Menu Kapat
Kapat
Ara
Close this search box.

Gri Değil Siyah: Ankara Rocks!

Okuma Modu

Geçtiğimiz aylarda izlediğimiz Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks! belgeseliyle 2000’li yılların çocukları olarak geçmişe ufak bir yolculuk yaptık. Yüksel Caddesi’ndeki sohbetlerden Sakarya barlarına 80’ler 90’lar Ankara rock-underground dünyasına yaptığımız bu yolculukta bize o zamanların ünlü heavy metal grubu Hazy Hill eşlik etti. Hazy Hill grubu ve zamanın popüler rock-metal gruplarından yola çıkarak 80’ler 90’lar Ankara underground ve rock dünyasına ışık tutan bu belgesel kimi zaman salonu kahkahalara boğarken kimi zaman da hüzünlendirdi. Şimdi aramızda olmayanlardan aktif müzik hayatını bırakanlara birçok hikayenin kahramanıyla tanıştık, Ankara rock dünyasını andık. Bu zaman yolculuğu aslında bir belgeselden çok Ankara’nın kaybolan müzik hayatına saygı duruşu niteliği taşıyordu.

Hazy Hill… Belki de günümüzde kimsenin duymadığı ama 80’ler 90’lar Ankara’sında fırtına gibi esen, yurt dışında adını duyuran ilk heavy metal grubu. İstanbul Açık Hava Tiyatrosu, Ankara ve İzmir’de birçok konser veren grup İzmir’de verilen konserlerinden birinde Norveçli grup Mayhem’le sahneyi paylaşır ve Türkiye’deki ününü daha da pekiştirir. En büyük konserlerinden birini Mayıs 91’de ODTÜ’de gerçekleştiren grup, stadyum konserinde 4 bin kişiye seslenir. Bu konserin hemen ardından Hazy Hill ilk yurt dışı konserini vermek üzere Avusturya’ya gider. Viyana’daki bu konser hem grubun isminin Avrupa’da duyulmasını sağlar hem de Hazy Hill’e yurt dışında konser veren ilk Türk heavy metal grubu unvanını kazandırır. Grubun üyeleri: Ufuk Önen – vokal/gitar (1988-2000), Zafer Altundağ – gitar (1994-2000), Barış Tarımcıoğlu – gitar (1988-1992), Ekim Can Bayram – bas gitar (1989-2000), Mete Kuteş – davul (1992-2000), Gültekin İrengün – davul (1988-1990), Metin Atahan – davul (1991), Atakan Özer – davul (1988).

HAZY HILL (1995)

Hazy Hill gibi o dönemde ismini duyurmuş pek çok rock-metal grubunu ağırlayan Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks!‘ın yapımı 10 sene sürdü. Bu süreçte birçok evreden geçen belgesele asıl yön veren belgeselin yönetmeni Ufuk Önen’in çalışma odasındaki unutulmuş tozlu bir kutudan çıkan Hazy Hill’in video kayıtları oldu. Belgesel de bu kayıtlar üzerinden o dönemin hikayesini samimi bir şekilde günümüze taşıyor. Ufuk Önen’in de dediği gibi Ankara Rocks, “Ankaralı rock müzisyenlerinin 70’li yıllardan başlayarak 90’lı yılların ortasına kadar uzanan bir dönemde Ankara’nın doğal dokusu, türlü imkansızlıklar ve sınırlamalar gibi çeşitli engellere karşı en büyük tutkuları olan müziğin peşinden gitme hikayesini anlatıyor.”

10 Mayıs 2017 Ankara Türk Amerikan Kültür Derneği. Soldan sağa: Aycan Yücel Uyanık, Ufuk Önen, Yusuf Akçura, Gülden Treske, Neslihan Atcan Altan, Andreas Treske

Bu denli kapsamlı bir şekilde işlenen belgeselde emeği geçen pek çok isim ve hikayenin gizli kahramanları var: Öncelikle bu belgeselin yapım ve yönetmenliğini üstlenen Ufuk Önen, Ufuk Önen’in en büyük yardımcısı ve destekçisi editör Aycan Yücel, hem metnin yazımında hem de  Hazy Hill şarkılarında da emeği geçen Neslihan Atcan Altan ve senaryo yazarı Gülden Treske, fotoğraf direktörü Yusuf Akçura, müzikleriyle belgesele can veren Gürbüz Barlas ve Süleyman Bağcıoğlu, yardımcı yönetmen Andreas Treske ve en önemlisi de Hazy Hill kayıtlarını çeken Cenk Erdil.

Andreas Treske (Yapımcı), Gülden Treske (Yazar), Ufuk Önen (Yönetmen, Yapımcı, Yazar), Yusuf Akçura (Görüntü Yönetmeni)
Esin Erdoğan (Organizasyon), Ufuk Önen (Yönetmen, Yapımcı, Yazar), Neslihan Atcan Altan (Yazar), Aycan Yücel Uyanık (Editör)

Bu başarılı belgeselde imzası olan Ufuk Önen ve Aycan Yücel ile Ankara ve belgesel üzerine çok keyifli bir sohbet ettik.

Ayşe: Bu belgeseli izlerken hem güldük hem ağladık, böyle bir etki bekliyor muydunuz?

Ufuk Önen: Biz kendi çapımızda gülüyorduk aslında, ama bu kadar eğlenceli geleceğini fark etmemiştim. Hüzünlü olan kısmı ise işin gerçekliği ve tüm yaşananları günümüze taşıyamamış olmamız.

Nil: Peki belirli bir hedef kitleniz var mıydı, kimlere hitap etmek istediniz?

U.Ö: Başta, bir nevi kutlama amacıyla hedef kitlemiz Ankara’da bu dönemi paylaşmış insanlardı. Ankara Türkiye’nin kalbi sonuçta, sadece kendi içimizde kalmasını istemedik, uluslararası bir boyuta getirdik.

Ayşe: Sizce de gerçekten Ankara gri bir şehir mi? Ankara kitlesi ikiye ayrılıyor, Ankaraseverler var gerçekten ve Ankaralı olduğu halde sevmeyenler. Siz buna nasıl bakıyorsunuz?

Aycan Yücel: Biz de öyleyiz, ikisi birden, “love-hate relationship”.

U.Ö: Evet Ankara ile ilgili her zaman bir aşk ve nefret ilişkisi vardır. Ben de burada doğdum büyüdüm, bir yandan gerçekten çok seviyorum kendimi buraya ait hissediyorum. Bazen de Ankara beni çok kızdırıyor. İster istemez memur şehri kafası olabiliyor, olduğu zaman da bazı yerlerde seni engelliyor. Şöyle bir şey var, bir endüstri olabilmesi için müzik olabilir reklam vs. orada para dönmesi gerekiyor. O sektörün ticareti varsa ilerliyor, gelişiyor. Ankara eskiden beri müzik için, müzik yapmak adına baktı. Bu işten para kazanmak isteyenler de İstanbul’a gidiyor ve bu sanki Ankara’da bazen ayıpmış gibi görülüyor. Bir dönem mesela, Ankara’da rock festivallerinde bedava yapma amacı vardı, böyle olunca sanatçı da para kazanamıyor, en azından enstrüman alacak kadar para kazandıramıyorsan bu işin gelişmesini bekleyemezsin, maalesef benim Ankara’da bununla ilgili sorunum var. Para dönmemesi ve işin ticaretinin yapılmaması, endüstri haline gelememesi.

Ayşe: O zaman şunu diyebilir miyiz, bir ticaret olmadığı için de belki gerçek müzisyenler yetişiyor ve kendini kanıtlayabiliyorlar.

A.Y: Gerçek müzisyenin gelişmesi için ticaret olması gerektiğine inanmıyorum, bu tutkuyla alakalı bir şey, sadece o müzisyenler kendilerini geliştiremiyorlar ve ev gitaristi olarak kalıyorlar. Bence rock camiasındaki Ankaralıların özellikle bu şehri sevmesinin özelliklerinden biri de imkansızlıklardan keyif alıyor olmaları, “that’s the spirit of rock’n roll” mevzusu var ya, imkansızlık olsun, onlara ilham versin. Bence azınlık olmayı da seviyorlar, klasik Ankara kitlesinden farklılar, öyle kabul görüyorlar.

U.Ö: Müzisyenlik olarak da şöyle bir şey var, Ankara’da yapacak çok fazla acayip cazip şey olmadığı için oturup gitar çalışıyorsun (gülüyor). Grup olarak da şöyle bir etkisi var, özellikle rock ve metal için, o zamanlarda bu işi yapan insanların olduğu bölgeler çok belli o zamanlarda 80-90’larda, Tunalı, Ayrancı, Bahçeli, Çankaya civarı. O yüzden grup arkadaşların aynı zamanda her gün buluşup görüştüğün arkadaşların oluyor, grup arkadaşlarınla aranda çok değerli bir bağ oluyor, bu Ankara’ya has bir şey, gruplar için çok önemli. Benim grup arkadaşlarım da ilkokul dörtten mahalleden arkadaşım, o kadar eski. Davulcumuz da liseden arkadaşım. Beraber büyüdük onlarla bunu sana Ankara veriyor. Ankara insanı disiplinli bir hale sokuyor, bir düzen var Ankara’da.

Nil: Belgeselde dikkatimi çekti, Tunalı o zamanlar yokuşmuş, git gide düzleşmiş.

U.Ö: Tunalı çok değişti, Demirören, Bulvar… Eskiye değer vermiyoruz, Cinnah çok güzeldi, yarış pisti gibi oldu. Belgeselde de 80’lerden bu yana Ankara’nın değişimini görebiliyoruz zaten.

Nil: Ankara sokaklarının bir sound’u var mı? İstanbul’da o keşmekeşin içinde her şeyi hissedebilirsiniz mesela, Ankara’nınki nedir?

A.Y: Ankara daha sert bence, daha keskin. Ankara’ya o karışıklığı, oryantale reggaeyi karıştırmayı yakıştıramıyorum. Sound’ları karıştırma mevzusu İstanbul’a has biraz, Anadolu ezgileri katalım, oryantal vs.

U.Ö: O dediğin aslında MTV Türkiye’ye girdiğinden beri olan bir şey, İstanbul’da da punksa punk, thrashse thrash’ti. Sonradan herkes MTV’ye çıkmak için tarzını değiştirdi.

Nil: Şimdilerde müzik tarzları çok değişti, bu yeni müzik tarzına bakışınız nedir?

A.Y: Başta güzel gelse de çok çabuk eskiyor, geçici oluyor bu tarz ama bana kalırsa kolay tüketiliyor.  Kolay ulaşılınca çok değerli olmuyor. Artık müziğin alt yapısı daha az mı doyurucu sanki? Eski popu daha çok dinliyoruz mesela. Eskiden Britney Spears’ın bile müzikal alt yapısı dolu doluydu.

U.Ö: Bana daha çok ezber geliyor. Eskiden müziğe ulaşım da zordu, hacim olarak da bu kadar müzik yoktu. Bu kadar çok albüm ve beste yapılmıyordu. Şimdi kolay ulaşılınca dediğin gibi çok da çabuk tüketiliyor. Prodüksiyon süreci kolaylaştı ama bence bu akım da miadını doldurmak üzere çünkü her şey çok mükemmelleşti. Şu anda yok ama çok yakın bir zamanda eskiye dönüş olacak, o “human feeling” geri gelecek.

Belgeselin şimdilik ne zaman ve nerede gösterime gireceği belli değil. Hedefleri üniversite gençliğine ve meraklısına ulaşabilmek. Bu konudaki çalışmaları devam ediyor. Sizler de takip etmek isterseniz: twitter, youtube

Belgeselden ufak kesitler için buraya tıklayabilirsiniz.


Röportaj ve yazı: Ayşe Nur Akıncı Nil Koza 

Paylaş:

İlginizi Çekebilir