Dersimin olmadığı bir bahar sabahı. Erkenden kalkıp Atakule’nin yolunu tutuyorum. Uzun bir yolculuk: Çayyolu ve Atakule. Şehrin iki ucu. Ama hiç de şikayetçi değilim. Zeki Müren’in Kahır Mektubu kulaklarımda. Yolu bu şarkıyla ölçüyorum. Dolmuşa bindiğim andan itibaren bu şarkı tam olarak Gökkuşağı’nda son buluyor. Meclis’te inip kestirme olduğunu iddia ettiğim lakin hiç de kestirme olmayan yollardan Atakule’ye yürüyorum. Bir kahve alıp terasa çıkıyorum. Hafif bir soğuk, tatlı tatlı yüzüme vuran bir rüzgâr. Saçlarım uçuşuyor. Güneşin altında aşağı yukarı sallanarak parlayan kırıklarım çarpıyor gözüme. Yine de kuaföre gitmek aklımın ucundan dahi geçmiyor. Bir bahar sabahı sonuçta, gözlerimin altından Botanik Park’ı yalayan bir Ankara manzarası. Kulaklarımda Zeki Müren. Gözlerim eski Atakule’yi yenisine giydirmekle meşgul. İşte karşımda, çocukluğumun gölgesinde kalmış yeni Atakule!
Çocukluğumun Atakule’si
Çocukluğumun Atakule’si benim için ilahi bir yerdi diyebilirim. Kuleyle ne zaman tanıştık hatırlamıyorum. Hatırladığım, bir ritüel olarak Hoşdere’yi yokuş yukarı koşa koşa çıktığımız, Jose Marti Parkı’nda saatlerce oynadığımız ve eğer babaannemle dedem uygun görürse zıplayarak Atakule’ye gittiğimiz. Bazen içeriye girmeden sadece aşağıdan yukarı bakmak için, bazen de içeride vakit geçirmek için.
Babam ve amcam bizi Atakule’ye oyun oynamaya götürürdü. Hayatımda ilk defa oynadığım ama oynayamadığım oyunlar. Kardeşim ve benim boşa jeton harcadığımız gerekçesiyle jetonlarımıza el konur, babam ve amcam Dreamland’in keyfini çıkartırken Yağmur ve ben bacak kadar boylarımız, kıyafetlerimizi utanç içinde çekiştirerek onlara salça olmaya çalışsak da o anda görünmez iki çocuk oluverirdik. Belki de hayatımda ilk kez görmezden gelindiğim yerdir Atakule. Ne dersiniz?
İlk sinema deneyimim Atakule’de olmasa da oldukça uzun bir süre beyaz perdedeki tüm çocuk filmlerini buradan takip ettim. Halamın bir elinde ben, diğer elinde kardeşim; Hoşdere’deki evimizden çıkar, Atakule’ye giden yokuşu artık kocaman olduğumuz için büyük bir ağırbaşlılıkla tırmanırdık. Üst kata çıkar, biletlerimiz bir elimizde, diğer elimizde kolalarımız ve dünya üzerindeki belki de en güzel kokan patlamış mısırlar ile salona girerdik. En ön koltuktan film izlenmeyeceğini, Harry Potter ve Sırlar Odası’nı sadece en ön sırada kalan koltuklardan izledikten sonra öğrendiğim yer Atakule.
Eski Atakule’nin Son Yılları
Yıl 2007’ydi sanırım. Atakule’nin artık son zamanları. Ergenliğe girmişim, kimsede olmayan objeleri istiflemeye bayılıyorum. Atakule’nin en alt katında her şeyin ucuz olduğu bir dükkân var. Cam ve ayna kombinasyonu tuhaf biblolar, sert bir şekilde salladığım vakit kaleme dönüşen ilginç bir obje, çocukluk takıntım Ay Savaşçısı’nın oyuncakları, büyüklü küçüklü bir sürü kutu. İleriki yıllarda Brecht’in Üç Kuruşluk Roman’ını okuduğum vakit, hep bu dükkânın içi canlandı gözümde.
Yine ergenliğim zamanları, Atakule’nin giriş katında bir tane takı dükkânı, dükkânın kapısındaki neon tabelada yanlış hatırlamıyorsam “tarot” yazıyor. O dükkândan takı beğeniyorum kendime, babaannem oranın çok dandik takılar sattığı ve gereksiz bir şekilde pahalı olduğu iddiasında. Güç bela kendime pembe taşlı, çok güzel olduğunu düşündüğüm 5 liralık bir çift küpe aldırıyorum. 5 lira o zaman çok para. 5 lirayla en alt kattaki ucuzcudan birçok şey alınabilir. İki hafta sonra 5 liralık küpelerim paslanıyor. Babaannem görmesin diye saklıyorum. O küpeler hâlâ bende. Eski bir nikah şekeri kutusunun içinde, şifonyerimin en alt çekmecesinde. Babaannem görmesin.
Yeni Atakule oldukça şaşaalı. Mimarından değişiklik izni dahi almadan yenilenen, gözlerimin değdiği her zerresinde eskiyi arayıp durduğum yeni Atakule. Kurşun askerlerin size kapı tuttuğu, kalitesi dünya genelinde ispatlanmış pahalı mağazalarla bezeli, yataklı ve cep yakan bir sineması olan, en alt katındaki yeni eğlence dükkânı, eski yerinde olmayan Burger King’iyle yüzünüze değişimin kendine tezat olarak kalıcı tek şey olduğunu bir tokat gibi çarpan yeni Atakule. İlk hamburgerimi yediğim yerde, yeni nesil bir hamburgerciye oturup bir hamburger sipariş ediyorum. Arkadaşım günün şanslı içeceğini seçtiği için alkışlar eşliğinde masamıza gelen yemeğine gömülüyor, biraz mutlu biraz şaşkın. Hiç de fena değil ha? Yeni Atakule’de yeni anılar biriktiriyorum. Aklıma düşmeden olmuyor, kim bilir kaç çocuğun anıları arasında yer bulacak Atakule. Beni çok mutlu etmiştin diyorum kuleye, umarım başka çocukları da edersin. Kule çocuklara emanet!
Mekânın peşinde bir başka okuma için: Dört Kişi Parkta Çektirmişiz.