Kadın Olmanın Günahı ve Kapıyı Açık Bırak belgeselleriyle tanıdığımız Ümran Safter bu defa kurmaca türündeki uzun metraj filmi Kabahat ile izleyici karşısına çıktı. 2022 Adana Altın Koza Film Festivali’nde, Jüri Özel Ödülü, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve Umut Veren Kadın Oyuncu ödüllerini alan film, Ankara Film Festivali’nin ardından Gezici Festival kapsamında ikinci kez Ankara izleyicisiyle buluştu.
13 yaşındaki Reyhan, toplumsal baskının hissedildiği dindar bir ailede büyümektedir. Yaz tatillerini geçirmek için her sene olduğu gibi İstanbul’dan babaannesinin yaşadığı köye gider. İlk regl deneyimini annesinden bile gizli olarak bu köyde yaşamak zorunda kalır. Dini kurallara göre gusül abdesti alarak temizlenmesi gerekmektedir. Evde din kuralları üzerine konuşulanlar, köydeki arkadaş çevresinin bu kuralları yerine getirmeyenlerin başına gelenlerle ilgili anlattığı hikayeler, üstüne köydeki banyonun arızalanması ve kuraklık nedeniyle başlayan su kesintileri Reyhan’ı büyük bir açmaza ve korkuya sürükler.
27. Gezici Festival kapsamında yeniden Ankara’ya gelerek izleyicileriyle buluşan Ümran Safter’le Kabahat filmi özelinde bir röportaj gerçekleştirdik.
Sizi belgesel filmlerinizle tanımıştık. Kabahat, kurmaca olarak ilk uzun metraj filminiz. Fakat profesyonel olmayan oyuncularla çalışma, mekan seçimleri, doğal ışık kullanımı, yazdığınız diyaloglar gibi tercihlerinizle belgesele oldukça yakın. Kurmacadaki ilk işiniz için riskli sayılabilecek bu tercihlerin kararları nasıl bir süreç sonunda alındı?
Doğal mekanlarda, doğal ışıkla ve çoğunluğu amatör oyuncularla çalışmak aslında benim açımdan çok riskli bir durum değildi. Çünkü zaten senaryoyu yazmaya başladığımda filmi nerede ve nasıl çekeceğimi aşağı yukarı tasarlamıştım. Biraz el yordamıyla, biraz gazetecilik ve belgeselcilikten edindiğim tecrübelerimle ve daha çok da sezgilerimle yola çıktım. Dokuz kişiden oluşan teknik bir ekiple çalıştım. Ekip başta görüntü yönetmeni Bertan Özer olmak üzere son derece profesyoneldi. Yapımcım Suraj Sharma bu projeye gönülden inandı ve tüm imkanlarını seferber etti. Oyuncuların ise çoğunluğu amatördü.
Amatör oyuncularla çalışmak kısıtlı bütçenin dayattığı bir zorunluluktan ziyade benim tercihimdi. Benim için önemli olan senaryonun gerekliliği ve karakterlerin uygunluğu.
Bunu amatör sayılan, daha az deneyimli, yetenekli oyuncular bularak başarmak pekala çok mümkün. Üstelik diyalogları gözlemlerimden edindiğim birikimle yazdığım için replikler hiçbir oyuncunun ağzında eğreti durmadı. Filmi benim de büyüdüğüm köyde çektim. Yabancısı olduğum mekanlar ve insanlar değildi. Köy sakinlerini ve yakınlarımı da filme dahil ettim. Samimi, yalın ve sade bir film olsun istedim.
Bir söyleşinizde sizin için belgesel ve kurmacanın keskin bir ayrımı olmadığını dile getirmiştiniz. Özellikle filmografinize hakim izleyicilerin Kabahat filmini izledikten sonra eserin türü hakkında çelişkiye düştüklerini, net bir ayrım yapamadıklarını görüyoruz. Bu iki türü neden ayırmadığınızdan ve sinemada kullanmayı seçtiğiniz dilden, anlatım biçimlerinden bahsedebilir misiniz?
Benim açımdan kurmaca, belgesel ya da deneysel film ayrımı hiç yok. Hepsine film gözüyle bakıyorum. Üstelik izlemekten büyük keyif aldığım Hiroşima Sevgilim, Narın Rengi ya da Türkiye’den Aidiyet gibi filmler de tür anlamında çok belirsiz çizgideki filmler. Kabahat de aslında tutarlılığı ve inandırıcılığı öncelemesi ile belgesel tadı bulunabilecek bir film.
Türkiye’de ‘belgesel mi, kurmaca mı’ tartışması hala yapılırken, dünyada kurmaca ve belgesel arasındaki sınırlar giderek kalkıyor.
Belgesel gibi çekilmiş kurmaca filmlerin, kurmaca gibi çekilmiş belgesel filmlerin sayısı giderek çoğalıyor.
Filmde kadın izleyicilerin hangi yaş grubundan olurlarsa olsunlar duygudaşlık kurabileceği bir kadın karakter var. Özellikle son birkaç jenerasyon, kendisini Reyhan ile çok kolay özdeşleştirecektir. Örneğin, 13 yaşındaki Reyhan’ın isyanında 20 yıl önce attığım çığlığın yankısını duyuyorum. Bu durum toplumun cinsiyet eşitliğini sağlamada ne kadar yavaş ilerlediğini göstermekle birlikte filme de geniş bir kitlenin otobiyografisi olmak gibi bir güç sağlıyor. Siz karakterleri kurgularken filmdeki hangi kadınlarla kendinizi özdeşleştirdiniz? Hangi karakterin oluşumuna sizin yaşadıklarınız ışık tuttu?
Her eser az ya da çok onu yazan kişinin hayatından izler taşır. Kabahat’teki Reyhan karakterinde de benim çocukluğumdan izler var elbette. Yine diğer karakterleri yazarken de çevremdeki kadınların hikayelerinden, onların deneyimlerinden çokça beslendim. Ama nihayetinde Kabahat bir kurmaca senaryo. Türkiye’deki pek çok kadın ergenlik döneminde çok benzer sorunlar yaşıyor, aynı süreçlerden geçiyor. Kimimiz rahat atlatıyoruz bu süreci kimimiz ise ileride travmalara neden olabilecek zorluklardan geçiyoruz. O nedenle hikayeyi yazım sürecinde çok zorlanmadım. Çocukluğumdan itibaren etrafımda Reyhan, Şükran gibi isyankar karakterler, Hatice gibi sıkışmış, arada kalmış genç kadınlar, Ümmü gibi otoriter ve buyurgan kadınlar ve Münevver gibi ayrıksı olduğu için dışlanmış kadın karakterler vardı.
Reyhan birçok baskıya, dayatmaya kafa tutuyor, bunları sorguluyor. Fakat kadın olduğu için duyması beklenen utanç kuyularından birisine düşüyor. Regl, büyükşehirlerde dahi hala bir tabu; kadınların kendini “suçlu” ve “kirli” hissetmesi beklenen bir döngü. Sorgulayan, reddeden bir karakter olmasına rağmen Reyhan bu tökezlemeyi neden yaşıyor?
13 yaşındaki Reyhan ne istediğini bilen, dikbaşlı ve özgür ruhlu bir karakter. Fakat şahit olduğu bir dedikodu ve batıl inanış, hayata karşı oluşturduğu çocuk yaştaki zırhını deliyor. Reyhan esasında içinde yaşadığı kültüre, onun inanç sistemlerine oldukça mesafeli biri. Ama sonuçta henüz 13 yaşında bir çocuk. Bilinçaltı dehlizini ve oradaki korkuları tetikleyen bu dedikodu onun köy hayatını geceli gündüzlü yaşayacağı sürekli bir kabusa çeviriyor. Genel olarak bakılırsa özellikle muhafazakar yerlerde regl meselesi hala tabu. Hala siyah poşetlerde satılıyor ve hala konuşulması yasak konulardan biri. Yaz tatillerini muhafazakar bir köyde geçiren Reyhan için de durum çok farklı değil. Üstelik tüm bu kabusların üzerine bir de ergenlik sorunları ekleniyor. Reyhan’ın durumundaki gibi pek çok kız çocuğu var. Filmin bir yerinde Reyhan “Gülmek de mi kabahat?” diyor ya, sanırım üzerimize çöken karanlığı kız çocuklarının, kadınların kahkahalarıyla aşacağız.
Filmde gençliğini gördüğümüz Reyhan’ın hayatının farklı dönemlerini de görebilecek miyiz? Filmde kısmi olarak tanıklık ettiğimiz, toplumda kadının yerinin ve maruz kaldığı toplumsal şiddetin yaş farklılıklarına göre değişimini Reyhan’ın hayatı üzerinden izlediğimiz bir seri yapma planınız var mı?
Şimdilik böyle bir projem yok ama bundan sonra da ana karakterleri kadın olan filmler çekmeye devam edeceğim. Öyle görünüyor. Halihazırda yazdığım senaryoda da odağıma bir kadının hikayesini aldım. Umarım senaryoyu filme dönüştürme olanağı yaratabilirim.
Filmi izlerken, kadınların aslında ne kadar basit şeyler için bile mücadele etmek zorunda bırakıldığını yeniden fark ediyoruz. Sıradan, basit ve masum görünen, birikerek kadınları nefes alamaz hale getiren müdahaleleri yalın bir dille perdeye taşımak, toplumun bu sistematik baskısına uğrayan uğramayan çoğu izleyiciyi dürtecek ve üzerine düşündürecek bir iş. Sizi bu bağlamda düşünmeye teşvik eden, mücadeleye yönlendiren, aynı zamanda kaynaklarınızı oluşturan yazarlar, yönetmenler ve onların eserlerinden izleyicilerinize de öneri olması için bahsedebilir misiniz?
2018 yılında, Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyetteki kadın hareketini ve Nezihe Muhiddin’in mücadelesini anlatan Kadın Olmanın Günahı filmini çekmiştim. O filmin araştırma sürecinde o dönemki kadın yazarları ve kadın aktivistleri ne kadar az tanıdığımızı fark ettim.
Nezihe Muhiddin’in yanı sıra Fatma Aliye, Suat Derviş gibi yazarların tüm kitaplarını okumaya çalıştım. Ne kadar çok şey kaçırdığımızı anladım.
O dönemki tüm feministlerin hayatları, mücadeleleri ilham verici. Genç kuşaklara daha çok anlatmak lazım. Kadın yönetmenlerden de Agnes Varda’nın, Jane Campion’un, Yeşim Ustaoğlu’nun filmlerini izlemekten büyük keyif alıyorum.
Filmin yurtiçi ve yurt dışında serüveni nasıl devam edecek?
Filmin festival yolculuğu Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali ile başladı. Jüri özel ödülü aldık. Aynı zamanda iki genç oyuncumuz Mina Demirtaş ve Ece Demirtürk de ödül aldı. Güzel bir başlangıç yaptık. Filmin yolculuğu Gezici Film Festivali ile devam ediyor. Ankara haricinde Sinop ve Kastamonu’da da filmimizin gösterilecek olmasından büyük mutluluk duyuyoruz. Gerçekten çok keyifli bir festival. Müthiş bir izleyici kitlesi var. Festivalin tüm ekibine teşekkür ederim.