Ülkemizde gayrimüslimlerin varlığı ve günümüze ulaşan izleri, geçmişte maruz bırakıldıkları olumsuz tavırlar ve uygulamaların farkında olan küçük bir kitle haricindekiler tarafından ancak geçici gündemlerin etkisiyle fark edilebiliyor. “Yerli ve milli” bir toplum tasarımına ilişkin çaba bazen her ne kadar son 20 yıla özgü bir durummuş gibi ele alınsa da esasında Türkiye’nin “yerli ama milli olmayan” insanlarına yönelik baskısı eskilere dayanıyor. Yahudiler, Rumlar, Ermeniler başta olmak üzere Türk ve Müslüman olmayan kitleler 20. yüzyılda periyodik olarak birçok gaddar ve dışlayıcı saldırı sonucunda doğup yaşadıkları topraklarından uzaklaştırıldılar. Bir zamanlar Yahudilerin, Rumların, Ermenilerin kentlerimizin en önemli parçalarından oldukları gerçeği sistemli ve planlı bir şekilde unutturulmaya çalışıldı.
Politik olmayan ve araştırmayı sevmeyen ortalama vatandaşın, Türkiye’nin malum siyasal ve toplumsal ikliminde kendisine daima ötekileştirilerek işaret edilmiş kişiler karşısında bir anlayış ve empati geliştirebilmesi zor. Kentlerimizin tarihî merkezlerindeki kilise, sinagog gibi yapılara saldırılar yapılması ve duvarlarının boyanması, film ve dizilerde gayrimüslim karakterlere yüklenen olumsuz karakter özellikleri, gayrimüslimleri işaret eden sokak isimlerinin değiştirilmesi gibi hadiselerin yaygınlığı hepimizin malumu. Böyle bir ortamda gerek “öteki”lere antipati duyan insanların gerekse de devlet kademesinin geçmişle yüzleşme ve hatalardan ders çıkarma ihtimali maalesef düşük. İnsanımızın çoğu kendi kimliğini baskın ve haklı görmek çabası içinde. Üstelik bu yalnızca bilinçli bir konumlanma olmayıp, yaşananları bilmemekten de ileri geliyor. 6-7 Eylül 1955’te gayrimüslimlere yapılan zorbalıkları konu edinen 2008 yapımı Güz Sancısı filminden çıkarken salon koridorunda önümdeki gençten duyduğum “Abartmışlar bence; bunların yaşandığını sanmıyorum,” minvalindeki cümlenin aslında milyonların fikri ve zikri olduğu çıkarımını yapmak kesinlikle saçma değil.
“Kulüp” ve Hissettirdikleri
İlk paragrafta bahsettiğim geçici gündemlerin sonuncusu, Netflix’te geçtiğimiz haftalarda ilk sezonu yayınlanan Kulüp isimli dizi oldu. Yahudi bir karakteri merkeze alan ve diğer gayrimüslim insanların sıkıntılarına da değinen dizi, onların varlığı ve günümüze ulaşan izleri konusunda pek bilgi sahibi olmayan kitleye de ulaşması açısından nazarımda önemli. İnternet kullanımının özellikle son 10-15 yılda gelir seviyesi, yaş vb. faktörleri tamamen devre dışı bırakarak kitlelere yayılması, insanların ülkenin bugününe ve geçmişine dair bilinç düzeylerini önemli ölçüde yükseltiyor. Bu açıdan bu gibi dizilerin misyonu, Türkiye’nin ve toplumunun daha adil, barışçıl, anlayışlı, demokratik olabilmesi açısından önem arz ediyor.
Dizi, nazarımda önemli noktalara temas ediyor ve bunu incelikli bulduğum bir tonda yapıyor. Bir örneği, 4. bölümde, Galata’da Şahkulu Sokak’ı Küçük Hendek Caddesi’ne bağlayan Salti (Psalty) Geçidi’nde çekilmiş olan sahne. Matilda, kaldığı daireye geldiğinde avluda bir Sefarad şarkısının söylendiğini duyar ve geçmiş yıllarını anımsayarak duygulanır. Şarkıyı duyarak yanına gelen, Anadolu’dan İstanbul’a yeni göçmüş ve tutunmaya çalışan genç iş arkadaşı Hacı, şarkının güzelliğinden bahseder ve annesinin ninnilerine benzediğini söyler. Matilda, bunun eski bir Sefarad şarkısı olduğunu söyler ve Sefarad kelimesinin anlaşılmadığını gördüğünde Sefaradların yüz yıllar önce göçüp gelmiş Yahudiler olduğunu ekler ve “Benim gibi” notunu düşer. Hacı’nın cevabı, inanç ve milliyet sınırlarını kaldıran, yaşamın zorluklarının ve kaderin insanlık için aslında ortak olduğunu gösteren duruluktadır: “Bizim gibi yani”.
Ankara Yahudileri
Yahudilerin yaşam alanlarına, konutlarına, öbekleştikleri mahallelere ilişkin dizide pek bir referans olmamasına karşın varlıklarına yoğunlukla işaret edilmesi, onların kentlerimizdeki geçmişlerine dair bir merak oluşmasını da sağlıyor. Bu merakı Ankara özelinde belli ölçüde giderebilmek için ise “Yahudi Mahallesi” olarak bilinen muhite bakmak gerekiyor. Ankara’da Yahudilerin varlığı oldukça eski tarihlere götürülüyor. Avram Galanti’nin araştırmasında Roma İmparatoru Augustus döneminde (M.Ö. 63-14) ve Orta Çağ’da, Ankara’da bir Yahudi cemaatinin bulunduğunu görüyoruz [1]. Beki L. Bahar ise Ankara’da Roma dönemine kadarki kayıtlarda 5, Roma döneminde şehir geliştiğinde ise 12 adet füle adı verilen Yahudi mahallesi bulunduğunu belirtmiş [2]. Arcak da Türkiye Yahudilerinin genellikle İber Yarımadası kökenli olduklarının sanıldığını vurgulamış, 15. yüzyıldan itibaren Engizisyon nedeniyle Portekiz ve İspanya’dan göç ederek Anadolu topraklarına gelen Yahudilerden daha önce Anadolu’da ve özelde de Ankara’da Yahudilerin bulunduğunu, Yahudilerin Ankara’da Romaniot (Bizans topraklarında yaşayan Yahudiler) bir topluluk olarak var olduklarını belirtmiş, Romalıların Ankara’yı Galatlardan aldıklarında Hacı Bayram Tepesi üzerinde bulunan Augustus Tapınağı üzerindeki “Augustus’un Vasiyetnamesi” olarak adlandırılan yazıtın bir bölümünde Yahudilere tanınan ayrıcalıklarla ilgili bir bölüm oluşunu, bunun kanıtı olarak göstermiştir [3]. Galanti ise Ankara’nın Osmanlı tarafından 1361’de fethedildiğinde kentte küçük bir Yahudi cemaati bulunduğu bilgisini Salamon Rozanes tarafından yazılan bir esere (Türkiye İsraillilerinin Tarihi, Cilt: 1, Sayfa: 10) dayandırarak paylaşmıştır [4]. 1492 yılına gelindiğinde önce İspanya’dan, birkaç yıl sonra da Portekiz’den Anadolu’ya göçen Sefarad Yahudilerinin bir kısmı Ankara’ya yerleşmiş ve orada önceden bulunan Yahudi topluluğu bu göçle birlikte büyümüştür [5]. Özer Ergenç ise 16. yüzyıl kadı sicillerini incelediği çalışmasında, Ankara’da 1598 yılında 85 evli, 16 bekâr vergi yükümlüsü Yahudi bulunduğunu belgelemiştir [6]. Nurşen Gök de yine Osmanlı dönemi kayıtlarından olan temettüât defterlerini incelediği çalışmasında, 1844 yılında günümüzde Yahudi Mahallesi olarak bilinen bölgede bulunan Hacendi Yahudi Mahallesi ile Öksüzce Yahudi Mahallesi’nde vergi yükümlüsü olarak 57 Yahudinin kayıt altına alındığını tespit etmiştir [7].
Yahudi Mahallesi, Osmanlı döneminde “Hacendi”, “Öksüzce”, “Hoca Hindi” gibi isimlerle anılmıştır [8]. Cumhuriyet döneminde “Yeğenbey”, “Sakalar”, “İstiklâl” gibi isimler alan mahalle, 2007’de Anafartalar Mahallesi’ne katılmış olup, günümüzdeyse Hacı Bayram Mahallesi sınırları içerisindedir. Yahudi Mahallesi’nde Yahudilerin varlığı 1900’lerin ortalarında giderek azalmaya başlamıştır. Günümüzde mahallede yaşayan Yahudi kalmamasına karşın sinagogun varlığı, özgün dokunun belli oranda korunabilmiş olması ve mahallenin toplumsal bellekteki güçlü konumu nedeniyle bölge günümüzde de Yahudi Mahallesi olarak bilinmekte ve anılmaktadır.
Yahudi Mahallesi’nin Ankara açısından önemini gösteren birçok yaşanmışlık mevcuttur. Mahallenin en güzel evlerinden biri olduğu söylenen Yasef Ruso’nun evinde Atatürk’ün bir geceliğine konaklamış olması ve Tunalı Hilmi, İhsan Sabri Çağlayangil, Ali Çetinkaya gibi milletvekillerinin bir dönem mahallede yaşamış olmaları bu yaşanmışlıklara örnek olarak sayılabilir [9]. Bunun yanı sıra Deniz Avcı Hosanlı ve Güliz Bilgin Altınöz’ün, Sevgi Aktüre’nin 1830’dan 1930’a Ankara’da Günlük Yaşam isimli çalışmasından aktardıklarına göre, 1919 yılındaki mütareke hükümleri uyarınca Ankara’ya gözlemci olarak gelen İngiliz ve Fransız ordusu temsilcilerinin kentte daha uygun bir yer bulunamadığı için Yahudi Mahallesi’nde bir eve yerleştirilmiş olmaları, mahallenin önemini ortaya koyan bir başka detaydır [10]. İlter de mahallenin Türk Edebiyatındaki yerini vurgulamış ve Mehmet Kemal’in Türkiye’nin Kalbi Ankara, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara isimli kitaplarında mahalleden bahsedildiği bilgisini paylaşmıştır [11].
Ankara Yahudi Mahallesi
Cumhuriyet ile birlikte Ankara’da Yenişehir’in kurulduğu ve geliştiği dönemde Yahudi Mahallesi’ndeki toplumsal ve kentsel doku da yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Bu dönemde mahalledeki bazı odalar ve katlar bekârlara veya çocuklu ailelere kiraya verilmiş, yapıların kullanım şekilleri bu nedenlerle değişmiş, bazı özellikleri de (ahır, avlu vb.) kullanıcılar tarafından değişikliğe uğratılmıştır. Yenişehir’in kurulması ile birlikte Yahudi Mahallesi’nden bazı gruplar bu bölgelere taşınmış, mahallenin özgün yapı stokuna gösterilen özenin azalmasına sebebiyet verecek kullanıcı değişimlerinin bir anlamda önü açılmıştır [12].
Cumhuriyet döneminde Yahudi Mahallesi, Ankara’nın kentleşmesi sürecinde uygulanan birçok plan ve karardan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmiştir. Çeşitli sorunlar ve uyuşmazlıklar nedeniyle uygulanmayan Lörcher Planı’ndan sonra Jansen Planı’nın devreye girmesiyle Ankara kent merkezinde korunması gereken tarihî doku “Protokol Sahası” olarak adlandırılmış, ancak Yahudi Mahallesi bu alanın dışında bırakılmış, mahalle için bölgedeki tüm konutların yıkılarak yeniden inşa edilmesiyle oluşturulacak modern bir yerleşim alanı önerilmiştir. Ancak Lörcher Planı gibi Jansen Planı da bu bölgede uygulamaya geçirilmemiştir [13]. Hermann Jansen’in 1939’da Türkiye’den ayrılması sonrasında Ankara, hızlı, düzensiz ve çarpık bir biçimde büyümüştür. Hızlı nüfus artışı, konut yetersizliği, gecekondulaşma, spekülasyonlar gibi gelişmeler sonucunda plansız şekilde büyüdüğüne ikna olunan Ankara için 1955 yılında yeni bir plan yarışması açılması kararı alınmış, yarışmayı Nihat Yücel ve Raşit Uybadin ekibinin hazırladığı plan kazanmıştır. Söz konusu plandaki en önemli karar, kentteki gelişmenin yayılma yönünde değil, yükselme yönünde gerçekleşmesidir. Eski planda 2 kat olarak gösterilen yükseklikler, bu planda 4, 6, 8 kata kadar arttırılmıştır. Bu uygulamanın Yahudi Mahallesi’ne doğrudan etkisi olmadıysa da mahalleyi çevreleyen Anafartalar Caddesi, Denizciler Caddesi ve Talatpaşa Bulvarı boyunca kat yüksekliklerinin artış göstermesi mahallenin algılanabilirliğine zarar vermiş, dışarıdan görülmesini zorlaştırmıştır [14]. Mehmet Tunçer’e göre Ankara’da eski kent dokusunun “Protokol Sahası” adı altında uzun yıllar dondurulması, içinde devam eden yaşantının gerekli kıldığı onarımlara izin verilmemesi, bu bölgenin yıpranmasına ve tahrip olmasına sebep olmuştur. Kentin bu tarihî alanlarının yaşatılması ve korunması için politika saptanamaması, bu alanlardaki dokuyu ve yaşamı felce uğratmıştır. Varılan noktada kentin bütününde öncelikle korunması ve sorunlarının çözülmesi gereken bölge olan Eski Ankara, ihmal edilmesinden dolayı kentin en sağlıksız bölgesi hâline gelmiştir.
Yahudi Mahallesi (Görsel 1), kentsel sit alanı kapsamına 1980 yılında alınmıştır. Bu karar, mahallenin korunmasına yönelik olarak yorumlanabileceği gibi Tunçer’in “Protokol Sahası” özelinde bahsettiği yıpranmanın da söz konusu olması açısından “koruma”nın tersi yönde de bir etki yaratmıştır [15]. 1980 yılı içerisinde mahalleyi ciddi biçimde etkileyen bir gelişme de Kuzey-Güney Trafik Aksı Projesi’nin gerektirdiği üzere Hasırcılar Caddesi’nin (günümüzdeki A. Adnan Saygun Caddesi) açılması olmuştur. Sit alanı sınırlarında olan bu güzergâhta 8’i tescilli yapı olmak üzere 56 yapı yıkılmış, mahalle büyük kısmı doğuda kalmış olmak üzere ikiye bölünmüştür. Hasırcılar Caddesi’nin batısında kalan alan ise zaman içerisinde belediye ve tıp fakültesinin varlığı nedeniyle kimliğini yitirmiştir [16].
Yahudi Mahallesi, demografik açıdan 1900’lü yılların ilk yarısından itibaren istikrarlı bir biçimde, mahalleye ismini veren niteliğini kaybetmiştir. Yahudi nüfusun mahalleyi terk etmesinin birçok sebebi bulunmaktadır. Ankara’nın tarihî kent merkezinin güneyinde kurulan Yeni Ankara’da inşa edilmiş olan bir veya iki katlı ve bahçeli evler, bu imkânları cazip bulan bazı Yahudi Mahallesi sakinlerinden talep görmüştür [17]. II. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan ekonomik sorunlar, Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte yoğunlaşan ulusçu anlayış ile birleşince, 1942 yılında yürürlüğe koyulan Varlık Vergisi Kanunu yurt çapında gayrimüslimlerin ülkeyi terk edişinin önemli sebeplerinden biri olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Bahar’ın aktardığına göre, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın koruyucu tavrı nedeniyle, vergiyi veremeyen hiçbir Ankaralı Yahudi’nin evine el koyulmamış, Aşkale’ye kimse gönderilmemiş, İstanbul ve Bursa gibi şehirlerde yaşayan Yahudilerin başına gelen hadiseleri Ankaralı Yahudiler yaşamamışlardır [18]. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde İstanbul’un eski popülaritesini yavaş yavaş kazanmaya başlamasıyla birlikte Ankara’da tüccarlık yapan bazı Yahudiler İstanbul’a yerleşmiş, buna ek olarak 1948’de İsrail’in kurulmasıyla birlikte mahalleyi terk edip İsrail’e göçenler de olmuştur. 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da azınlıklara ve onların mal varlıklarına karşı organize edilen saldırılar ve yağmalar da mahallenin kan kaybetmesinde etkili olmuştur [19]. 1960’lı yıllarda Ankara’nın Kavaklıdere, İncesu ve Cebeci gibi mahallelerine taşınan pek çok Yahudi aile söz konusudur. 2000’li yıllara gelindiğinde ise mahallede hiç Yahudi kalmamış, Ankara genelinde de 10-15 kadar aile kalmıştır [20]. ODTÜ’nün mahallede yaptığı ve üzerinden uzun zaman geçen 1988 tarihli araştırmasında dahi mahallede kiracıların oranının %80’lerde oluşu, mahallenin çok uzun zamandır Yahudiler’in yerleşiminde olmadığı ve iç göçle gelen kesimlerin kullanımında olduğunu kanıtlayan bir veridir [21].
Bahar, Yahudi Mahallesi’nin, Avrupa’daki örneklerde olduğu gibi duvarlarla çevrili, gece vakti kapıları kapanan “getto”larla benzerlik taşımadığını, tipik bir Osmanlı mahallesi görünümünde olduğunu, Osmanlı mahallesinden farklı olarak merkezde cami yerine sinagog bulunduğunu dile getirmiştir [22]. 2. görselde yer alan çizim ve 3. görseldeki eski tarihli fotoğraf, söz konusu tespiti doğrular niteliktedir.
Talatpaşa Bulvarı, Anafartalar Caddesi ve Denizciler Caddesi’ne cephesi olan binaların yüksek katlı oluşu, mahallenin yoğun bir insan geçişinin yaşandığı bu akslardan algılanışına set çekmiştir. Günümüzde bu üç güzergâhı kullanan birçok insan söz konusu yüksek apartmanların arkasında Ankara’nın tarihî dokusunu yansıtan bir mahallenin varlığından haberdar değildir. Buna ek olarak mahallenin eğimli bir arazide yer alması düzenli sokakların varlığını imkânsız kılmış, özellikle Anafartalar Caddesi tarafından mahalleye girişin merdivenler aracılığıyla yapılmasına neden olmuştur. Sözü edilen yüksek binaların varlığı nedeniyle mahalle, doğu yönünden bakıldığında çukurda kalmakta ve algılanamamaktadır. Topografyanın eğimli oluşu, mahalledeki araç trafiğini de en aza indirgemiştir. Mahalleye yalnızca batı yönünden araçla girilebilmekte olduğu için alandaki insan ve araç yoğunluğu minimum düzeyde kalmış, bu da mahallenin kendi hâlindeki yapısının mümkün olduğunca korunmasını ve aynı zamanda tenha, kimine göre ise tekinsiz bir muhit olmasını beraberinde getirmiştir.
Sokak dokusu organik bir düzene sahiptir. Mahalle, batıdan doğuya doğru yükselen eğimi azaltan sokaklar vasıtasıyla çevresindeki aksları birbirine bağlar. Sokakların birçoğu birbirlerine “T” şeklinde bağlanır ve 2 metreden 5 metreye uzanan farklı genişliklere sahiplerdir. Bir sokak, başından sonuna dek aynı genişlikte devam etmez [23]. Mahallede bir sokakta çevre yönlere bakınca görüş açısını binaların kesmesi sık rastlanan bir durumdur ve alanın asimetrik yapısını ortaya koyan detaylardandır (Görsel 4).
Mahalleye kimliğini veren ve günümüze ulaşabilen yapılar içinde Ankara Sinagogu ilk sırada gelir. Sinagogun tek sokağa cephesi olan duvarı, yapılan saldırılar neticesinde zaman içinde önce demir parmaklıkların taşlarla örülmesi suretiyle yükseltilmiş, sonrasında bu da yeterli gelmeyerek duvarın üstüne dikenli teller (Görsel 5) çekilmiştir [24]. Günümüzde sinagog Birlik Sokak üzerinden algılanamamaktadır. Duvarın arkasında sinagog olduğuna dair tek iz, giriş kapısının üzerinde yer alan küçük ölçekli “Süleyman’ın Mührü” figürüdür (Görsel 6).
Mahalleyle özdeşleşmiş, ancak günümüze ulaşamamış bir yapı ise sinagogun yanındaki Ravza-i Terakki isimli okuldur. Sinagogla aynı zamanda yapılmış olan okuldan geriye bir tek sinagog duvarının bitişiğindeki, Birlik Sokak’a bakan ahşap kapı kalmıştır (Görsel 7). Ravza-i Terakki, Ankara’nın kültürel gelişimi açısından özel bir yere sahip olan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında maddi durumu iyi olan ailelerin çocuklarını yolladığı paralı bir okuldur [25]. Günümüzde, söz konusu ahşap kapının arkasında, sinagog duvarına bitişik ve kullanılmayan bir polis kulübesi bulunur (Görsel 8).
Mahalledeki bir diğer simge yapı ise Anafartalar Caddesi tarafında, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Ankara İl Müdürlüğü’nün ve Anafartalar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin yanında bulunan ve 15. yüzyıla tarihlenen Şengül Hamamı’dır. Hamamın Yahudiler için önemi, hanımların dinin getirdiği bazı kurallara uygun olarak yapılan havuzlu bir oda olan “tevila” bölümüne sahip olmasıdır [26].
Yahudi Mahallesi’nin konut dokusu Ankara’nın en değerli sivil mimari yapılarından örnekler barındırmaktadır. Mahalledeki sivil mimari örnekleri, Pınar Şahin’in araştırmasına göre önce Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 12.04.1980 tarihli ve 2167 sayılı kararı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 10.07.1986 tarihli ve 2458 sayılı kararı, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 01.05.1990 tarihli ve 1219 sayılı kararı ve son olarak da Ankara Yenileme Alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 17.05.2007 tarihli ve 25 sayılı kararınca tescil edilmiştir [27].
Mahalledeki en önemli konut yapıları Birlik Sokak’ta, sinagogun karşısında bulunan, Araf ve Albukrek ailelerine ait olan ve birbirleriyle benzerlikleri bulunan evlerdir (Görsel 9).
Yahudi Mahallesi’nin sahip olduğu mimari mirasın önemli bir kısmı hâlen görülebilir. Mahallenin sokak dokusuna uygun ve Ankara dokusuna özgü olarak inşa edilmiş sivil mimari örnekleri neredeyse her sokakta kendini göstermektedir (Görsel 10-11). Yahudi Mahallesi’nde hem Ankara ile özdeşleşmiş ahşap bindirmeli kirişler barındıran çıkmalı evler hem de taş veya kâgir yapılar bulunmaktadır.
Yahudi Mahallesi’nde birçok yapının tescilli olması, kullanıcı girişimiyle koruma tedbirlerinin alınamamasını ve gerek yapıların tekil olarak gerekse de dokunun bütün olarak belli oranda bozulmasını, buna bağlı olarak da mahallenin köhneleşmesini beraberinde getirmiştir. Yaşanan süreçte birçok yapı zamana yenilmiş, yıkılarak ya da yanarak yok olmuştur. Mahallede, geçmişte evlerin olduğu birçok parselde günümüzde yıkıntılar, otoparklar veya tanımsız boşluklar mevcuttur (Görsel 12).
Mahalledeki neredeyse her boşlukta, çevredeki yoğun ticari faaliyet ve hastane yoğunluğu gibi sebepler nedeniyle otoparklar oluşturulmuş durumdadır. Geçmişte Ravza-i Terakki Okulu’nun bulunduğu alan dahi günümüzde otopark olarak kullanılmaktadır (Görsel 13).
Mahallenin tarihî niteliğine ve dokusuna aykırı uygulamalar ve müdahaleler her sokakta görülebilir. Bunlardan birisi, sokakların yapısına ve evlerin görünüşüne uymayan asfaltlardır (Görsel 14).
Yahudi Mahallesi’nde Kentsel Dönüşüm Gündemi
Yahudi Mahallesi’nin, ticari faaliyetlerin yoğun olduğu semtlerin arasında, müzelerin, üniversitelerin, hastanelerin, kamu kurumlarının ve daha birçok çekim noktasının yakınında olması, kentsel dönüşüm kurgularının merkezine alınmasını sağlamıştır. 2019 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sosyal medya hesabında paylaşılan bir video ile birlikte Yahudi Mahallesi’ni de kapsayan büyük ölçekli bir kentsel dönüşüm projesi duyurulmuştur. Söz konusu açıklamada ilk etapta Hergele Meydanı olarak bilinen alanda 116 binayı içeren, ikinci etapta ise Yahudi Mahallesi’nde 191’i tescilli olan 895 adet yapıyı içeren bir kentsel dönüşüm projesinin, tescilli yapıların yerinde korunması ve restorasyonlarının yapılması şeklinde uygulanacağı belirtilmiştir. Üçüncü etapta, Altındağ Belediyesi binasının başka bir yere taşınmasıyla boşalan alanda büyük bir meydan yapılması, dördüncü ve son etapta ise Kalealtı bölgesinde bir dönüşüm söz konusudur.
Türkiye’de neoliberal kentleşmenin güçlü bir şekilde hayata geçirilmesi ile birlikte kültürel miras da üzerinden rant elde edilecek bir saha hâline getirilmiş, buna bağlı olarak da koruma ve yenileme politikaları arasındaki çelişkiler ve gerilimler belirgin hâle gelmiştir. Tarihî kent merkezlerinde uygulanan yenileme projeleri, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanundan alınan yetkiyle hayata geçirilmektedir. Kanunun güçlü ve hükmedici bir yapısı bulunmaktadır. Bu kanun ile yenileme alanlarındaki yapılar kamulaştırılabilmekte ve buralarda ikamet edenler yerlerinden edilebilmektedir. Bu da söz konusu dönüşüm projelerinde toplumsal hassasiyetleri ve insan haklarını önceleyen bir tutumun söz konusu olmadığını, projelerin esas amacının rant aktarım mekanizmalarını beslemek olduğunu göstermektedir. Kentin yoksullarının barınma alanları haline gelmiş tarihî kent merkezlerinde yapılan büyük ölçekli dönüşümler koruma amaçlı değil, yenileme amaçlı olmakta ve projeleri tasarlayanlara büyük bir özgürlük alanı sağlamaktadır.
2005 yılından bu yana, 5366 sayılı kanunun açtığı yolda tarihî kent merkezlerinde birçok yenileme projesi hayata geçirilmiştir. Projelerin bitimiyle birlikte ortaya çıkan yeni yapılar ve doku, kanunun yalnızca fiziksel durumu önceleyen, eski sakinlerin taşınmasını amaçlayan, ticari kaygıları ön planda tutan ve soylulaştırmanın yolunu açan bir anlayışla oluşturulduğu öngörülerini doğrulamıştır. İstanbul ve Ankara’nın tarihî semtlerinde uygulanan projelerde karşılaşılan sonuçlar, 5366 sayılı kanunun varlığının temel sebebinin koruma değil, rant ve kâr amaçlı yenileme olduğunu göstermektedir. Bu alanlarda yapılar tekil olarak ele alınmamış, geniş ölçekli bir anlayış benimsenmiş, sonucunda tarihî dokunun ortadan kalktığı, dekor görünümünde alanlar elde edilmiş, ortaya suni görüntüler çıkmıştır. Bu bölgeler demografik açıdan keskin dönüşümler yaşanmış, birçok insan evlerini ve mahallelerini terk etmek zorunda kalmış, birçok konuda haksızlığa uğramışlardır.
Yahudi Mahallesi günümüzde terk edilmiş tescilli yapılarda çıkan yangınlara ilişkin haberlerle gündeme gelmekte. Bir çöküntü alanı görünümündeki mahallede son okuduğumuz haberlerde Araf ve Albukrek evlerinin restore edilmekte olduğunu öğrendik. Önceki tecrübelerimiz ve gözlemlerimizden biliyoruz ki hâkim anlayış belli yapıları restore edip korumaktayken arka plandaki yapılarda genellikle yıkıp yeniden yapmayı tercih etmekte ve mahallenin dokusunu neredeyse tümüyle değiştirme yoluna gitmektedir. Mülkiyetler bu süreçte eski kullanıcılara çıkartılan zorluklarla değişmekte, yeni işlevler arasında vakıf ve dernek merkezleri, kafe ve restoranlar, oteller gibi kullanım şekilleri öne çıkmaktadır. Bunlar da tarihî mahalleleri bağlamından koparmakta ve insanın, kültürün, belleğin korunamadığını, korunmaya değer görülmediğini göstermektedir. Yahudi Mahallesi geçmişten günümüze çok kan kaybetmiş olsa da hırıltıları İstanbul’dan dahi duyuluyor. Eski mahallelerde dolaşırken insanlara soru soracağım vakit aradaki mesafeyi kısa yoldan azaltmak amacıyla kullandığım söze giriş hitaplarından olan “Hocam”ı Yahudi Mahallesi’nde yönelttiğimde beni kibarca tersleyen ve “Beyefendi” dedirttikten sonra meramımı dinlemeye başlayan 50’li yaşlarındaki bey gibi ilginç insanların mahalleyi terk etmesine sebep olabilecek bir dönüşümün asla gerçekleşmemesi dileğiyle…
Kaynakça
[1] Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, s. 11, 1947, İstanbul: Tan Matbaası.[2] Beki L. Bahar, Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri, s. 29, 2003, İstanbul: Pan Yayıncılık.
[3] Enver Arcak, “Ankara Yahudi Mahallesi”, s. 317-318, 2018, (Der.) Rifat Bali, Mazide Kalmış Bir Yaşam Tarzı: Yahudi Mahalleleri içinde (317-266). İstanbul: Libra Kitap.
[4] Galanti, s.9.
[5] Fügen İlter, “Ankara’nın Eski Kent Dokusunda Yahudi Mahallesi ve Sinagog”, s. 719, 1996, Belleten, Cilt:LX, Sayı:229.
[6] Özer Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s. 57, 1995, Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı Yayınları.
[7] Nurşen Gök, “19. Yüzyıl Ortalarında Ankara Yahudilerinin Sosyal-İktisadi Durumu”, s. 121-122, 2010, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı:26, 117-140.
[8] Deniz Avcı Hosanlı ve A. Güliz Bilgin Altınöz, “Ankara İstiklal (Yahudi) Mahallesi: Tarihi, Dokusu ve Konutları”, s. 73, 2016, Türkiye Bilimler Akademisi Kültür Envanteri Dergisi, Sayı:14, 71-104.
[9] Bahar, s. 86.
[10] Avcı Hosanlı ve Bilgin Altınöz, s. 75-76.
[11] İlter, s. 724-725.
[12] Bahar, s. 100.
[13] Avcı Hosanlı ve Bilgin Altınöz, s. 90-91.
[14] ODTÜ, İstiklal Mahallesi, s. 26, 1988, Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi.
[15] Mehmet Tunçer, Dünden Bugüne Kültürel Miras ve Koruma, 2017, s. 35, Ankara: Gazi Kitabevi.
[16] ODTÜ, s. 27.
[17] Bahar, s. 117.
[18] Bahar, s. 167.
[19] Bahar, s. 186-187.
[20] Arcak, s. 325.
[21] ODTÜ, s. 45.
[22] Bahar, s. 84.
[23] ODTÜ, s. 32.
[24] Bahar, s. 127-128.
[25] İlter, s. 726.
[26] Bahar, s.158-160.
[27] Pınar Şahin, “Tarihi Çevreleri Koruma Sürecinde Yaşanan Fiziksel ve Sosyo-Kültürel Değişim: Ankara-Ulus Tarihi Kent Merkezi İstiklal Mahallesi Örneği”, s. 62, 2008, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi.
Kapak Görseli: Can Bulubay
Yahudi Mahallesi’nde bir gezinti için: Ankara’da Kayıp Tarih: Yahudi Mahallesi