Menu Kapat
Kapat

Ankara Palmiyesi: Yürümek her zaman romantik değil

Ankara Havası
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu

Akın Atauz ağabeyimizin kıymetli anısına.

 

Murat Sevinç’i biliyor musunuz? Ankara ileri gelenlerinden. Kendisi istisnai bir akademisyen, yazar, yürüyücü ve bunlar yetmiyormuş gibi bir de hoşsohbettir. Ben ondan çok şey öğrendim. Ama öğrendiğim en işlevsel şey yürümek oldu. Yani standart yürümeyi epey önce öğrenmiştim. Ama Murat bana çok yakın olmayan bir A noktasından B noktasına, araba, otobüs, motosiklet ve bisiklete ek olarak yürünerek de gidilebileceğini öğretti. Önce deli dedim. Sonra denedim. Oldu.

Başka türlü asla göremeyeceği şeyleri görüyor, tanımayacağı insanları tanıyor, sevemeyeceği kedi köpeği seviyor insan.

Murat’ı Yalıkavak’a yürümesi üzere (berbat da bir yoldur) Ortakent kavşağına bıraktığım güne kadar yürümek benim için sadece eğlence için yapılabilecek bir faaliyetti. O güne kadar da çok yürürdüm. Hasta olduğum zamanlar hariç pek günde 10 bin adımın altına düşmedim. Ama zevk için yürüdüm, gezmek için yürüdüm. Evet, her gün geziyorum ve nitekim zevk sahibiyim. O gün bugündür ulaşım aracı olarak da arada bir ayaklarımı kullanıyorum. Ayrancı’dan bir çıkıyorum, Ulus Hali’nden alışveriş yapıp geliyorum. Yolda fotiler çekiyorum, kediler seviyorum, insanlarla tanışıyorum.

Ama yürümek için ne lazım? Yayaların itibar sahibi olduğu şehirler lazım. Yani neresi değil? Ankara değil. Hemen “sanki İstanbul” filan diye başlamayın. Elbette bütün şehirlerimiz yaya düşmanı. Ama Ankara olmayan şehirler beni daha az ilgilendiriyor. Çünkü Türkiye’nin en halis muhlis şehri Ankara’dır.

Yaya. Yayan. Söylemesi bile güzel. Anlamı da öyle. Yaymaktan geliyor. Yayalım arkadaşlar.

Bakın beni takip edenleriniz bunu yazdığıma inanamayacak. Ama Ankara’nın o berbat şoförlerinde son vakitlerde bir müthiş yaya farkındalığı başladı. Nasıl oldu nasıl bu kadar hızlı gelişti anlamadım. Ama artık Ankara’da arabalar eskiye kıyasla yaya geçidini tanımaya başladılar. Eskiden, yola süs olsun diye çizilmiş çizgiler zannederlerdi. Ama yayalar, Ankara’da arabalar tarafından o kadar sindirilmiş, korkutulmuş canlılar ki yol verilse bile kolay kolay geçemiyorlar karşıya. Arabalar yol vermeye başladı demişken bazı taksiciler ve elbette halk otobüsleri hariç. Onlar kural tanımıyor. Halk otobüsleri neden halk sevmiyor acaba. Sevseler keşke. Ya da belediyeler halk otobüsü şoförlerini toplayıp eğitseler: Bak bu yaya. Bunlar diğer şoförler. Bunlar yolcuların. Bunların hepsi insan. Bunlarla konuşurken bağırma. Otobüsünü sürerken şekil yapma. Yolunda git. Kırmızı ışıklar, beyaz çizgiler, tabelalar. Bunlar yol süsleri, kent mobilyaları değil.

Ne diyorduk? Yaya geçitinde yaya: Hemen durur. Ürkekçe yola bakmaya başlar. Gelen araba dursa bile adımını atmaz yola. Tedirginliği artmış bir şekilde arabaya bakmaya devam eder. Ta ki emin olana kadar. Emin olacağı şey nedir? Zaten kendisine ait olan hakkın ona bahşedildiğini görmek.

Çok söyledim. Yine söylerim. Ankara’nın en büyük özelliği mukavemettir. Ankara dayanır. Melih Gökçek’e 20 yıl dayandı. Yıkılmadı. Başka bir şehir Melih Gökçek’e beş sene dayanamazdı. İstanbul altı ay dayanamazdı. Melih Gökçek eşiği o kadar düşürdü ki arkasından kim gelse iyi görünecekti. Öyle oldu.

Yoksa müspet gerçekler var: Bir yolun altından ya da üstünden arabalar geçer, yayalar değil. Şehir plancıların standart sözüdür bu. Ankara’nın her yeri hala üst geçit, alt geçit. Cinnah’tan yerin altına inmeden bir karşıya geçmeyi deneyin bakayım. Her şey yayalar karşıya geçemesin diye örgütlenmiş.

Kızılay’ı düşünün. Melih Gökçek, Atatürk Bulvarı’na yayalar geçemesin diye neredeyse mayın döşemişti. Sonra da havuzla süslemişti. (Zaten memlekette bir fışkiye aşkı, bir yerden su fışkırtınca o yerin sempatik olduğuna dair bir itikat var. Gölbaşı’nda gölün yanında havuz var yahu. Hemen yanında.) Kızılay’da da yolun ortasına havuzlar ve geçilmez betonlar yapmıştı her yerine. Neden? Çünkü yayalar geçemesin. Sonraki yönetimler de ellemedi. Yayalar geçemesin ki arabalar daha hızlı gitsin. Aman arabalar yavaşlamasın. Bugün Kızılay’dan arabayla geçerken ne görüyorsunuz? Hamam böcekleri. Zavallı yayalar hamam böcekleri gibi geçmeye çalışıyorlar karşıya. Tedirginlik içinde. Ürkek bakışlarla. Ne yapsınlar? Öbür türlü ileri yürüyüp merdiven tırmanıp merdiven inip geri yürüyecekler. Neden? Çünkü yayalar. Ankara’da yayalık suç.

Yayalar daha hızlı hareket etmek için ne kullanır? Toplu taşıma elbette. Yaya dostu şehirlerde toplu taşıma süper olur. Ankara’da da toplu taşıma var. Üstelik toplu taşıdığı kesin. Ama kağnı hızıyla. Çünkü her şey Kızılay odaklı. Nereye giderse gitsin her canlı Kızılay’a uğrayacaktır. Medeni bir ülkede 15 dakikada arabayla gittiğin yere toplu taşımayla 25 dakikada gidersin. Ankara’da bu, iki saate kadar çıkabilir. Neden? Çünkü önce Kızılay’a gitmek zorundasın. Düzenli gittiğim Batıkent’teki A noktasıyla Çayyolu’ndaki B noktası arası arabayla 17 dakika. Toplu taşımayla bir saat 17 dakika. Neden? Çünkü Kızılay’a gitmek zorundasın. Ne? Araban yok mu? Bir saat 17 dakika. Bir o kadar da dönüş. Yaya olmasaydın. Ben mi söyledim yaya ol diye. Bir şehir içinde hepi topu 14 km.’lik yol arabayla 17, toplu taşımayla bir saat 17 dakika olur mu?

Adı İstanbul olmayan bir şehirde insan bir yere gidip gelmek için toplu taşımaya üç saat harcar mı?

Bir de arabaların kutsal sandığı dörtlü yakma fenomeni var. Dörtlünü yaktın mı her yerde durabilirsin. Polis de iştirak ediyor buna. İçinde insan varsa ve dörtlüsü yanıyorsa ceza kesmiyor. Adam yolu kapatmış, herkesi rahatsız etmiş, polis gelmiş uyarıyor. Halbuki suç işlemiş işte. Durmaması gereken yerde duruyor. Trafiği kesiyor, kaldırımı işgal ediyor, yapmaması gereken bir şeyi yapıyor. Dörtlü sinyal kalkan mı?

Bizim polisimiz neden bu kadar barıştırma odaklı? Bizim polisimiz neden kendisini arabulucu sanıyor? Neden bizim memlekette bu kadar fazla lüzumsuz barıştırma faaliyeti yapılıyor? Neden bayramlar filan da alet ediliyor buna? Adam karısını dövmüş. Adamla karısını niye barıştırıyorsunuz kardeşim. Yuvası yıkılmasınmış. Yıkılsın kardeşim öyle yuva. Adamı alın hapse atın. Kadının da önü açılsın. Adam kaldırıma park etmiş. Adamı neden uyarıyorsunuz kardeşim. Ceza kesin. Kaldırımın da önü açılsın. Açın Türkiye’nin önünü.

Şimdi hepinize ödev veriyorum. Sonraki yazıda soracağım. Şu Yaya Hakları Bildirgesi’ni okuyun. İHD Ankara Şubesi çevre komisyonu yazmıştı. Kolektif yazı ama Akın Atauz ağabeyimizin kaleminden çıkma. Keşke daha fazla Akın Atauz olabilseydi. İyi ki yaşadı. Hem zarif hem bilgiliydi.

Ankara Havası

Paylaş:

İlginizi Çekebilir

Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.