Pandemi bitti diye düşünüyoruz, umarız tekrar kapanmayız. Çünkü bu sezon başında gerçekleştirilen açılma Ankara’ya çok iyi geldi. Eylül, ekim, kasım aylarında takvimler dolu doluydu. Karantina dönemindeki kapanmalarda herkes yatıp bomboş duvarlara bakmadı tabii ki. Üretken insanların akıllarına gelen, hazırlayıp hayata geçirdikleri işlerin gün yüzüne çıktığı bir sezondayız. Biz de ENTELANKARA olarak bu üretimleri gerçekleştiren isimlere sorular yöneltmeye devam ediyoruz.
Açılmayı bekleyen işler gün yüzüne çıktı dedik. Onlardan biri de Ankara Devlet Tiyatrosu oyunu Dr. Jekyll ile Bay Hyde. 15 Ekim’de prömiyer yapan oyunun başrolü Gökhan Kutum’la konuştuk. Ankara Devlet Konservatuarı mezunu Gökhan Kutum’a özellikle yeni oyunuyla ilgili sorular yönelttik.
Neredeyse Bir Yıl Sonra Seyircisiyle Oyun
“Aslında biz 17 Kasım 2020 tarihinde ilk provamıza başlamıştık. O tarihten bir ay öncesine kadar da bir audition yapılmıştı oyunun castı için. Daha sonrasında yönetmenimiz Ünsal Coşar tarafından cast belirlenip provalara başlamıştık. İki hafta kadar bir prova sürecimiz olmuştu. Ama ardından bu korona sayılarının inanılmaz derecede artmasından kaynaklı durmak zorunda kaldık,” diyor Gökhan Kurum.
Özellikle yönetmen Ünsal Coşar’ın genç tiyatroculara verdiği destekten bahsetti: “Ünsal hoca bize ‘profesyonel meslektaşlarım’ dese de biz onda hep hoca naifliği gördük. Çok babacan tavrı vardı. Karaktere can verirken bütün soruları bize yöneltiyordu. Sahne üstünde ne görmek istediğini, nasıl bir şeyle karşılaşmak istediğini bize çok iyi tarif ediyordu. Bizi o yola doğru yönlendiriyordu. Sorduğu sorularla, metne dair yönelttiği sorularla, “acaba” dediğimizde verdiği cevaplarla, “bu sahnede şimdi ne yapmalı” dediğimiz anlarda anahtar cümleyi söylüyordu. “Durum bu, bunu görmek istiyorum, böyle,” dediğinde biz de zaten karakterimiz belli, belirli koşullar var ve yapmamız gereken bir şey oynamak.” Dinlemek isteyenler için podcast linkini bırakıyoruz.
Canlı Ankara, Canlı Lavarla
Etkinlikler sekteye uğrayınca Ankara’daki kültür sanat yaşamına odaklanan Lavarla’nın da mecburiyetten bir süre tek tük yazılar haricinde sessiz kaldığını öğrendik Seren Erciyas’tan. Uzun, güzel bir söyleşi oldu. Ankara ve Lavarla hakkında uzun uzun sorularımızı yanıtladı Seren Erciyas. Podcastin linkini buraya bırakalım.
Üretken şehirdeki önemli bir boşluğu doldurdu Lavarla 2015’te. Bu boşluğun ne olduğuna dair sorduğumuz soruya ise Seren’in yanıtı şöyleydi: “Lavarla Ankara’daki doğru ve güncel bilgiyi tek bir yerden, samimi ve güvenilir bir şekilde elde edebilme ihtiyacına cuk diye oturan bir girişim oldu. Hikayeleri, duyguları, anlamları bir araya getirdi. Etkinlikleri, olan biteni, şehirden haberleri bir araya getirdi. Bunu yaparken de samimiyetle, kırmadan, ayrıştırmadan yaptı ki zaten üretim yaptığımız alan kolay kolay dışlayıcılığa kaçan bir alan değil.”
Lavarla’nın sadece geçmişini değil geleceğini de konuştuk Seren’le. Güzel haberleri var:
Festivallerin bu sene fiziksel mekanlara inmesi, yeme içme mekanlarının açılması. Bunların hepsiyle beraber şehir canlanınca haliyle Lavarla’da canlanmış oldu. Ankara Keşif Haritası: Pusula’nın ikincisi için çalışıyoruz, çok yakında o da. AnkaraAks ile beraber uğraşıyoruz. Bu ikincide işbirliği yaptık. Onun dışında yayın anlamında güzel seriler, yeni yazarlar, kalemler, artık daha da Ankara dışı konulara yer verdiğimiz için çeşitlendi. Bizim de yakın zamanda bir podcast müjdemiz olacak bu arada. Başka projeler de yolda. Niyetimiz Ankara’ya yüklenen anlamları bulmak. Bu anlamaları çoğaltmak, yeni anlamlar yüklemek, bilinmeyen hikayeleri keşfetmek. Bilinenlere farklı açılardan yaklaşmak. Öte yandan yeniden sahaya inmek. Daha önce de yaptığımız gibi.
Seren ile sohbetimiz çok daha uzundu. Ankara’dan İstanbul’a göçmeyi, öğrencilik yıllarında Ankara’nın kendisine kattıklarını ve o zamanlar Ankara’da neler yapıp nerelerde yürüdüğünü konuştuk. Tabii konumuz sadece Ankara üzerinden gitmedi. İstanbul’daki günlük rutinlerini, neler izleyip neler okuduğunu da sorduk. Tom Ford’un filmi A Single Man, Şükran Yiğit’in kitabı Burası Radyo Şarampol konuştuğumuz sanatçılardan, eserlerden, yazarlardan sadece birkaçı.
Tiyatro Kenti Ankara
Lavarla’nın paylaşımlarında şöyle bir tanım görürsünüz: Tiyatro Kenti Ankara. Evet, kesinlikle Ankara bir tiyatro kenti ve biz de her ay tiyatro dünyasından birkaç ismi ağırlamaya devam ediyoruz ENTELANKARA’da. Hem Devlet Tiyatroları’nda hem de özel tiyatrolarda salonlar dolsun istiyoruz. Çünkü salonlar misafirleriyle güzel. Salonların gösterimlerine yarı kapasiteyle devam ettikleri süreçlerde duyduğumuz alkışlar bizi hiç tatmin etmiyordu. O yüzden tiyatronun daim olması dileğiyle sözü tiyatro oyuncusu Başak Vural’a bırakalım. Tiyatronun karakter gelişimine ne gibi etkileri olduğunu sorduk.
“Ben konuşmayı seven, anlatmayı seven, meraklı biriyim. Küçükken de evcilik oynamayı çok severdim. Böyle olunca daha ilkokuldayken sahne kısmını merak etmeye başladım. Başka kişilikler, başka dönemler, hayatlar, hayaller, oyunculuk… Okuldaki eğitimim muhakkak birçok şey katmıştır bana ama sanki zaten böyle olduğum için oyuncu olmayı istedim diye düşünüyorum.”
Beni Affet, Unutma Beni, Esaretim Sensin gibi dizilerinde rol adlı, Acemi Anneler dizisinde rol almaya devam ediyor Başak Vural, çok üretken bir isim. Dahil olduğu oyunların afişleriyle karşılaşmışsınızdır muhtemelen birçok oyunda yer alıyor. Bazısında oynayıp bazısını yönetiyor. Pandemi sürecinde de boş durmayanlardan.
“Bu sezon pandemi başlamadan önce Tiyatro Ritüel’de çıkardığımız Mucize oyunumuz Tunalı’daki Tiyatro Kafe’de, bazen anlaşmalı Devlet Tiyatrosu sahnelerinde oynamaya devam edecek. Pandemi döneminde ayrıca Zoom üzerinden tanışıp provalarını yaptığımız Mareliber ve Aralık Sahne ortak yapımı Yüzleşme oyunuyla Ankara’da yeni açılan, Akay’da açıldı, Aralık Sahne’de oynuyorum. Ankara Devlet Tiyatrosu’yla da kasım ayında prömiyer yapan Vişne Bahçesi oyunundayım. Onu da Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde oynuyoruz.”
Artan Belgesel İlgisi ve Pavyon
BluTv’deki belgesellerini hızlıca tükettiğimiz ve bir sonraki işini çok merak ettiğimiz bir isim vardı ENTELANKARA’da. Ankara ile içli dışlı biriyseniz merak ettiğiniz belli başlı konular olur. Bunlardan biri tiyatrodur mesela. Bir diğeri ise kesinlikle pavyonlardır diyebiliriz. Pavyon belgeselinin yönetmeni Sami Öztürk’tü konuğumuz. Ama kendisine sadece Pavyon’la ilgili sorular sormak istemedik. Daha çok sevdiği bu şehirde nasıl vakit geçirdiğini sorduk Sami Öztürk’e. Her konuğumuza sorduğumuz gibi neler izlediğini sorduk mesela.
“Bal Ülkesi gerçekten güzel bir film. Bambaşka hayatlar. Herhangi bir kurmaca filmde karşılaşamayacağınız karakterleri tüm gerçekliğiyle beraber hissediyorsunuz. O bakımdan beni çok etkiledi ve çok başarılı bir yapım olduğunu düşünüyorum. Bal Ülkesi’ni önerebilirim. Dizi olarak da Rami’yi söyleyebilirim. Rami, Mısır asıllı müslüman bir genci merkeze alarak Mısırlı bir ailenin Amerika’daki kültür çatışmasına odaklanan güzel, tatlı, bakış açısını ve anlatım dilini çok sevdiğim, eğlenceli bir mini dizi.”
Belgesel, film, dökü-drama arasındaki farkları da sorduk kendisine.
Türler arası geçiş artık eskisine nazaran çok daha yaygın. Mesela eskiden film festivallerinde bazı türler katı bir şekilde ayrılıyordu. Belgesel film ile kurmaca film aynı kategoride yarışamazdı ve bu ayrım çok netti. Belgesel belgeseldir, kurmaca da filmdir gibi. Aslında belgesel de son kertede filmdir. Hatta tarihteki ilk filme baktığımız zaman Trenin Gara Girişi bir belgesel filmdir aslında.
Dört konukla ikinci ayımızı böylelikle bitirmiş olduk ENTELANKARA olarak. Aralık ayında yeni konuklarımızla tüm podcast mecralarında olmaya devam edeceğiz. Ankara merkezli “entel aydınlanma” sürecinin Aralık özetinde görüşmek dileğiyle.