Menu Kapat
Kapat

Barınma krizi, mekansal parçalanma, kentsel dışlanma: Kent merkezinde yaşamak bir hayale dönüştü

Ankara Havası
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu

Türkiye’de barınma krizi derinleştikçe, krizin artık salt konut arzı, inşaat maliyetleri ya da fahiş kira artışlarıyla açıklanamayacağı tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor. Kentin kimler tarafından hangi koşullarda, hangi eşiklerde kullanılabildiği; kentsel mekanın sınıfsal ayrışma üzerinden yeniden üretildiğini gösteren en çıplak göstergelerden biri haline geliyor. Ankara ve İstanbul gibi büyük metropollerde merkezde yaşamak, kamusal hizmetlere erişimin en yoğun olduğu yerlerde barınabilmek, ev satın almak ya da kirada oturmak artık orta sınıflar için bile erişilemez bir hayal. Asgari ücretlilerden devlet memurlarına, genç profesyonellerden orta gelirli ailelere, tek başına yaşayan bireylerden öğrencilere kadar uzanan geniş bir kesim, yaşamın en temel hakkı olan barınmanın ağırlığı altında eziliyor.

Deprem riski, konut maliyetlerindeki olağanüstü artış, kiralardaki astronomik yükseliş ve gelir dağılımındaki adaletsizlik; yalnızca kent içinde değil, kentler arasında yaşanan göçü de tetikliyor. Bir yandan rantın kentsel planlamanın yerini aldığı, diğer yandan da altyapının yetersiz kaldığı bu süreçte kentlerin sistematiği bozulurken yaşam kalitesi düşüyor. Kent, tarih boyunca uzlaşmanın, karşılaşmanın, müştereklerin mekanı iken, bugün sınıfsal çizgilerle bölünmüş, parçalanmış, yaşayanlarını birbirine temas etmeyen adacıklara sıkıştıran bir haritaya dönüşüyor.

Ev sahipliği düşerken kiracılık yaygınlaşıyor

Türkiye’de uzun yıllar boyunca konut politikaları ev sahipliğini teşvik etmek üzerine kuruldu. Sosyal konut üretiminin neredeyse yok denecek kadar sınırlı olması, kiralık sürecin tamamen piyasa koşullarına bırakılması, ekonomik krizle birleşince barınma krizinin kapıları ardına kadar aralandı. 2002 yılında konut sahipliği oranı yüzde 73 iken, bugün yüzde 55’lere kadar gerilemiş durumda. Bu düşüş, sadece ekonomik koşulların değil, aynı zamanda mekansal eşitsizliklerin de görünür hale geldiğini ortaya koyuyor.

Ev almanın maliyetinin hızla yükseldiği bir ortamda kirada oturmak zorunluluk haline gelse de artık kiralar da karşılanabilir olmaktan çok uzak. Endeksa verilerine göre Türkiye’de satılık bir konutun ortalama fiyatı 4,5 milyon liradan başlıyor. Ortalama kiraların ise 25 bin liranın üzerine çıkması, konut hakkının bir toplumsal kriz başlığı haline gelmesine yol açıyor. İstanbul’da ortalama kira 34 bin lira düzeyine ulaşırken, Kadıköy, Sarıyer ve Üsküdar gibi merkezi ilçelerde ortalama rakamlar 140 bin liraya kadar çıkabiliyor. Ankara’da ise ortalama kira 28 bin liraya dayanmış durumda ve Çankaya ya da Yenimahalle’nin bazı bölgelerinde bu rakam 80 bin liraya kadar yükseliyor.

Görsel 1- Ankara Ortalama Konut Kirası, Ekim 2025. Kaynak: Endeksa

 

Görsel 2- İstanbul Ortalama Konut Kirası, Ekim2025. Kaynak: Endeksa

Bu verilerin her biri Türkiye’nin sadece barınma krizi yaşamadığını, aynı zamanda kentlerin sınıfsal ve mekansal olarak yeniden bölündüğünü gösteriyor.

Sınıfsal ve mekansal ayrışmanın kentsel sınırları

Merkezi semtlerde yaşam artık orta alt gelir grupları için fiziksel olarak değil, zihinsel olarak bile erişilmez bir hayale dönüşüyor. Ankara’da Çankaya, Yenimahalle ve Etimesgut; İstanbul’da Kadıköy, Beşiktaş, Sarıyer ve Üsküdar gibi semtlerde orta ve üst gelir grupları yoğunlaşırken; Altındağ, Mamak, Keçiören, Sincan, Esenyurt, Sultangazi gibi ilçeler düşük gelirli grupların yoğunlaştığı bölgeler haline geliyor. Sınıfsal ayrışma artık yalnızca ilçeler arasında değil, ilçelerin kendi iç bölünmelerinde de hissediliyor. İlçelerdeki kira alt ve üst sınırları kentsel mekanda da sınıfsal sınırları çiziyor.

Görsel 3- Ankara İstanbul ilçelere göre ortalama, alt ve üst sınır konut kiraları [1]

Aynı mahallede bir sokak arayla 20 yıllık apartmanlarla, iki katlı villalarla, 80 katlı etrafı çevrilmiş rezidansların yan yana yükseldiği çarpık bir kent dokusu oluşuyor. Bu yan yanalık fiziksel olsa da sınıfsal temasın hiçbir biçimde mümkün olmadığı bir kentsel ayrışmanın katmanlarını oluşturuyor.

Tek başına yaşamak neredeyse imkansız hale geldiğinden, artık yalnızca öğrenciler değil; genç avukatlar, doktorlar, mimarlar, akademisyenler bile oda kiralama ya da ev arkadaşlığıyla barınma sorununu çözmeye çalışıyor. Belirli bir yaşa gelmiş olmasına rağmen aile evinden ayrılamayan gençlerin sayısı artarken, umutsuzluğun ve gelecek kaygısının beslediği beyin göçü hızlanıyor. Bu yalnızca ekonomik bir kayıp değil; aynı zamanda bir toplumun geleceğini, hafızasını, üretken gücünü kaybetmesinin ve geleceksizleşmesinin de göstergesi…

Türkiye’de yaşanan bu dönüşüm, neoliberal politikaların küresel etkileriyle paralel ilerliyor. Savaşlar, göç hareketleri, mülteci krizleri, konutun bir barınma hakkı olmaktan çıkarılıp yatırım aracına çevrilmesi; dünyada da gettolaşmayı artırırken ırkçılığı körüklüyor, mekansal parçalanmayı derinleştiriyor.

Küresel örnekler: Viyana ve Berlin

Viyana, yüzyılı aşkın bir sosyal konut geleneğine sahip bir kent. “Kızıl Viyana” döneminden bu yana kamusal konut politikalarıyla dünya kentlerine örnek olan bir model uyguluyor. Bugün kent nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı sosyal konutlarda yaşıyor. Buna rağmen 2025 şubatında Viyana’ya davet edildiğim bir etkinlikte, genç profesyonellerin bile artık tek başına ev tutamadığını, iki hatta üç ailenin bir araya gelerek paylaşımlı evlerde oturduğunu duymak çarpıcıydı. Bu durum, neoliberal politikaların yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın da üzerine çöken bir karabasan olduğunu gösteriyor.

Berlin's Radical Housing Activists Aren't Afraid of Expropriations | The Nation

Berlin’de ise kira tavanının iptal edilmesiyle başlayan süreç sokak eylemlerine kadar yansımış. Soylulaştırma, özellikle Neukölln, Prenzlauer Berg, Kreuzberg gibi mahallelerde hız kazanırken düşük gelirli gruplar ve göçmenler kent çeperlerine doğru sürülüyor. 1900’lerin ilk yarısında işçiler için yapılan toplu konutlar bugün yine göçmenlerin ve alt gelir gruplarının yoğunlaştığı alanlara dönüşmüş durumda. Berlin Duvarı’nın yıkılması kenti fiziksel olarak birleştirmiş olsa da sınıfsal ve mekansal ayrım hala derin bir fay hattı gibi kentin ortasından geçiyor. Artan nüfusun yarattığı baskı altında, ulaşım altyapısı sık sık kesintiye uğruyor; gecikmeler ve iptaller Berlinlilerin günlük yaşamını zorlaştırıyor.

Bu iki örnek bile bize şunu gösteriyor: Sorun yalnızca Türkiye’ye ait değil; barınma hakkının metalaştırıldığı her yerde kentler kırılganlaşıyor, katman katman parçalanıyor.

Kentin hakkı kentlinin hakkı

Bugün Türkiye’de yaşadığımız barınma krizi, kent merkezlerinin ve merkez ilçelerin sınıfsal konumlanışı, kentlerin yalnızca yapılarla değil; hafızaları, kimlikleri, toplumsal ilişkileri ve müşterekleriyle birlikte yeniden tasarlandığını gösteriyor. Kentsel dönüşümün müdahale ettiği her alan, bir yandan fiziksel dokuyu değiştirirken diğer yandan da kentin çok katmanlı hafızasını tahrip ediyor. Kent, bir varlık olmaktan çıkıp bir birikim aracına dönüştüğünde, toplum da yaşam hakkını kaybediyor.

Konutun yatırım aracına dönüştüğü, barınmanın piyasanın insafına bırakıldığı, planlamanın rant politikalarına teslim edildiği bu düzende kentler yalnızca fiziksel olarak değil; kültürel, toplumsal ve tarihsel olarak da parçalanıyor. Değerlerini, mahalle kültürünü, çoklu yapısını, hafızasını kaybeden kentler, adeta bir kentsel demans yaşayarak sakinlerini içten içe çürütüyor.

Bu noktada çözüm, betonun miktarında değil; adaletin, kamusallığın, planlamanın ve hafızanın yeniden inşasında saklıdır.

Kent bir uzlaşma mekanıdır; farklı sınıfların, kültürlerin, kimliklerin karşılaşabildiği ortak bir sahnedir. Ancak bugün kentler bu sahneyi kaybediyor. Sınıfsal ayrım mekanda derinleştikçe, kentin eşitlik ve adalet potansiyeli de silikleşiyor.

Kenti piyasaya değil, kentliye teslim etmek

Barınma hakkı bir lütuf değil, kent hakkının en temel bileşeni ve anayasal bir haktır. Türkiye’nin bugün ihtiyacı olan şey; konutu yeniden sosyal bir hak olarak tanımlayan, planlamayı rant karşıtı ilkelerle yeniden kuran, piyasa-temelli üretim yerine kamucu bir barınma politikasını öne çıkaran bir paradigma değişimidir.

Bu dönüşümün en kritik aktörlerinden biri yerel yönetimlerdir. Belediyeler, uluslararası örneklerde olduğu gibi Viyana’dan Berlin’e kamusal konut üretiminin gerçek öznesi haline gelmelidir. Bugün Türkiye’de belediyeler, sosyal konut bakış açısıyla ucuz kiralık sosyal konutlar üretebilmeli, konutu spekülatif piyasadan korumalı, kooperatifleşmeyi teşvik etmeli, kiralık konut stokunu kentliler adına kamulaştırmalı, dar gelirli grupları merkezin dışına süren mekansal ayrışmaya müdahale etmelidir.

Yık yap değil, kentin konut belleğini korumak

Türkiye’nin yaşadığı yık-yap kültürü; yalnızca binaları değil, mahalle kültürünü, komşuluk ilişkilerini, kentsel hafızayı ve sınıfsal karışımı da ortadan kaldırıyor. Oysa güçlü kentler, hafızası güçlü kentlerdir.

Bu nedenle çözüm; yepyeni kuleler dikmekte, kenti katman parçalamakta değil, mevcut yapı stokunu iyileştirerek, deprem güvenliğini artırarak, köklü mahallelerin sosyal dokusunu koruyarak barınma krizine yaklaşmaktır. Kentsel dönüşüm projelerinin, hafızayı yok eden bir tasfiye aracı olmaktan çıkıp hayatı, mahalleyi, kamusallığı ve dayanışmayı güçlendiren bir model haline gelmesi elzemdir.

Ulaşım, eğitim, sağlık, kültür, rekreasyon ve barınma gibi temel kentsel hizmetler, yalnızca belirli semtlerde yoğunlaşan rant kümeleri değil; tüm kentlilerin eşit şekilde erişebileceği kamusal haklar olmalıdır. Kent merkezleri, yalnızca yüksek gelir gruplarının yaşayabildiği steril adacıklar değil; çoklu kültürlerin, sınıfların, hafızaların ve toplumsal karşılaşmaların birlikte var olduğu canlı mekanlar olmalıdır. Kent işte o zaman kent olur.


[1] Tablolar Endeksa Ekim 2025 verilerine göre yazar tarafından hazırlanmıştır.

Pusula Banner

Paylaş:

İlginizi Çekebilir

Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.