Menu Kapat
Kapat

Dr. Gizem Sürenkök ile Cumhuriyetin kurucu kuşağının psikolojisini anlamak

Pusula Banner
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu

30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 103. yıl dönümünü kutlayacağımız bu haftada, zaferi konuşacağız. Ancak bu söyleşide ele alacağımız zafer, Atatürk’ün Alaşehir konuşmasında “Bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bunlar, süngü zaferleri değil; iktisat, ilim ve irfan zaferleri olacaktır.” diyerek müjdesini verdiği Cumhuriyet kazanımları olacak. Zaferin psikolojisini, bu kazanımlara imzasını atmış, Atatürk’ün “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyoruz, gür alevler halinde dönmelisiniz!” sözleriyle uğurladığı ve döndüklerinde çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan nesil üzerinden değerlendireceğiz.

Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden taslağı hazırlanan 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun, Türkiye’de nitelikli insan gücünün yetişmesi için yabancı uzmanlardan faydalanmayı amaçlıyor. Bu, bir yabancı hayranlığı değil. Bilakis Atatürk’ün Nutuk’ta, “Ulusumuzun geleceği için sadece bilim ve fen alanında yabancılardan yararlanılabilir.” diyerek ifade ettiği gibi günü değil yarını düşünen bir politika. Kendi kendine yetmeyi amaç edinen, kendi gerçekleriyle barışık, çok yönlü bir vizyon. Bilim tarihinden güzel sanatlara, ormancılıktan veterinerliğe, arkeolojiden yer bilimlerine uzanan bu aydınlanma yolunun temelinin eğitim olarak atılmasında da eğitime verilen önemi görüyoruz. Eğitim, kalkınmanın anahtarı olarak görülünce, bugün ele alacağımız Cumhuriyetin ilk kadroları da akılcılık ve bilime mutlak inanarak yetişiyor.

Peki Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan, Cumhuriyetin kuruluşunu gören ve yurtdışında aldıkları yüksek eğitim sonrası ülkelerine dönüp Cumhuriyetin çekirdek kadrolarını oluşturan bu kuşağın karakter özellikleri nasıldı? Bu kuşağa dair anlatılar sıklıkla isimler, başarılar veya anekdotlar üzerinden şekillenir. Kansu Şarman’ın Türk Promethe’ler kitabında (2005), Göker Göktepe’nin Kıvılcımdan Volkana belgeselinde (2011) veya Ertuğrul Sertbaş’ın Kıvılcımdan Aleve sahne gösterilerinde (2021) olduğu gibi. Oysa bu insanların ortaklaştığı psikolojik yapı; yani o zihinsel duruş, değerler bütünü ve karakter gücü çok daha az konuşulur. Bu yazı, o kıvılcımların hangi ruh haliyle alev olduklarına bakmayı deniyor. Günümüzde bu kuşakla empati kurmak giderek zorlaşırken kurulabilecek duygusal ve düşünsel bir bağa, var olan parçaları bütünleyerek, anlatıyı isimlerden bağımsızlaştırarak ışık tutmayı amaçlıyor. Öne çıkan ortak özelliklerle beraber bir kurucu kuşak portresi çiziyor.

“Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl bir psikolojiyle inşa ettiler?”, “Bugün bizde o ruh hangi biçimde yaşıyor ya da eksik?”, “Bu kuşakta görülen ortak zihinsel yapı nasıldı?” gibi soruların yanıtlarını, doktorasını yurtdışında tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş psikolog Dr. Gizem Sürenkök ile arayacağız. Kendisi bize, sahnenin iki tarafından seslenecek.

“Erken Cumhuriyet döneminin en belirgin özelliği: sorunu görür, çözer, sorumluluk devreder ve hemen harekete geçer.”

Ya İstiklal Ya Ölüm: Cumhuriyet Yolunda başlıklı sergiden bir pano. Devlet bursuyla gittiği İsviçre’de Neuchâtel Üniversitesi’nde hukuk doktorasını tamamlayan, genç Cumhuriyetin hukuk devrimlerine katkıda bulunan, eğitimci kimliğiyle de birçok kuşağın yetişmesine önayak olan Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, Atatürk’ün Ankara İdadisi’ni (Taş Mektep bugünkü adıyla Ankara Atatürk Lisesi) ziyaretlerindeki öğrencilerden biri. (Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi / 6 Ekim 2023)

O kuşağa dair en etkileyici bulduğum özellik olan “yılmazlık” ile başlamak istiyorum. Star TV’de erken final yapan bir dizi vardı: Yüzyıllık Mucize (2023). Dizi biterken, Birkan Sokullu’nun canlandırdığı, Cumhuriyetin ilanını görmüş, hiç yaşlanmayan, 130 yaşındaki erkek ana karakteri, yeni bir hayata ziraat mühendisi olarak başlarken gördük. “Doğru fidanlamayla kuraklık sorununu çözebiliriz” diyerek anlattığı yeni projesiyle. Bu azmi, vazgeçmemeyi, yılmazlığı o dönemi yaşayan, Cumhuriyetin ilk kadrolarını oluşturan, yurtdışında yüksek eğitim alıp ülkelerine dönen kuşakta da görüyoruz. Sıfırdan yaptılar ve oldu. Ülkenin kalkınma yolculuğunda kendi etkilerini gördüler. Daha fazla sorumluluk alarak çalışmaya devam ettiler. Saygı gördüler. Sonrasında da hep çalışınca olacağına inandılar. Yılmazlık nedir? Ne ile beslenir?

Yılmazlık; insanın düşe kalka da olsa ilerlemeyi seçmesi, hedefinden eminse yoluna devam etmesi. Cumhuriyetin ilk kuşaklarında beni de en çok etkileyen şey bu. Zorluklarla savaşırken bile sorumluluklarını büyüten bir karakterleri var. Onları ayakta tutan şey sadece direnç değil. “Ülkeyi kalkındırmak” gibi insanın omzuna ağır gelen ama yüreğini genişleten bir amacın peşindeler. Ki buradaki “anlam” duygusu, zaman içerisinde deneyimleriyle sağlamlaşıyor; yaptıkça olduğunu görüyorlar. Yani yılmazlıklarını güçlü kılan şey, kendi emeklerinin sonuç verdiğine tanık olmaları. Aynı zamanda yalnız da değiller, ortak bir amacın etrafında kenetleniyorlar. Birbirlerine yaslanabildikleri bir topluluk ruhu var arkalarında.

Aşağıdaki fotoğrafı geçtiğimiz günlerde Konya’da, Atatürk Evi Müzesi’nde çektim. Atatürk, 21 Şubat 1931 tarihinde Mevlana Müzesi’ni gezerken İsmet İnönü’ye eski eserlerin onarımı, tarih ve arkeoloji konularında uzman yetiştirilmek üzere yurtdışına öğrenci gönderilmesini isteyen bir telgraf gönderiyor. Cumhuriyetin ilk kadrolarını yönlendiren bu sesle ilgili dikkatinizi çeken özellikler neler?

Mevcutla yetinmeyen, “ortaya çıkaralım, canlandıralım, geleceğe taşıyalım” diyen vizyoner bir bakış var burada. Üstelik bunu yaparken tamamen uzmanlık, bilimsel kadro yetiştirme ve kalıcı kurumsallaşma üzerinden konuşuluyor. Bu da erken Cumhuriyet döneminin en belirgin özelliği aslında: sorunu görür, çözer, sorumluluk devreder ve hemen harekete geçer. Üslup sert değil ama çok net ve yönlendirici. Bana kalırsa bu ses tonu, yurtdışına gönderilen öğrencilerin içindeki “yılmazlık” duygusunu da böyle besledi: Seni bir misyonla uğurlayan, senden gerçek bir katkı bekleyen ve yaptığını görecek bir devlet var arkanda.

Atatürk Evi Müzesi’nden / 21 Haziran 2025

İlber Ortaylı ve Şermin Yaşar’ın Cumhuriyet’in İlk Sabahı adlı kitabında cepheden dönmeyen babasını Mustafa Kemal Paşa’ya soran şerbetçi çocuk şu cevabı alıyor: “Senin baban bundan böyle Cumhuriyet’tir çocuk.” Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış, Cumhuriyetin ilanını görmüş neslin Cumhuriyeti sahiplenmesinde o motivasyon da var. Bunu aidiyet kavramıyla nasıl açıklayabiliriz?

Aidiyet, hem “ben buraya aidim” hem de “burası da bana ait” hislerinden oluşuyor. Cumhuriyet, onların gözünde yalnızca bir yönetim biçimi değil, kendi alın terleriyle kurdukları, bedel ödedikleri ve emanet aldıkları canlı bir miras. O yüzden kitaptaki cümle, kaybın yerine sadece bir “teselli figürü” koymuyor. Çocuğa tarihsel bir sorumluluk da devrediyor. Çünkü o kuşak, savaş cephelerinde bıraktığı canları, yokluk yıllarını, umutlarını Cumhuriyetin harcına kattı. Dolayısıyla onu korumak, yaşatmak ve bir sonraki nesle aktarmak da kendiliğinden gelen bir görev oldu. Ben bu aidiyet biçimini pasif bir bağlılıktan çok, aktif bir kurucu kimlik olarak görüyorum: Cumhuriyete ait olmak değil, Cumhuriyeti kendi varlığının ayrılmaz bir parçası saymak.

“Ele aldığımız kuşağın hissettiği borçluluk, kıymet bilmekten doğan bir sorumluluktan besleniyordu”

Türkan Saylan’ın “Her eğitimli kadının bu Cumhuriyet’e borcu var” sözü, Cumhuriyetin ilk kuşaklarının eğitimle kazandıkları fırsatları bir “emanet” gibi gördüğünün, bireysel başarılarını ülkenin kalkınmasıyla birlikte düşündüklerinin bir yansıması. 1991 yılında çekilen bu 23 Nisan kutlamaları fotoğrafını gördüğümde, geliştirdiğim projelere “Cumhuriyet çocukları borçlarını ödüyor.” cümlesini slogan olarak önermiştim. Oysa buradaki çocuk ve borç kelimelerinden rahatsız olanlar da var.  Sizce bu kuşakların hissettiği borçluluk duygusu, onların dayanıklılığını ve üretkenliğini nasıl etkiledi?

Günümüzde borç, daha çok bir yük, hesap kapatma zorunluluğu gibi algılanıyor. Oysa ele aldığımız kuşağın hissettiği borçluluk, utanç veren bir eksiklikten değil; kıymet bilmekten doğan bir sorumluluktan besleniyordu. Eğitim fırsatlarını, yurtdışı burslarını, Cumhuriyetin sağladığı o yeni imkanları bir ikram değil, emanet olarak görmüş olmaları da bundan. Onların üretkenliğini ve dayanıklılığını besleyen de bu bakış açısı bence. Çünkü yaptıkları işi sadece kendi kariyerleri için değil, kendilerinden önce savaşta yitip gidenlere ve kendilerinden sonra gelecek nesillere karşı duydukları bir sorumluluk duygusu ile de yapmışlar. Bu duygu insana güç verir, yorgun düştüğünde bile vazgeçemezsin. Dolayısıyla onlar için bu borçluluk bir kambur değil, tam tersine bir itici güç olarak çalışmış diyebiliriz.

Bahsettiklerimiz, genellikle 18-20 yaş aralığında olan, yurdun dört bir yanından gelen, yapılan bursluluk sınavını kazanmış lise mezunları. Cumhuriyetin eğitimle getirdiği fırsat eşitliğini de liyakati de ailelerindeki “Asimile olur mu?” korkusunu da görüyoruz. Bu yaş aralığının duygu durumu ve karşılaştıkları zorluklarla ilgili neler söyleyebiliriz?

Bu gençler hem çocukluk kırılganlığını taşıyan hem de bir anda “memleketi temsil etme” yükünü omuzlarına almış bir kuşağın insanları. Kaygılarının yanında büyük bir gururla seçildiklerinin de farkındalar. Üstelik burslar sınırlı ve başarı baskısıyla iç içeler. En zorlayıcı yanlardan biri de bugünle kıyaslanamayacak ölçüde ailelerinden kopuk yaşamaları. Ne sık sık eve gidip gelebiliyorlar ne de kolayca haberleşebiliyorlar. Bu yalnızlık, köklerinden uzak düşme ihtimaliyle birleşince hem kimliksel bir sarsıntı hem de ağır bir sorumluluk duygusu yaratıyor. Duygusal ve maddi tüm zorlukları “benim yerime onlarca başka kişi gelebilirdi” bilinciyle sırtlanmış olmaları, onları hem ülkelerine bağlı hem dünyaya açık bireyler haline getiriyor.

Ben doktora tezimi akademik göçebelere ithaf ettim. Çünkü kariyeri için dünyayı dolaşanlar, bir sonraki pozisyon için bilgisayarın başında başvuru yaparken kendini dünya üzerinde bağımsız tek bir nokta gibi hissendenler çok iyi biliyorlar ki saat farkı, vize gerekliliği, değişen döviz kurları, farklı kültürlere adaptasyon araştırmanın kendisi kadar bir mesai daha istiyor. Peki siz Cornell Üniversitesi’nde tamamladığınız doktora tezinizi kime ithaf etmiştiniz? Bugün ele aldığımız kuşakta tezini “Vatana yaptığı büyük hizmetler için Gazi’ye”  ithaf eden örnekler var. Bu bize ne anlatır?

Tezimi üç kişiye ithaf ettim: yolculuğumun anlamını her gün bana hatırlatan kızıma, aynı rotalarda omuz omuza yürüdüğüm eşime ve Cumhuriyetin mümkün kıldığı fırsatları sonraki nesillere aktarmak için hep gayret etmiş, 1928 doğumlu öğretmen dedeme. Çünkü akademik göçebelik dışarıdan parlak görünse de içeriden bakıldığında türlü mücadelelerle dolu bir dayanıklılık sınavı. Bu yolculuğa anlam katan şey ise ürettiğin bilginin kimin emeğinin devamı olduğunun bilinci bence.

Cumhuriyetin çocuk ruhu

Atatürk, yaştan bağımsız olarak sevdiklerine “çocuk” diye hitap edermiş çünkü onun gözünde çocuk kelimesi her şeyden önce bir sevgi ifadesiymiş. Atatürk’ün Cumhuriyetle birlikte yeşertmek istediği ruh, keşfetmeye açık, yaratıcı ve heyecanını yitirmemiş bir çocuk ruhuydu. Bu ruh; bilime, sanata ve düşünceye özgün katkılar sunabilen, dünyaya kendi penceresinden bakma cesaretini taşıyan, olgun bir çocuk ruhuydu. Nihan Kaya da Erteleme adlı kitabında çocuklardaki doğuştan gelen bu benzer hali “tüm-güçlü” olarak ifade eder. Benim için bu tür yazı ya da projelerde en önemli turnusol kağıdı, yapılan işin çocuklara ve gençlere ulaşıp ulaşmadığı. O nedenle bu yazıda mümkün olan her yerde referansları, çocuk kitaplarından, örnekleri günümüz dünyasından verdim. İstedim ki ailelerin ellerinde iz sürebilecekleri kaynaklar kalsın. Aslında bu nesli her yerde görmek mümkün: Bir sergide, bir marşta, apartman girişine asılmış bir tabelada, müzede, televizyonda…

Geçtiğimiz üç yıl, Cumhuriyet kazanımlarına imzasını atmış bu kurucu kuşağı daha çok fark ettiğim ve üzerine daha sık düşündüğüm zamanlar oldu. Umarım sizin için de bu yazıyı okuduktan sonraki günler öyle olur. Herkesin içindeki”‘Cumhuriyet çocuğu”na, ilhamla…


Kaynaklar

  • Sadi Irmak, Atatürk’ten Anılar, Güven Matbaası, 1978, Ankara.
  • Aydın Sayılı, Atatürk İdeolojisi, Erdem, 1988.
  • Çocuklar için Cumhuriyet, Ren Çocuk, İstanbul 2023.
  • Çocuklar için Nutuk, Ren Çocuk, İstanbul 2022.
  • Nihan Kaya, Erteleme, Eksik Parça Yayınları.
  • Kapak fotoğrafı: Merkeziyle, taşrasıyla bir vizyon olan Cumhuriyetin 23 Nisan kutlamaları / Ankara-Çayırhan
Pusula Banner

Paylaş:

İlginizi Çekebilir

Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.