|
Getting your Trinity Audio player ready...
|
Geçenlerde Ankara’da kentlerin aslında bizimle nasıl konuştuğunu yeniden anladım. Kentin merkezinde bir tabela var. Basit bir yön tabelası. Bir yol ağzında pek çok semtin yolunu gösteren bir dizi dipnot gibi. Ne mimari bir yapı ne de tarihi bir eser. Ama bir süredir Ankara’nın en çok konuşulan nesnelerinden biri.
Bu tabelanın en altındaki “Kızılay” yazan kısım önce çalındı. Sonra belediye, yenisini yapıp yerine taktı. Sosyal medyada tabelanın yenilendiği haberi üzerine yeniden ilgiyi üzerine çekti. Üzerine sticker’lar yapıştırıldı, grafitiler çizildi, karalandı, insanlar fotoğraf paylaştı. Sokak dansçıları direk olarak, sporla ilgilenenler asılmak için kullandı.
Bunu izleyen belediye, tabelayı korumak için biraz da yeni nesil bir çözüm bulmak adına tabelanın arkasına bir barfiks demiri koydu. İşte tam orada hikaye değişti. Çünkü o anda tabela yalnızca bir tabela olmaktan çıktı, bir kent performansının nesnesi haline geldi.
Ve ne zaman insanlar bir şeye dokunabildiğini, dönüştürebildiğini ve bunu herkesle birlikte yapabildiğini hissederse, ona sahip çıkmaya başlıyor. Kızılay tabelası, bu dokunma arzusunun vücut bulmuş hali.
Bu olayı okuyunca aklıma dijital dünyada gerçekleşen bir deney geldi: Reddit’in r/place deneyi.
r/place: Herkese tek piksel hakkı
r/place, 2017 ve 2022’de Reddit adlı platformda yapılan bir deneydi. Dev bir dijital tuval açıldı ve kullanıcılar her beş dakikada bir yalnızca bir piksel boyayabildi. Tek bir piksel. Ne fazla, ne eksik.
Bu sınırlı müdahale hakkı, büyük bir özgürleşmeye dönüştü. Bazı insanlar ulusal kaygılarla bayrak yaptı. Başkaları geldi sildi. Yeniden yaptılar. Bir başkası popüler kültür öğeleri, küfürler, cinsiyetçi ve ırkçı şakalar, söylemler ekledi. Logolar, ticari imgeler yapıldı. Yapılan her şey bir başka şeyle yer değiştirirken iyilik, kötülük ve insanın içindeki en derin çalkantılar bir dijital devinime dönüştü. Bir tuval, insanların kolektif olarak “Ben buradayım” deme arzusunun arenasına dönüştü.
Reddit bu dijital devinimin videolarını yayımladı ve kollektif olarak insanlığın tuval üzerinde bıraktığı izin serencamını seyredebilme olanağı oluşturdu.
İki deneyimin ortak noktası şuydu: Mekan nerede olursa olsun –fiziksel veya dijital– insanlar iz bırakmak ister.
Kızılay tabelası: Kentte piksel bırakmanın yeni adresi
Ben Kızılay tabelasını ilk gördüğümde içimde şöyle bir duygu oluştu: Tuhaf bir şekilde sevimsiz, tasarımdan pek de nasibini almamış ve eski döneme ait bu tabela, nasıl oldu da şehre bu kadar ait hale geldi?
Sonra fark ettim ki mesele tabelanın kendisi değildi. Mesele, insanların ona dokunabilmesiydi.
Bir duvara grafiti yapmak, bir ağaca isim kazımak, bir köprü korkuluğuna kilit asmak… Bunlar hep aynı davranışın farklı tezahürleri. Kent sosyolojisi ve antropoloji bunu çok güzel açıklar: İnsanlar mekanla ilişki kurarak kendilerini var ederler.
Aslında:
- Kent bize sadece barınma veya ulaşım imkanı sunmaz.
- Kent bize iz bırakma imkanı sunar.

Belediye barfiks takmasaydı ne olurdu?
Muhtemelen tabelanın paylaşım ömrü çok daha kısa sürerdi. Ama belediye müdahale ettiğinde tabela birden aktif bir mekana döndü. Kentlilerin davranışlarına bakıldığında Belediyenin naif ve dolaylı müdahalesi şöyle anlaşılmıştı: “Madem dokunuyorsunuz, ben de engellerim.” Bu ise şu karşılıkla sonuçlandı: “Engelliyorsan, daha çok dokunuruz.”
Barfiks, istemeden de olsa kullanıcıya bedensel katılım hakkı sundu. Bir tabela, bir anda: performans sahnesine, selfie fonuna, sosyal etkileşim kaynağına, reddit r/place’in fiziksel versiyonuna dönüştü.
Kente dokunmanın politikası
Şehir planlama disiplinindeki klasik kavramlardan birisi kentin kullanıcısıdır. Kullanıcı, aslında kenti tüketen değil, üreten kişidir. Kullanıcı olmazsa kentsel hizmetler, mekanlar, planlar ve kamusal her şey anlamını yitirir.
Ama mevcut planlama pratikleri çoğu zaman insanı pasif bir varlık olarak tasarlar: Buna göre insan sadece oturur, geçer, kullanır. Oysa kent her zaman yaşayanlar tarafından yeniden yazılan bir hikaye gibi ilerler. Bu yüzden Kızılay tabelasıyla ilgili süreç, aslında bir kentsel yönetişim ve katılım tartışmasıdır.
Aslında yakın zamanda kentteki tabelalarla ilgili olarak ilerlemiş bulunan bir başka süreç bu anlamda Belediyenin de bunun farkında olduğunu gösteriyor. Pandemiden hemen önce Ankara Kent Konseyi’nin içinde başlayan bir süreçle sokak tabelalarının yenilenmesi için ve kente ait bir yazı karakteri belirlemek için bir yarışma açılmıştı. Bunun sonuçları da uygulandı. Özgün bir Ankara yazı karakteri de üretildi ve kullanılıyor.
Ancak her kentsel süreç böylesine planlı ve organize ilerleyemiyor. Sosyal medyanın da etkisiyle tepkisel ve kendiliğinden gelişmeler olayları şekillendirebiliyor. Belediye incelikli de olsa tabelanın “kendisine ait” gibi görünmesine sebep oldu. Buna karşılık gençler de oldukça davranışsal bir şekilde tabelayı “kendilerine ait” ilan etti. Bu karşılıklı iddialaşma, kentin temsil gücüne sahip olanlarla kent kullanıcısı arasındadır.
Peki ya tabelalar ve tabelaların bulunduğu kent, kimindir? Plancılar için cevap açıktır: Kent herkesindir. Ama sokağa çıktığınızda gerçek çok daha karmaşıktır: Kent, iz bırakabilenin olur. Bu nedenle, tabelaya sticker yapıştıran genç ile r/place’de piksel boyayan kullanıcı arasında hiçbir fark yoktur.
Kolektif iz bırakma içgüdüsü
İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri kalıcı olmak duygusudur. Dijitalde piksel boyamak, tabelaya sticker yapıştırmak, bir mekan adını duvara kazımak, hepsinin arkasında aynı cümle vardır: “Buradaydım.” Şehirler de bu izlerle oluşur. Kızılay’ı yapan tabelası değil, yüz binlerce insanın oradan geçmesi ve bunu fotoğraflarla kolektif hafızaya dönüştürmesidir. Ama Kızılay tabelası da şimdi bu sürecin bir parçası.
Bu tabela, ilk gününde sıradan bir yönlendirme objesiydi. Üçüncü günde konuşulmaya başladı. Beşinci günde bir dijital “meme (mim)” haline geldi. Onuncu günde Ankara’nın sembollerinden biri oldu. Bu süreç bize bir şehir imgesinin nasıl oluştuğunu gösteriyor:
- Nesne ortaya çıkar. (Tabelayı koyarsın.)
- Topluluk ona dokunur. (Sticker, grafiti, barfiks.)
- Etkileşim anlam üretir.
- Anlam simgeye dönüşür.
Bir belediye istedi diye bir şey simge olmaz. Bir topluluk hissetti diye olur. Simge, kurumsal iradeden değil, kolektif davranıştan çıkar.
Dijital ve fizikselin buluştuğu yeni kamusal alan
Kent bugün sadece sokakta yaşanmıyor, artık iki yerde bir arada: fiziksel mekan, dijital paylaşım alanı. Bugün bir yerin “kent mekanı” olabilmesi için orada durmak yeterli değil, paylaşılabilir olması gerekiyor. Barfiksin önünde çekilen fotoğraflar, sosyal medyada dolaşırken, insanlar aslında şunu yapıyordu: “Bu deneyimi kaydediyorum. Bu mekana bir piksel bırakıyorum.” r/place’de bir piksel boyamak neyse, Kızılay’da barfiks demirine tutunup fotoğraf çekmek odur.
Bir şehir plancısının içsel çatışması
Bir şehir plancısı olarak, yıllardır yapılan bir yanlışı kendi mesleğimde de görürüm: Biz plancılar, düzeni severiz. Ama kentliler ve gençler deneyim ister. Tabelaya yapılan müdahaleleri ilk gördüğümde “ya etikete ne gerek var, tabelayı niye bozuyorlar” dedim. Ama sonra durdum ve kendime sordum: Belki de mesele, tabelayı korumak değil, tabelanın nasıl yaşadığını izlemektir?
Belki bizim görevimiz, nesneyi steril tutmak değil, iz üretimine alan açmaktır.
Sonuç: Kent, pikselimizdir ve Kızılay tabelası bize üç şey öğretti:
- Kent, kullanıcı dokunuşu ister.
- Simgeler sadece planlanmaz, kendiliğinden oluşur.
- İnsan, iz bırakarak ait olur.
Reddit r/place’de ne olmuştu? Binlerce insan, bir piksel boyayarak kolektif bir sanat eseri ortaya çıkarmıştı. Ankara’da ne oldu? Binlerce insan, bir tabelaya sticker yapıştırarak, yazı yazarak, yapılanları sosyal medyada paylaşarak kolektif bir mekan üretmiş oldu.
Fiziksel ya da dijital fark etmez. Kent, izin kadar senindir.



















