Menu Kapat
Kapat

Haluk Yüce: ‘Çizgi filmde her şeyi yaratabiliyorsunuz, aynısı kukla tiyatrosunda da geçerli’

Ankara Havası
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu

Haluk Yüce ve Marina Yüce ile kukla tiyatrosu odağında bir söyleşi gerçekleştirdik. Kurucu üyeleri oldukları KUKSADER (Kukla, Karagöz, Gösteri ve Sahne Sanatları Derneği) ve yönetimini üstlendikleri Tiyatro TEMPO’nun katkılarıyla hayata geçirilen Ankara Uluslararası Kukla Festivali’ni ve bu uğurdaki olağanüstü çabalarını konuştuk.

1975 yılında tiyatro yapmaya başlıyorsunuz ve 1982’den bu yana da özellikle kukla tiyatrosu alanında çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Kukla ile tanışma yolculuğunuzu sorarak başlamak isterim; nasıl bir karar anıydı o yıllarda sizi bu alana yönelten?

Haluk Yüce: 70’li yıllarda başladığımda aynı zamanda pantomim de çok ilgimi çekiyordu. O konuda kendimi geliştirmeye çalışıyordum. O dönemde çok önemli bir şey vardı Ankara’daki gençlerin hayatında: Yabancı kültür merkezlerinin çok fazla etkinliği oluyordu ve onları takip ediyorduk. Ben de daha çok Alman ve Fransız kültür merkezlerini takip ediyordum. Oralarda pantomimle alakalı ama aynı zamanda kuklayla da bağlantılı oyunlar seyrediyordum ve kuklayla pantomimin ilişkisini görmek beni çok heyecanlandırmıştı. 1975 sonrasında Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çocuk tiyatrosu yapmaya başladık, sonra ayrıldık. Salih Kalyon ve Ahmet Öner’le birlikte Ankara Çocuk Tiyatrosu’nu kurduk. Ben de yardımcı yönetmen olarak çalışıyordum ve bir oyunun yönetmenliğini yapıyordum. Orada kukla kullanmaya karar verdim. Beni çok heyecanlandırdı. Tabii o dönem çok fazla bilgim yok. El yordamıyla bir şeyler yaptım.

Daha sonra, 80’lerin başında tek başıma öykü anlatıcılığı yapmaya karar verdim ve kukla ve mask kullanmaya başladım. Yine çok deneysel ve kendi çabamla edindiğim bilgilerle aslında; kukla meselesi öyle başlıyor. Bu, yalnız başına çalışma düşüncesinin de getirdiği bir şeydi. Sonra İstanbul’a gittim, Fikret Hakan tiyatrosunda oynadım. O dönem hep kendi tiyatromu yapmak, kendi öykümü anlatmak çabası vardı. İstanbul’a 1982-83’te gitmiştim, ondan önce 1982’de Karagöz ustamla tanışmıştım Ankara’da. Onun asistanı oldum ve Karagöz bilgim gelişmeye başladı. Kukla yapmaya başladığımda zaten bir eksikliğim olduğunu fark ediyordum, yurtdışından nasıl bilgi edinebilirim çabasındayım. Polonya’da eğitim gören birisi vardı, Devlet Tiyatroları’ndan Tuğrul Çetiner. Onun aracılığıyla bir kitap edindim. Derken kukla beni iyice çekmeye başladı ve böylece bu kukla yolculuğu başladı. Tiyatro Tempo’yu da 1984’te bir kukla tiyatrosu olarak kurdum zaten.

1990 yılında ABD’de Connecticut College’da kukla tiyatrosu üzerine yüksek lisans eğitiminizi tamamlıyorsunuz ve Türkiye’ye döndükten sonra TRT’de çocuklar için projeler yapıyorsunuz. O yıllarda yaptığınız işe verilen önemden bahsedebilir misiniz, o dönemde nasıl bir yeri vardı kukla sanatının?

Haluk Yüce: Verilen önem deyince şuna değinmek gerekiyor; çocuklar açısından çok önemli bir yeri vardı kuklanın. Şu an hala var.

TRT’nin projesine dönersek, ben Amerika’dan döndüğümde Susam Sokağı‘nın yerli versiyonu yapılmaya çalışılıyordu. O proje ben gelmeden önce başlamıştı. TRT böyle bir proje yapmak istedi çünkü sanırım Susam Sokağı yapımcılarıyla anlaşmaları bitmişti ve biz de bunu yaparız diye yola çıktılar ama olmadı. Yani bir sürü girişimi oldu, ben de o toplantılara katıldım ama bir yere varılamadı. Çünkü bakış açısı yeterli değildi. Bu işe yaklaşım açısı doğru değildi.

Daha sonra TRT’de bizim çalışmalarımıza inanan yapımcı arkadaşlarımız çıktı ve onlarla projeler yaptık. Kukla yapımından tüm projenin gerçekleştirilmesine kadar her şey bizim kontrolümüzdeydi. Bu açıdan çok şanslıydık çünkü yapımcı bize inanıyordu. Çok sayıda program yaptık çocuklar için ve çok da başarılı oldu diye düşünüyorum. Uzun süre de yayımlandı o programlar ama belli bir noktada değişimler başladı. Yönetim değişikliğiyle birlikte bize inanan yapımcının belgesel bölümüne alınması ve yeni gelen kişilerle dil tutturamamış olmamız sebebiyle oradaki çalışmalar yarım kaldı. Ama kuklanın önemli olduğunu aslında eğitimciler de çok iyi biliyorlar -çocuklar zaten farkındalar, onu yaşıyorlar çünkü- ama yetişkinlerde kuklayı küçümseme gibi bir durum var.

Kurucusu olduğunuz Tiyatro Tempo bünyesinde onlarca oyun sahnelediniz, uluslararası festivallere katıldınız ve hatta gezici festivaller/atölyeler düzenlediniz; peki özellikle okullara gittiğinizde çocukların kukla tiyatrosuna dair ilgisini nasıl gözlemliyorsunuz?

Haluk Yüce: İnanılmaz güzel, aslında çok şey söylemeye gerek yok çünkü çocukların dünyasının bir parçası kukla. Çocuklar kendi oyunlarını kurarken oyuncaklarıyla oynarken onları kuklalaştırıyorlar, canlandırmış oluyorlar ve onun canlılığını da inanıyorlar. Çok yetişkin mantığına yönelmemiş ya da anneleri babaları tarafından “aşırı gerçekçiliğe” odaklandırılmamış çocuklar zaten bunun tadını alıyorlar ve bunun keyfini yaşıyorlar.

“Kendi enerjinizi kuklaya transfer etmeniz gerekiyor ki kukla canlansın”

“Çocuklar, gençler ve yetişkinler için tiyatro” diye yazıyorsunuz afişlerinizde; peki son yıllarda bu alanda çalışan gençlerin kuklaya olan ilgisine/ilgisizliğine dair neler söylemek istersiniz? Eğitmenlik şapkanızla farklı üniversitelerde yıllardır dersler de vermektesiniz. Öğrencilerdeki kukla algısını, sizin bu doğrultudaki düşüncelerinizi konuşalım isterim.

Haluk Yüce: Öğrencilerime kuklanın gücü, anlatım dilinin önemi konusunda bilgi aktarıyorum fakat doğrudan değil de dolaylı olarak kukla eğitimi verdiğim oldu üniversitelerde. Etkileniyorlar doğrusu, kuklanın canlandığını gördüklerinde heyecanlanıyorlar. Ama ders verdiğim branş ne diye sorarsanız orayla ilintili bir sıkıntı olabiliyor. Eğer oyunculuk bölümünde bu dersi veriyorsanız orada etkilenecek kişi sayısı çok düşük. Yani etkileyici olduğunu görüyorlar ama kuklanın normal oyunculuktan bir farkı var: Kendi enerjinizi kuklaya transfer etmeniz gerekiyor ki kukla canlansın ve böyle bir durumda sizin görünmez olmanız gerekiyor. Bunu kabul de etmek zor geliyor. Çünkü oyuncu, kendini göstermek üzere eğitiliyor. Bunu yapmak istiyorlar haklı olarak.

Etkileniyorlar ama tercih etmiyorlar. Popüler olma isteği de içeriyor bu oyunculuk meselesi; kuklayla nasıl popüler olabilirler onu bilmiyorlar, tam da bu nedenle çok tercih edilmiyor. Ama tabii ki etkilenen kişiler oluyor. Bu da emek vermeyi, zaman ayırmayı gerektiriyor. Yani etkilenmiş kişiler var, devam ettiren kişiler var ama az. Bir örnek verelim: Bir yetişkin kukla oyunu sahnelendi, ödül de aldılar ama bir sonraki oyunu çalışırken “hocam kukla olmasın çok zor” dediler.

2 yıl önce, Maltepe’deki Tiyatro Tempo’nun kendi sahnesinde son kez deneyimlediğimiz 9. Uluslararası Ankara Kukla Festivali’nde İspanya’dan gelen Nil oyununu izlemiştim; hiç unutamam o oyuncunun çocuk kalabalığının ilgisini nasıl kuklaya çekmeyi başardığını ve herkesin pür dikkat ve heyecanla izlediğini. Bundan yola çıkarak nitelikli çocuk tiyatrosunun olmazsa olmazları nelerdir sizin için?

İkisini ayırarak konuşursak daha iyi olur diye düşünüyorum zaten birleşiyor bir noktada. Yani ilk önce nitelikli çocuk tiyatrosu nasıl olur? Öncelikle çocuğu küçümsememeniz gerekiyor. Yaptığınız işi, yani çocuğa yaptığınız tiyatroyu küçümsemiyor olmanız gerekiyor. Çocuğun alkışıyla, gözündeki ışıkla mutlu olmayı bilmeniz gerekiyor. Samimi bir oyunculuk gerekiyor. “Bakın ne kadar güzel oynuyorum” tavrıyla oynamamanız gerekiyor. Bu bir yapaylık çünkü ve bu yapaylık çocuğu etkiliyor, çocuk da anlıyor. Yani içtenliği, oyunun sizden ne istediğini, ne tür bir oyunculuk istediğini çok iyi biliyor olmanız gerekiyor.

İşe saygı meselesi yetişkin tiyatrosunda olduğu gibi doğal olarak burada da var ve buradaki çok önemli çünkü çocuk, sizin yaptığınız yanlıştan etkilenir ama bunu görüp değerlendiremez. Yetişkin tiyatrosu yaparken -işinizi yaparken- hangi özenleri göstermeniz gerekiyorsa aynısı burada da geçerli. Sadece çocuk olduğu için daha da dikkatli olmanız gerekiyor. Çocuk tiyatrosu açısından böyle.

Kukla tiyatrosu açısından ise kuklanın zaten çok enteresan bir gücü var aslında. Bir nesneye siz inandırıcılık yüklüyorsunuz, nesnenin canlı olabileceğine inanmaya başlıyorsunuz. Burada da sizin oynatım beceriniz önemli. Yani sizin, bunun olabileceğine inanmanız gerekiyor oynatıcı olarak. Siz inanmıyorsanız zaten zorlanıyorsunuz; nasıl hareket ettireceğim, nasıl koşuşturacağım acaba, inandırıcı oluyor mu gibi kaygılarla oynatmaya başlıyorsunuz. Burada kaybetmeye başlıyorsunuz zaten. Onun için, kuklanın anlatım dili olarak önemli bir gücü olduğuna inanmanız ve sizdeki enerjiyi oraya transfer etmeyi becermeniz gerekiyor.

Nil oyununda Reymon çok başarılıydı. Bir kere yaptığı işi seviyor. Fizik mühendisi kendisi, sırf ilgi ve merakla bu işe başlıyor. Hem fizik bilgisini kullanıyor hem o çocuksu bir şeyle oynama duygusu var bizim de onu saklıyor olmamız gerekiyor. Yani hem tiyatrocular olarak hem kuklayla oynayan kişiler olarak oyun oynamanın keyfini yaşıyor olmamız gerekiyor.

9.Uluslararası Ankara Kukla Festivali-Nil-İspanya

Kukla tiyatrosunun oyuncuya sunduğu fırsatları da konuşalım isterim. Anlatı dilinin evrenselliğine katkı sağladığı aşikar peki alımlayıcıların çeşitliliğini de düşünerek başka hangi açılardan oyuncunun/yönetmenin/yazarın sınırlarını genişlettiğini söyleyebiliriz?

Haluk Yüce: Normal bir tiyatrodan nasıl farkı var? Anlatım dili konusunda güçlü ve zengin. Çünkü soyut şeyleri de somut görsel bir şeye dönüştürebiliyorsunuz. Söze daha az gereksinim duyacak kadar anlatım dili konusunda güçlü. Sözsüz kukla oyununu duyunca zaten şaşırıyorlar. Nasıl olabilir sözsüz kukla oyunu? Ne yapabilir kukla? Oysa ki gördükleri zaman da şaşkınlık yaşıyorlar. İşte İspanya’dan gelen Nil oyunu da sözsüz bir oyun.

Nasıl olanaklar sağlıyor? Yazım aşamasından başlayalım: Bu aşamada görsel düşünmek gerekiyor sözel olmasından öte. Sonra yönetmeninin, bu yazılı metni nasıl görselleştireceğine bakması gerekiyor. Bir oyuncuyu değil, nesneyi harekete geçireceksiniz; nasıl hareket ettirerek o metni aktaracaksınız izleyiciye, izleyici bunu nasıl okuyacak -okuyabilecek mi- bunlara kafa yormanız gerekiyor. Orada da bitmiyor. Kuklaların tasarımı, yapım süreci, malzemesi bütün bunlar yaratacağınız evreni tanımlayan şeyler. Onun için de bir grup çalışması olduğu kesin ama yönetmen ve tasarımcıya çok büyük iş düşüyor. Çünkü bir insan figürünü bir sürü farklı şekle sokabilirsiniz, oyuncuyla yapılamayacak şeyler yapılabiliyor kukla tiyatrosunda. Zaten “anime etme” tabiri de kullanılıyor; “canlandırma” dediğimizde animasyonda kullanılan o çizgilerin hareketli görüntülere dönüşmesi gibi burada cansız nesnelerin de harekete dönüştürülmesi söz konusu. Çizgi filmde her şeyi yaratabiliyorsunuz, aynısı kukla tiyatrosunda da geçerli.

Marina Yüce: Mesela beni bir erkeği oynarken hayal edin oyuncu olarak. Geçenlerde Batum Kukla Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü bir erkek kuklasına gardiyanı oynattığım performansla aldım ve hiç kimse bunu yadırgamadı.

Herhangi bir metin kukla tiyatrosuna dönüştürülebilir mi diye de merak ediyorum sonuçta söylemekten çok gösteren/eyleyen bir sanattan bahsediyoruz. Tam da bu noktada geçen seneki festivalde Gürcistan’dan gelen o muazzam Geraldine’ye Mektuplar oyununu hatırlıyorum ve sahne arkasındaki emeği çok merak ediyorum. Peki siz bir oyunu sahneleme yolculuğunuzda -yaratım sürecinden sahneleme sürecine kadar- nasıl bir yol izlersiniz?

Haluk Yüce: Olabilir elbette. Bazıları zor ama zor olanlar da iyi bir düşünme biçimiyle dönüşebiliyor. Sokrates, aslında öyle. Çehov’un kukla oyunları da yapılıyor.

Marina Yüce: Başarılı örnekler var. Gonçarov edebiyatından… Burada pek bilinmiyor galiba da Moskova’da izlemiştim Oblomov romanının uyarlamasını, hiç hayal edemezsiniz onu bir kukla olarak ama gördük ve çok başarılıydı.

Haluk Yüce: Rejisörün, metni okurken bundan nasıl bir şey üretebilirim diye düşünmeye başlaması zaten bir kıvılcım. Ondan sonra tasarımcıyla bir araya gelip de onunla geliştirdikleri zaman gerçekten olabiliyor. Tabii süreç, öyle bir metni alıp sahneye uygulamak kadar kolay değil. Yani normal bir yetişkin oyununu da -yani aktörlerle oynanan- çalışırken karakter incelemesi yapıyorsunuz; karakterin geçmişini, dramaturjik süreçlerini vesaire… Aynı şeyler kukla tiyatrosu için de geçerli. Metni kuklaya dönüştüreceğiz zaman, ne tür bir kukla olabilir, o kukla ile bu anlatılabilir mi, o zaman tekniği farklı mı kullanmak gerekir, diye düşünerek kukla tekniğini süreçte değiştirebiliyorsunuz. Prova süreci, başladığınız gibi olmuyor. Tamamen yeni bir şeye de evrilebiliyor, yeni bir tekniğe de dönüşmeye başlayabiliyor; aynı oyun içinde birden çok farklı kukla tekniklerini kullanabiliyorsunuz. Yani süreç bazen 10 yıl bile sürebiliyor.

Bizim bir örneğimiz var. Benim Connecticut’ta yazım dersinde yaptığım Uçmak Özgürlüktür projesi. O zaman yazdığımı hep yapmak istedim. 15 yıl geçti aradan ve şimdi harekete geçebilirim dedim, tekrar öyküyü yazan arkadaşla irtibata geçtim, yeniden ele aldık metni ve en az altı yedi kez yeniden yazıldı. Ve bir yandan provalar sürüyor. Ondan sonra teknik olarak neler yapılacak, anlatılacak, hangi simgeyle neyi göstermiş olacak? Bütün bunlara bakarak bir oyun çıktı ortaya ve yedi kişiyle oynanan bir oyunu daha sonra iki kişilik oyuna dönüştürdük. Her şeyi değişti; kuklalar, dekor… Bu yanıyla da heyecan verici geliyor bana. Yani sürekli bir keşif halinde olmak.

Karagöz gibi bir geleneğe sahip olup kukla alanına hiç kıymet vermiyor olmak mümkün değil”

Festival oyunlarınızda benim dikkatimi çeken bir şey de katılımcı ekiplerin ülkelerinde devlet kukla tiyatrolarının olması. Siz kukla tiyatrosuna verilen bu önemi kültürel ölçekteki sanat politikasında neye bağlıyorsunuz?

Marina Yüce: Farklı kültürel değerlere sahip olabiliriz diye düşünüyorum. Burada, Türkiye’de Karagöz var ve birçok ülkenin kukla tiyatrosundan çok daha eski bir sanat. Onu bile tiyatro bölümlerine sokacak kadar değerli olmamış bir ülkede yaşıyoruz yani bırakın çağdaş kuklayı. Karagöz, 2009 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi’ne kaydedildikten sonra Kültür Bakanlığı’nda bir komisyon oluşturuldu.

Başka ülkelerde kukla tiyatrosu, özellikle çocukların gelişimi açısından önemli bulunduğu için okullarda özel tiyatro bölümleri var. Çocuklar büyürken onların o kültüre dahil olmasını, sanatla buluşmasını önemli buldukları için bunu yapıyorlar. Mesela Bulgaristan’ın toplam nüfusu Ankara kadar ve 11 tane devlet kukla tiyatrosu var; sadece kukla tiyatrosu düşünün, dramatik tiyatrosundan bahsetmiyorum bile. Gençler bu alanı seçiyor, eğitim alıyor ve müthiş çalışmalar yapıyor. Biz festivalimizle insanlarda ilgiyi bile uyandıramadık. Devlette yoksa sizde de ilgi yok. Yani istediğin kadar çabala, bu alanda devletin desteği yoksa ve bunu önemsemiyorsa yapamazsınız.

Örneğin Batum. Oradaki tiyatronun adı Devlet Gençlik ve Kukla Tiyatrosu. Biraz atıl durumdaymış,  devlet bir sinema yönetmenini getirmiş başına müdür olarak. Herkes, ne anlar bu işten diyor ama orayı kalkındırmak için farklı bakış açısına sahip. Bizi duydu, buldu ve bir sürü konuda bize danıştılar: Ne yapalım, nasıl yapalım, festivale kimi davet edelim, nasıl en iyisini gösterelim, siz oyun yönetir misiniz?. Haluk orada bir oyun yönetti şimdi o tiyatroyu herkes biliyor, akın akın çocuklar geliyor ve üç yıl içinde inanılmaz şeyler başardılar. Ve devlet bunlar için daha fazla bütçe veriyor. Bulgaristan’da da aynısını görüyoruz Kazakistan’da da.

Biz burada Devlet Tiyatroları’na öneri sunmuştuk daha önceki yönetim varken. Şimdiki genel müdür varken de mektup yazdım ben oraya götürdük, bıraktık; festivalimizin ilk iki yılında Şinasi Sahnesi’ni ücretsiz verdiği için teşekkür ettik. Duyduk ki kukla birimi kurmak istiyorlar, size yardımcı olmaya hazırız dedik. Bize cevap bile verilmedi ki resmi bir şeye bir kurum resmi cevap vermek zorunda. Biz para istemiyoruz, yeter ki bu işi doğru yapın, biz sizi yönlendirelim, destek verelim.

Haluk Yüce: Akademik olarak bu iş, dünyanın değişik ülkelerinde yapılıyor. Burada yapılmaması gerçekten şaşırtıcı Marina’nın işaret ettiği gibi, yani Karagöz gibi bir geleneğe sahip olup kukla alanına hiç kıymet vermiyor olmak mümkün değil. Karagöz‘e de şimdi değer veriliyor geleneksel olduğu için, yani biraz sağ taraftan bakarak böyle bir önem verme düşüncesi var. Bir de somut olmayan kültürel miras etiketi alındı ve bir şeyler yapmak gerekiyor anlayışıyla yapılmaya çalışılıyor.

Bu işte gerçekten nereye başvuracağını bilmek gerekiyor. Bu, sanatçılar açısından da geçerli bence kukla kullanmak istiyorlar ama nereye başvuracaklarını bilemiyorlar. Bizim olmamız da değil mesele, başvurabilecekleri uluslararası yerler de var. Kuklacılar genel olarak mütevazı kişiler ve her zaman yardımcı olmaya hazırlar birbirlerine, yani doğru adresi bulmak, yapılan işin önemini fark etmek ve buna yönelik nereden, ne öğrenebilirizi bilmek durumundalar eğer bu işe kalkışıyorlarsa.

Marina Yüce: Artık iş bittikten ve düzelmeyecek aşamaya geldikten sonra bizi buluyorlar hatta bizim böyle iletişimde olduğumuz gençlere bile diyoruz. Lütfen işe başlarken danışın. Hata yaptıktan sonra gelmeyin, ondan sonra düzelemeyecek noktada oluyor çünkü. Artık bu konuda da deneyimliyiz.

“Seyirciler ilgisiz ve yıl geçtikçe insanlara ulaşmakta daha ciddi zorluk çekiyoruz”

Gelelim geçtiğimiz günlerde meraklısıyla buluşan 11. Uluslararası Ankara Kukla Festivali’ne. Yıllar içinde nasıl bir değişim/dönüşüm geçirdi festival? Gerek oyun seçkinizden gerek yurtdışı ekiplerinin Türkiye’deki izlenimlerinden ve seyirci profilinden bahsedebilir misiniz?

Marina Yüce: Çok büyük bir umutla konuşamayacağım ama 11 yıl sürdürebilmek… Birincisi, kolayca vazgeçmememizden; ikincisi, gittiğimiz yerlerde çok güzel, çok etkileyici gösterileri izleyip paylaşma isteğimizden. Ne kadar paylaşabiliyoruz işte burada büyük soru işareti var.

Bu sene açıkçası gittikçe daha az paylaşabiliyoruz duygusunu yaşadık hepimiz. Seyirciler ilgisiz ve yıl geçtikçe insanlara ulaşmakta daha ciddi zorluk çekiyoruz. Bu sene çok büyük reklamlarla 150 bin kişiye ulaştık ve neredeyse toplamda 100 kişi –biraz daha fazladır belki- oyunlara geldi. Kaldı ki bu sene festival kısaydı çünkü sponsor bulamıyoruz. Bir tane popüler kişiyi çağırsak herkes gelecek ve aslında bu, sinir bozucu. Çünkü biz oyuncuyuz ve diğer oyuncuların da normal insanlar olduğunu biliyoruz. O televizyonda görülüyor ve biz de hiç o alanlara girmeyi tercih etmediğimiz için seyirciye ulaşamayacak mıyız? İnsanlar televizyonda ve sinemada gördüğü kişileri mi izleyecek bundan sonra? Bu çok acıklı bir durum açıkçası. Biz dünyayı göstermeye çalışırken insanlar küçücük bir şeyin içinde dönüyorlar ve bununla mutlular.

Haluk Yüce: Her şeye rağmen her festival sonunda “devam ediyoruz, değil mi?” diyoruz.

Peki bizim oyunlarımızı gençler ne kadar izliyor? Üniversite öğrencileri için özellikle planladığımız oyunları kaç genç seyrediyor? Şimdi çok güzel bir örnek, Gürcistan’da Sokrates‘i Türkçe oynadık İngilizce alt yazıyla, oyun ayakta alkışlandı. Oyundan sonra üç genç geldi, oyunculuk bölümü okuyorlar ve oyundan çok etkilenmişler.

Benim Sokrates’in Son Gecesi oyunumu dört beş yıldır Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde ders verdiğim öğrencilerimden neredeyse hiçbiri izlemeye gelmedi. Bu acı verici, onlar da oyunculuk bölümünde okuyorlar, kukla bölümünde değil. Ankara Üniversitesi’nde ders verirken de aynıydı. Yani hocaları ödev olarak vermediği sürece gelmiyorlar.

Marina Yüce: Alanya’dan gelen Yaşlı Adam ve Deniz oyununda bir sürü genç vardı. Hocaları ödev olarak vermiş. O hocalar bizim ne iş yaptığımızı biliyor ve nihayetinde izleyenler de mutlu gidiyorlar.

Bu festivalde bilet fiyatları çok komikti. Yurtdışından gelen ekibin bilet fiyatı 400 liraydı, yüksek geldi insanlara. Bizim kadar donanımlı özel bir sahne yoktu bu şehirde. Çeşit çeşit spotlar, ses sistemleri, mikrofonlar, her renk perde, istediğin şekilde dizayn etme imkanlarıyla…

Haluk Yüce: Genel olarak bir atalet var. Bizim tiyatro salonumuz varken Maltepe’de diye seyirci gelmiyordu. Ama işte kafede yapılan tiyatro, ki küçümsemek için söylemiyorum orası aynı zamanda sosyalleşebileceği bir yer olduğu için, tercih ediliyor.

Selma Köksal: Ümit var bitirelim bence, demin de bahsettiniz o paylaşma duygunuz daim oldukça her şartta üretmeye devam edeceğiniz aşikar, dilerim emeğinizin daha çok görüldüğü, takdir edildiği ve desteklendiği nice festivaller gerçekleştirirsiniz.

Ankara Havası

Paylaş:

İlginizi Çekebilir

Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.