema bileti için ucuz görünebilir ama ayda bin lirayla geçinmek zorunda olan bir öğrenci için 50 lira, 40 lira bence büyük bir para. Şu an bilmiyorum, Kredi Yurtlar Kurumu öğrencilere hala kredi veriyor mu? Ama herhalde bin lira vermiyordur. Bizim zamanımızda, bundan 50 yıl evvel, 500 lira verirdi. Hiç fena bir para değildi, bir depo benzin çünkü 125 liraydı. En azından 4 depo benzin kadar kredi veriliyordu öğrencilere, 50 yıl önce. Şimdi bir deponun bin liraya dolduğunu düşünürseniz bir kredinin en az 4 bin lira olması gerek. Basit hesaplardan yola çıkıyorum. E şimdi bizim de izleyicilerimizin büyük bir çoğunluğu öğrenciler ve emekliler.
Benzer bir politikayı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de uyguluyoruz. Biletler yıllardır 3 lira, 5 lira. Bedava da yapmıyoruz. Çünkü onun bir meşakkati olsun istiyoruz. Özellikle büyük kentlerde bedava olunca da kapılar açılıyor, kapanıyor. Dolayısıyla 3 liralık bilet için de insanların bir çaba göstermesini, gelip gişeden bilet almasını istiyoruz. Tabii hiçbir şekilde ne Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin ne festival ekibinin oradan bir gelir elde etmek gibi bir derdi yok. Bizim de aynı şekilde. Biz biliyorsunuz, kendi DCP’mizi kendimiz taşımak zorundayız. Gittiğimiz hiçbir yerde DCP gösterici yok. Ankara’daki gösterimler için Doğan Taşdelen Çağdaş Sanat Merkezi’ne DCP kuruldu. Ayın 8’inde sökülecek. Sinop’ta Halk Eğitim Merkezine kurulacak. Ondan sonra 11’i akşam tekrar sökülecek. 12’sinde Kastamonu Üniversitesinin salonunda kurulacak. Yani DCP’nin çok ciddi günlük kirası olmasına karşın bilet ücretlerini ya minimumda tutmayı ya da tamamen ücretsiz yapmayı tercih ediyoruz. Doğrusu da budur. Yurt dışında, o çok özendiğimiz Avrupa’da daha ucuz biletlerle film gösteren ve belediyelerce desteklenen sinemalar var. Türkiye’de böyle bir şey yok. Kültür ve Turizm Bakanlığının bundan 7-8 yıl önce böyle bir projesi vardı. Bakan değişti, olmadı. Devletimiz daha ucuz biletle daha fazla insanın sinemaya gitmesini, özellikle de Türkiye’de üretilen filmlerin izlenmesini sağlayacak birtakım politikalar oluşturmak zorunda. Şimdilik yapılmıyor ama yapılması gerekir.
Alışageldiğimiz film festivallerinden farklı olarak Gezici Festival’de açılış ve kapanış töreni yapılmamasının sebebi nedir?
Aslında bazen açılış törenleri falan yapıyorduk, eskiden. Sonra bu işten enikonu vazgeçtik. Çünkü neticede açılış törenine ya da kapanışa çağırdığınız insanlar sizin izleyicileriniz değil de birtakım kuruluşların temsilcileri, sponsorlar, ne bileyim üniversitede öğretim üyeleri falan oluyor. Halbuki gerçekten bir açılışa, kapanışa çağırmanız gereken izleyiciler festivalin ilk günü ilk gösterimde zaten sinemada olacaklar.
Bir de kendine göre birtakım meşakkatleri de olan bir iş. Elinizde bir salon var diyelim. 400 kişilik davetiye dağıtıyorsunuz. Belirli kuruluşlar size destek veriyor. Onların ilgililerini, yetkililerini çağırmak zorundasınız. Elinizdeki davetiye sayısı kısıtlı olduğu için bazı insanlara davetiye gitmiyor. Onlar da haklı olarak kükrüyorlar. Davetiye yolladığınız bazı insanlar gelmiyor. Salonun bazen üçte biri boş kalabiliyor. Bir festivalin, özellikle bizim gibi gösterime ve söyleşiye dayalı bir festivalin açılış ve kapanış törenine ihtiyacı var mı, diye düşündük. Sonra arkadaşlarla böyle bir karar aldık, yapmıyoruz. Antalya’nın kocaman bir açılışı oluyor. Kocaman bir ödül töreni oluyor, bayağı zamanımızı yiyen bir etkinlik. Ama orada başka bir durum var. Antalya’nın ulusal yarışmaları, uluslararası yarışması, senaryo yarışması var. Forum bölümünün yarışmaları var. Yani Antalya başka bir düzeyde. Bizimki kendi halinde, küçük, göçebe. Tuncel Kurtiz hep öyle derdi: “Siz göçebesiniz. Size kimse yardımcı olmaz. Sizin adınız bile yok.” Gerçekten de Gezici Festival hiçbir kente ait olmayan bir şey. Gezici, göçebe işte yani yapacak bir şey yok. Yine Tuncel Kurtiz’in benzetmesiyle: “Biraz çingenelik.” “Çingeneler gibi geziyorsunuz,” derdi. O yüzden açılış kapanış törenleri yok, yaklaşık 8-9 yıldır yapmıyoruz.
Gezici Festival’in heyecanla beklenen bölümlerinden canlı müzik eşliğinde sessiz film gösterimleri bu sene de Babazula eşliğinde gerçekleşecek. Seçkinin film seçimleri nasıl yapılıyor?
Aslında 2015 yılından itibaren “Sinemanın Öncü Kadınları” diye bir bölümümüz oldu. 2020 yılında pandemi nedeniyle festivali yapamadık. 2021’de biraz daha kısıtlı olanaklarla yaptık. Bu yıl da ABD Ankara Büyükelçiliği’nin katkılarıyla üç ayrı bölüm düzenliyoruz. Bunlardan bir tanesi de yine “Sinemanın Öncü Kadınları”. Şöyle ki, 1921 yılında daha sinema emekleme dönemindeyken gerçekten çok önemli kadın yaratıcılar var. Senarist, yapımcı, yönetmen… Onların filmlerini bulmaya çalışıyoruz. Bu filmlerin çoğu, zaman içinde kaybolmuş, sonra restorasyonu dijitalizasyonu yapılmış filmler. Bu yıl da 1921 yapımı “Eli Kulağında” adlı bir film bulduk.
BabaZula da bizim yıllardır aslında beraber çalıştığımız bir topluluk. Türkiye’de ve yurt dışında birçok şehre ve festivale birlikte gittik. Bu yıl Ankara’da başlayarak daha sonra Sinop ve Kastamonu’da devam ederek Eli Kulağında filmini canlı müzikleriyle seslendirecekler.
Festivale bu sene dahil olan yeni bölümlerde hangi filmler izleyiciyle buluşacak?
Bu yıl çok ilgi çekeceğini düşündüğümüz iki bölümümüz var. Bir tanesi “Basın: Tehdit Altında”, diğeri de “Özgür İfade”. En son bir istatistiğe göre dünyada basının sadece yüzde 4’ü özgür. Geçenlerde bir Alman arkadaşımla konuşuyordum. Artık Almanya’da gazetelerde ve televizyonda haber değil de yoruma yönelik programlar yapıldığından bahsetti. Tamamen haber yerine “bu iş böyledir ama şöyle oldu” gibi, yani haberlerin yorumlaştırıldığına dair bir serzenişte bulundu. Biz de “Tehdit Altında”da basının bir ülkenin hayatında ne kadar önemli bir rol oynadığını gösteren filmler seçtik. İki tane belgeselimiz var bu bölümde. Bir tanesi Filipinler’le ilgili Kuşatma, diğeri de Bir Gazetecinin Öldürülüşü. Hepsi gerçek olaylardan yola çıkıyor. 2018’de 27 yaşındaki bir gazeteci Slovakya’da öldürüldü. Sıradan bir suç gibi görünen olay, bütün Avrupa’yı etkisi altına alan büyük bir skandala dönüştü. Sonuçta ülkenin hükümetine kadar çıktı bu iş ve hükümet düştü. Türkiye’de çok fazla ses getirmese de bu olay nedeniyle Slovakya’nın politik ve sosyal yapısı değişti. Ve bu tamamen basının etkisiyle, basının bu işin üzerine gitmesiyle oldu. Bu anlamda birçok ödülü de olan önemli bir film.
Bu bölümde göstereceğimiz filmlerden bir diğeri 1976 yapımı Alan Pakula’nın çektiği Başkanın Bütün Adamları. Başrolde Dustin Hoffman ve Robert Redford var. Dört Oscar almış, Washington Post gazetesinin Watergate Skandalı’nı nasıl ortaya çıkardığını anlatan, sinema tarihine geçmiş çok da önemli bir film. Bu filmleri de izleyicilerimizle paylaşmak istiyoruz. Çünkü artık böyle filmler televizyonlarda da pek gösterilmiyor. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da. Amerikalılar zaten Ronald Reagan’dan beri işte birtakım fantastik kahramanlar, saçma sapan masalsı hikayeler, uçan adamlar, uçan kadınlar, örümcek adamlar filan gibi şeylerle uğraşıyor. Halbuki 1960’larda, 70’lerde sinemanın çok önemli bir işlevi vardı. Gerçekten toplumsal sorunlara parmak basan, ciddi konuları ele alan, bazen de belki ülkenin politik iklimini değiştiren filmler yapılıyordu. Şimdi böyle filmler yapılmıyor. Bizim amacımız biraz da televizyonda göremeyeceğiniz filmleri göstermek.
“Özgür İfade” bölümünde Amerika’da oldukça önemli olaylara neden olan “Kaepernick ve Amerika” adlı belgeselimiz de var. 2016’da ünlü Amerikan futbolu oyuncusu Colin Karpernick’in siyahilere uygulanan ayrımcılığı ve polis şiddetini protesto etmek için dizinin üzerine çökmesiyle Amerika çılgına dönüyor. Daha sonra bu eylem biçimi kitlelere yayılıyor. Herkes dizinin üzerine çökmeye başlıyor fakat ilginçtir, eylemi başlatan kişinin adı anılmaz oluyor.
Bu bölümde bir de “Paravan” adlı bir filmimiz var. The Front. 1976 yapımı. Martin Ritt’in yönettiği, Woody Allen’ın sinemadaki ilk yıllarında oyuncu olarak yer aldığı bir film. 1950’lerde McCartney döneminde “Amerikan Karşıtı Eylemleri Araştırma Komitesi” diye bir komite kuruluyor. Bu komite televizyonda ve sinemada çalışan oyuncuları, senaristleri, yönetmenleri, yapımcıları sorguya çekiyor. Bir kısmını kara listeye alıyor ve işsiz kalmalarını sağlıyor. Böyle 7-8 yıl işsiz kalan insanlar var. Aradan 70 yıl geçmiş olmasına rağmen üzerinde hakikaten düşünülmesi gereken çok önemli bir konu. Bizim filmimiz de bu ciddi konu üzerine bir komedi. Televizyonda skeç yazan üç tane senarist var ve hepsi kara listede. Sokaktan ilgisiz bir adam -Woody Allen- onların yerine geçiyor, onların paravanı, hayalet yazarı oluyor. Çok önemli bir film. Yıllar önce izlemiştim. Bende bir de betamax kopyası var. Bu filmi de izleyicilerimizle paylaşacağız.
Antalya Altın Portakal Film Festivali direktörü olduğunuzdan beri Antalya’da gösterilen ya da yarışan filmleri de göz önüne alarak Gezici Festival’de izleyeceğimiz filmleri öngörür ve heyecanla bekler olduk. Sizin açınızdan Antalya Altın Portakal Film Festivali direktörü olmanızın Gezici Festival’e katkısı ve etkileri oldu mu?
Şöyle, belki filmleri almak daha kolay oluyor. Gerçi herkes bizi tanıdığından genelde “Ben size film vermeyeyim, bir dursun” filan diyen olmuyor. Bir de Antalya’nın bize dolaylı, şöyle bir faydası oluyor. Mayıstan itibaren Antalya için film izlemeye başlıyoruz. Yani o kadar çok film izliyoruz ki artık Gezici Festival’in başlangıç noktası da ister istemez mayısa doğru kayıyor. Dolayısıyla seçkiyi yaparken o izlediğimiz filmlerle daha iyi bir seçki yapma şansımız oluyor. Eskiden son üç aya, dört aya sıkıştırırdık. Bu kadar çok film de izlemezdik. Bizim için öyle bir avantajı var.
Antalya’da çalışmaya başladığımızda şunu gözlemledik: Antalya çok büyük bir organizasyon. Ayrıca şöyle bir konu daha var, 2007-2017 yılları arasında Altın Koza’nın uluslararası bölümünü düzenlemiştik. Orada işler biraz daha kolay yürüyordu. Nedense herkesin gözü Antalya’da. Yani Antalya’nın, Türkiye’de düzenlenen diğer festivallerle kıyaslanmayacak farklı bir konumu var. Politik olarak, sinemasal olarak. Dedikodusu dahil olmak üzere, yani herkesin gözünün üzerinde olduğu bir festival yapıyorsun. Pandemi nedeniyle biraz küçülmüştük. Bu yıl yine 600’ün üzerinde konuk oldu. İlk yıl, 2019’da, 907 konuğumuz vardı. Pandemi nedeniyle 2020, 2021’de bu sayı biraz düştü. Herkes gelmek istiyor. Herkes Antalya’da olmak istiyor.
Altın Portakal tabii çok büyük bir organizasyon. Yani her konuda çok büyük bir festival. Türkiye’de ulusal filmlerde ilk gösterim koşulu var. Dolayısıyla diğer festivallerde gösterilmiş filmler Antalya’da gösterilemiyor. Uluslararası yarışmada da FIAPF üyesi bir festival olduğu için Türkiye’de ilk gösterim koşulu var. Yani Antalya farklı bir dünya. Bizimki (Gezici Festival) kendi içinde daha küçük, daha halka açık bir festival. Neticede bir hafta içinde bitmesi gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye’deki hiçbir festivali Antalya ile kıyaslamak aslında mümkün değil.
Gelecek seneler için planlanan yeni bölümler var mı? Ya da festival için yenilikler düşünüyor musunuz?
Bu yılı bir atlatalım da hayırlısıyla… Yani pandemiden sonra ilk defa biraz daha büyüdük ama önümüzdeki yıllarda herhalde bir şeyler düşüneceğiz. Biz aslında her yıl bir şeyler yapıyoruz, değişik bir fikir üretiyoruz. 25’inci yılımız nedeniyle bir belgesel çalışmamız oldu. Onunla uğraştık. Pandemi nedeniyle Gezici Festival’in belgeseli biraz kenarda kaldı. Şimdilik rafta duruyor. Belki gelecek yıl bu belgeseli de programa alabiliriz. Son 27 yıl içinde festivale konuk olmuş ama şu an hayatta olmayan bir sürü insan var. Onlarla ilgili ve ülkemiz sinema tarihinin de belgesi niteliğinde görüntüler vardı elimizde. Eskiden küçük bir kamerayla çekiyorduk. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren daha fazla görüntü sahibi olduk. Bu belgeseli önümüzdeki yıl programa koyabiliriz.
Festivalin Ankara ayağı için son olarak izleyicilere iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Biletlerin büyük bir çoğunluğu satıldı. Bilet alıp gelemeyecek olan izleyicilerimizden biletlerini iade etmelerini rica ediyoruz. Çünkü sırada bekleyen insanlar var. Salon dolu diyoruz. Arkasından salona bakınca 10 tane boş koltuk görüyoruz. Biletlerin ucuzluğundan mı kaynaklanıyor, insanların işinin olmasından mı, Ankara’nın trafiğinden mi emin değilim ama biletlerini alanlar lütfen gelsinler, gelmeyenler de iade etsin, onu rica ediyorum.
*Fotoğraflar Gezici Festival ve Antalya Altın Portakal Film Festivali arşivlerinden alınmıştır.