Yaşlanma, dünya dönüp durdukça, üstündekilerin kaçınılmaz kaderi. İnsanların, ağaçların, hayvanların; şehirlerin ve semtlerin. Bazı semtler geçen yıllar içinde değişiyor, gelişiyor. Aklınızda bir on yıl önceki hali kaldıysa, bir on yıl sonra neler olduğunu açıklamakta zorlanıyorsunuz. Bir de sakinleriyle beraber yaşlanan, el ayak çekilen, giderek ıssızlaşanlar var. Ankara’nın bazı yerleri, tam bir “evlerin ışıkları bir bir sönerken” hissi bırakıyor insanda.
İstanbul Rumlarından Yemek Tarifleri kitabının yazarı Sula Bozis, yaptığımız röportajda çocukluğunun Bakırköy’ünü yad etmiş, Bakırköy’le yıllar sonra ilk karşılaşma anını “Hiçbir yerini tanıyamadım,” diyerek anlatmıştı.
Denizine cup diye dalıp ağaç tepelerine tırmandığınız, henüz tımarlanmamış sahilinde hayaller kurup bütün evlere selam verdiğiniz bir yeri olduğu gibi bulamamak, giderek dallanan budaklanan dünyada maalesef şaşılacak bir şey olmaktan çoktan çıktı.
İstanbul epey uzun bir zamandır, pek çok insanın çocukluk anılarında yaşattığı şehir olmaktan uzakta. Ankara da öyle.
Benim çocukluk Ankara’mda, Balgat’la oturduğum Emek’i nehir gibi ayıran bir yol vardı. Bitimsiz görünen caddelerin, sokakların sonunda nihayet evler biter, geniş, boş arazilere varırdık. Bu araziler yazın tozlu, kışın çamurluydu. Bazen konar göçer çadırlar gelir, mahalle aralarında ayı oynatmaya çıkanların haberi hemen evlere yayılırdı. Bu anlattığım çok garip gelecek ama 1987 yazında Emek’e bir fil bile geldi. Biz çocuklar filin iki yanındaki oturaklarda 5-6 adımlık bir tur yaptık.
O sıralar Dışişleri Bakanlığı Balgat’a taşınmıştı. Burada görev yapan akrabalarımızın gönderdiği hediyeleri almak için gidiyor, bir semtten diğerine geçerken görülmeyen sınırların ne kadar keskin olduğunu seziyorduk. Sonra o boş araziler hızla doldu. Boş olmaktan çıktılar ve Eskişehir Yolu neredeyse, adını aldığı şehre kadar binalarla örüldü. Çocukluğumuzun efsanelerle anlatılan Çukurambar’ı yine başka bir efsaneye dönüştü. Eskiden nasıl şehre inen tilkilerin talan ettiği bahçeleri anlayamıyorduysak, bilmem ne kadar hesap ödenen yeni moda yerleri de bir o kadar hayal edemedik.
***
Emek’te doğdum büyüdüm. Beştepe sınırlarından başlayıp Anıttepe sınırında biten alanın tamamını karış karış bilirim. Her ne kadar sokak isimleri yıllar içinde değişse de, 60. Sokak, 72. Sokak, 8. Cadde, 4. Cadde, 3. Cadde bana bir yeri anlatmak için yeter de artar.
Emek’teki babaanne evim, ailemin bir tarafının merkeziydi ve vaktinde bu evde yaşayan sakinleri birer yıl arayla göçtü. O evde aşağı yukarı 20 küsur yıl geçirmiş biri olarak, evin hayatta kalan tek sakini benim. Ankara’ya her gidişimde çocukluğumun bahçelerinin, sokaklarının, yollarının, esnafının izini sürmek benim için yerine getirilmek zorunda olan bir ödev. Babam hayattayken, apartman sakinleri giderek seyrelmişti ama yine de vardılar. Babaannem göçtüğünde, apartmanda yaşayanların sayısı da azalmıştı.
Bir gün amcam beni arayıp evimizin satışa çıktığını söyledi. Bu bilgi beni şaşırttığı kadar onu da şaşırtmıştı, çünkü hiçbirimizin böyle bir satıştan haberi yoktu. O sıralarda, giderek yaşlanan semtin, bazı dolandırıcıların meskeni olduğunu da böyle öğrendik. Sonrasında, amcamın hayatını kaybettiği pandemi günleri, apartmanın nüfusunu da ikiye düşürdü.
Yan apartmanda da, bir yan apartmanda da, bir yanında da durum bu. Artık mahalleye ne zaman gitsem, giderek daha ıssızlaşmış sokaklar buluyorum.
Bu kadar merkezde bir semtin bu kadar ıssız kalması bana o kadar ilginç geldi ki, son ziyaretlerimi hep bu konu üzerine konuşmaya harcadım. Artık mülk sahiplerinin, bir müteahhit gönül indirsin de, kentsel dönüşüme girsin diye dua ettiği babaannemin evinde kalan son sakinleri ziyarete gittim. Yazıda isimlerini değiştireceğim, Emine ve Fatma Teyze diyelim. İki kardeş, biri yıllar evvel, biri pandemide vefat eden eşlerinin ardından, artık bir evi paylaşıyor. Bu iki kadın, 6 haneli apartmandan geriye kalanlar. Karşılarındaki ev, eski sahibi Ayşe Teyze’nin vefatının ardından satışa çıkmış, yeni ev sahibini tanımıyorlar. Karşılarında Özbek kadınlar oturuyor. Onlar da hasta bakıcılık yaptıkları için bu apartmanda düzenli yaşayan tek insanlar onlar.
Hayatları zor, çünkü derin bir yalnızlık içinde yaşıyorlar. Bir zamanlar gözde olan bir mahallede otururken, tanıdıklarını kaybettikleri, canlılığını yitirmiş, eni konu “solmuş” bir yere mahkum gibiler.
Tabii ki, semtlerin emlak kriterleri, insanların yaşamlarını sürdürdükleri yerlere yönelik tercihleri bu yazının konusu değil, bu konu kapsamlı bir araştırmaya muhtaç. Ancak Emek Mahallesi’nin hatta yer yer yeni ikametimiz olan Güvenlik’in benzer bir süreç içinde olduğunu görmek zor değil.Demografinin dönüşümü özellikle yaşlanma çalışan insanların üzerinde durduğu bir konu. Türkiye, henüz politikaları içinde buna özel bir yer vermese de, giderek yaşlanan bir ülke. Bu noktada TÜİK verilerine bakalım:
“Yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2016 yılında 6 milyon 651 bin 503 kişi iken son beş yılda %24,0 artarak 2021 yılında 8 milyon 245 bin 124 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2016 yılında %8,3 iken, 2021 yılında %9,7’ye yükseldi. Yaşlı nüfusun 2021 yılında %44,3’ünü erkek nüfus, %55,7’sini kadın nüfus oluşturdu. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2025 yılında %11,0, 2030 yılında %12,9, 2040 yılında %16,3, 2060 yılında %22,6 ve 2080 yılında %25,6 olacağı öngörüldü.” [1]
Yine bu konuda uzun yıllardır akademik çalışmalara imza atan Akdeniz Üniversitesi Geriontoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Özgür Arun, Türkiye’nin yaşlanma politikasının olmayışına dikkat çekiyor:
“Yaşlanma hızı dediğimiz bir kavram var. Onu da şöyle hesaplıyoruz: Bir ülkenin yaşlı nüfus oranının yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkması için yani 2 katına çıkması için gereken süreye, geçen süreye bakıyoruz. Örneğin bu süre, yani yaşlı nüfusunun 2 katına çıkması için geçirdiği süre Fransa’da 115 yıl, Almanya’da 85 yıl. Dolayısıyla böyle bir zaman zarfında alt yapısını hazırlayabiliyor, insan kaynağını yetiştiriyor, akademik olarak çalışıyor bu mesele üzerine. Anayasal altyapı buna göre hazırlanıyor, toplumsal ilişkiler buna göre daha hazırlıklı gidiyor. Şimdi biz bu süreyi 20 yılda geçireceğiz ve şu çok kritik bir mesele: Şu anda, bugün Türkiye’deki, Türkiye’nin tüm bireyleri demografik dönüşümün çok önemli bir safhasını yaşıyorlar ve farkında değil birçoğu. Şimdi yaşlılık veya yaşlanmak olumsuz bir durum değil. Fakat bu kadar hızlı yaşlanmak ve buna hazırlanmamak Türkiye için önemli bir risk.” [2]
Ankara giderek genişleyen, yeni mahalleleriyle büyüyen, öğrenci nüfusuyla dinamik bir şehir. Ancak yaşayanlarıyla konuşmak bile, biraz bilgiye ulaşmayı sağlıyor. Mesela uzun yıllardır semtte ekmek büfesi işleten İrfan Bey, müşterilerinin sabah yürüyüşü için uğradığı zamanların geride kaldığını söylüyor:
Her geçen gün tanıdığımız insan sayısı azalıyor. Pandemiyle beraber vefatlar da arttı, eve bağımlı yaşayanlar da. Emek çok merkezi bir yer olmasına rağmen eski dinamizmini koruyamadı. Şehrin yaşlanan nüfusunun da hayata dahil edilmesi gerekiyor ama bunun çözümü nasıl olur, bilmiyorum.
Sokağa çıkmak, alışveriş yapmak, gündelik ihtiyaçlarını karşılamak yanında sosyal ihtiyaçlarını karşılamak da giderek yaşlanan ve yalnızlaşan insanların en temel hakkı. Antalya sınırları içindeki Muratpaşa Belediyesi “Yaşlı Evleri” projesiyle Türkiye’de pek çok belediyeye örnek olabilecek bir çalışma yürütüyor.
Bu konu uzun ve anlatmak istediklerim henüz bitmedi ama yazının sonuyla başını buluşturayım. Erol Evgin’in çok sevdiğim Bir de Bana Sor şarkısı Emek, Bahçelievler ziyaretlerimde zihnimin gerisinde döndü durdu ama sözleri değişerek:
“Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Nerde nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir sönerken
Bendeki karanlığı gel de bana sor”
Evlerin ışıklarının bir bir yandığı, perdelerin ardında bir hayatın izlerini gördüğümüz günleri özlüyorum…
Kaynaklar
[1] “İstatistiklerle Yaşlılar 2021”, TÜİK, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Yaslilar-2021-45636#:~:text=T%C3%9C%C4%B0K%20Kurumsal&text=Ya%C5%9Fl%C4%B1%20n%C3%BCfus%20olarak%20kabul%20edilen,9%2C7’ye%20y%C3%BCkseldi.
[2] “Doç. Dr. Arun: Hızlı Yaşlanıyoruz”, Her Yaşta, 25 Mart 2016, https://heryasta.org/guncel/roportajlar/hic-yaslanmayacak-gibi-yasamak-icin-cok-yasliyiz/
Kapak fotoğrafı: Okan Özyiğit