“Nasılsa yaprakların soyu, öyledir insanlarınki de
Yaprakları yel saçar, başkalarınınkini orman
Tomurcuklanıp yaratır, gelince yeniden bahar
Böyledir insanların soyu da; biri yeşerir öteki solar…” demiş İzmir’den gelip Sakız Adası’nda (Chios) yaşadığına inanılan, Homeros.
Ege’nin mavi sularına bakarken mastika kokulu havayı soluyorum. Çeşme’ye selam edecek kadar yakın dururken bir yandan da bu adada yaşanan hayatlar, hikâyeler geçiyor aklımdan. Yunanistan’ın beşinci büyük adası Sakız’da gezilip görülecek çok yer var. Ancak benim anlatacaklarım daha çok adanın mitolojik unsurları ile buraya dair anlatılan hikâyeler.
Sakız’ın Hikâyeleri…
İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı veya derleyicisi olarak kabul edilen Homeros ile başladıysak eğer yine onunla devam edelim. Antik çağlardan beri Homeros’un (Kutsal Bülbül) yaşadığına inanılan birçok şehir olmuş. Yüksek olasılığa göre İzmir (Smyrna) bölgesi veya Sakız Adası’nda (Hios, Xios, Chios, Khios) yaşamış. Adanın kuzeyinde bulunan Vrondato’daki Daskalopetra (Öğretmenin Kayası), antik çağlarda Bereket Tanrıçası Kibele’nin yeraltı tapınağıymış. Şair ve eğitmen Homeros, Daskalopetra’da öğrencilerini etrafına toplar ve ortadaki kayanın üstüne oturup görmeyen gözlerine inat dünyaya ve hayata dair dersler verir, gönül gözüyle gördüğü şiirleri okurmuş. Bölgenin geleneksel anlatıcıları, antik çağlardan beri varlığını sürdüren bu yere “Homeros’un Okulu” diyorlar. Saçlarımı savuran rüzgar, Kibele tapınağındaki kayanın üstünde durmuş, elinde liriyle, duyduğu ve hissettiği hikâyeleri anlatan Homeros’un sesini getiriyor bana.
Adanın ismiyle ilgili farklı hikâyeler var. İlki Dionysos ve Ariadne’nin oğlu Oinopion’un adaya gelmesi ve ardından kızının ismini adaya vermesi yönündedir. İsmin bir başka mitolojik kökeni Poseidon’a dayanmaktadır. Antik Çağ yazarlarından Pausanias’a göre buraya gelen Poseidon’un birlikte olduğu periden bir oğlu olmuştur. Fakat doğum sırasında peri çok fazla acı çektiğinden kar yağmaya başlamıştır. Poseidon, oğluna “kar” anlamına gelen “Chioni” ismini vermiştir. Gerçekçi olan son rivayet ise tarihçi Isidoros’un anlatımında saklıdır. Fenikeliler, adadaki sakız ağaçlarından dolayı dillerinde “sakız” anlamına gelen “chios” kelimesini adaya isim olarak vermişlerdir. Daha sonra Osmanlılar da buraya “Sakız Adası” demişlerdir.
Adada Osmanlı döneminden kalma birçok cami, çeşme ve yapı var. Camiler genelde müze ve sergi alanı olarak kullanılıyor ve restore ediliyor. Çeşmeler ve hamamlar ise günümüzde de varlığını sürdürüyor. Osmanlı dönemiyle ilgili olarak anılan hikâyelerden biri ise oldukça trajik. Eskiden aşılması zor bir savunma suru olan kuzeydeki Anavatos, bir kayalığın tepesinde bulunan ve büyük oranda terk edilmiş bir yerleşim alanı. Bölge halkı Osmanlılardan kaçmak için asırlar boyunca sığınılacak en güvenli yer olarak bildikleri Anavatos’a sığınmışlar. Ancak Osmanlılar 1822’de Anavatos yakınlarına da ulaşmayı başarınca korkuya kapılan halkın uçurumdan atladıkları anlatılıyor. 1849’da Sultan Abdülmecid döneminde inşa edilen Mecidiye Camii’nin açılışının bizzat adaya gelen padişah tarafından yapılması bu olaydan ötürü yöre halkının bir nevi gönlünün alınması şeklinde yorumlanmış. Aslında ada tarihinde çok fazla olay yaşanmış. Belleğinde büyük depremler, ayaklanmalar, korsan saldırıları, mübadele ve Alman işgali sebebiyle oluşan travmalar da var.
Sakız ağacından binbir türlü emekle elde edilen damla sakızı geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok değerli. Bu sebeple Sakız ağacı (Pistacia lentiscus L.) altın damlayan ağaç olarak da isimlendiriliyor. 6 bin yıldır var olan bu ağaç 100 yıldan fazla yaşıyor. Ağaç yalnızca Sakız Adası’nın güneyinde yetişebiliyor ve dünyadaki damla sakızı rezervinin %94’ü burada bulunuyor. Ülkemizdeki durumu merak ediyorsanız; Çeşme, Karaburun ve Alaçatı’da yetişebilen bu ağaç, üretimin zahmetli oluşu, ağaçtan anlayan çiftçilerin 1924’teki mübadelede gitmesi, gelen mübadillerin ağacı tanımaması, hasadını öğretecek kimsenin bulunmaması, ağacın yakacak odun olarak kullanılması, kereste ticareti ve yangınlardan dolayı ne yazık ki sınırlı sayıda kalmış. Bunlar da şu an koruma altında. Arap ülkeleri, Fransa ve ABD’den sonra buradan en çok damla sakızı ithal eden ülkeyiz. Sakız, sağlık, gıda ve kozmetik alanlarında etkili olarak kullanılıyor. Bu sebeplerle de el altından dağıtımı yasak ve para cezası var. İthalatı bir kooperatif aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Eskiden cezaları çok daha ağırmış. Evliya Çelebi bu durumu Seyahatnamesi’nde şöyle anlatıyor:
“Sakız Osmanlıların eline geçince Sancak paşalığı oldu. Yıllık olarak sakızdan alınan vergi için bayii (salyane) usulü ile idare eder oldu. Yedi yük akçelik yıllığı sakız gümrüğü emininden alınır, yirmi bin kuruş da sancağından hasıl eder. Her sene iki pare yarar kadırga ile deryada Kaptan Paşa ile sakız için sefere gider. Sakız yirmi beş pare köyden toplanır ki tüm mastaki sakızı bu köylerden hasıl olur. Ada beş yüz akçe şerif mevleviyettir. Herhangi bir kimsede bir çiğnem ve bir damla, çiğ sakız bulunursa büyük ceza verirler. Ya taş ile vurma ya da tazir cezası verirler. Toplayıp emine yemin ederek teslim ederler ki sonradan bir damla sakız bulunsa ölüm cezası vardır. Zira cümlesi miri arazidir amma her reaya akçesini eminden alır ve haraçlarını verirler. Emin de bu sakızları bir araya toplayıp sakız hazinesi ile padişaha gönderir.”
Günümüzde genç adalıların bu zahmetli işle uğraşmayı reddedip yurt dışına göç etmek istemeleri nedeniyle buradaki işçilik genelde yaşlılara kalmış. Endişe yaratan bu durum sebebiyle devlet tarafından elli yıllık iyileştirme ve koruma planları yapılıyor.
Sakız ağacıyla ilgili olarak inançlı yerli halkın inandığı bir hikâyeyi de paylaşmalıyım. İnancından vazgeçmeyen Çileci Aziz Ayos İsidoros’ın Romalı askerlerce işkenceye uğradığı ve bir sakız ağacının altında ölüme terk edildiği anlatılır. Onun ağladığını ve acı çektiğini gören sakız ağacının da yüzyıllar boyu ağladığına inanılır. Bu sebeple de kutsal sayılır.
Burada meşhur tabirler, deyimler de var. “Sakızlılar ikişer ikişer gezer” ve “biri kaptan öteki armatör” tabirlerinin hikâyeleri ise şöyle: Osmanlılarca hiçbir eve tek top isabet etmeden, savaşılmadan fethedilen Sakız Adası’na vergi toplamaya gönderilen görevliler halkla da ilişki kurarlarmış. Bu görevlilerden bazıları sokakta yalnız başına gezen bir Sakızlıyı gördüklerinde sık sık kendilerini taşıtırlarmış. Bu durumdan kaçınmak isteyen ada sakinleri de ikişerli gezer, bu görevlileri gördüklerinde hemen biri diğerinin sırtına çıkarak başkasını zorunlu taşıma durumundan bu şekilde kurtulurlarmış. Bu tabirle ilgili olarak doğru olduğu düşünülen alternatif hikâye ise Homeros’un eserlerinde yarattıklarına kadar dayanıyor. Homeros, İlyada’da ikinci bir kişinin varlığının diğerine “cesaret ve güç” verirken ötekinin etkinleşmesini, tamamlanmasını ve güçlenmesini sağladığını anlatıyor.
“Biri kaptan öteki armatör” sözüne gelirsek gerçekten adanın kuzeyindeki ailelerin çoğu ya kaptan ya da armatör. Dünyanın en zengin 20 armatörünün 11’i Yunan ve bunların 7’si de Sakızlı. Adalıların maddi durumları oldukça iyi ve çoğunluğu da bununla bağlantılı olarak ABD, Kanada ve İngiltere’de yaşıyor. Başka yerde olsalar da adadaki köyler, üniversiteler ve kiliselerin her türlü ihtiyacıyla da birebir ilgileniyorlarmış. Adada sadece kuzeyde ve merkezde Osmanlı izleri görülüyor. Güneyde II. Selim’in emriyle Müslüman nüfus bulundurulmamış. Güney adalılardan ekonomik sebeplerle sadece damla sakızı ağaçlarıyla ilgilenip mahsulü göndermeleri istenmiş. Buradaki Mesta ve Pirgi (Pyrgi) köyleri Ortaçağ’dan kalma, Cenevizlerin inşa ettirdiği Kaleköylerden (Kastro chorio). Bir giriş ve bir çıkış kapısı olan, güneş doğarken kapısı açılıp batarken kapanan, pencere ve kapıları köyün iç avlusuna bakan kale görünümlü köyler. Evlerin üst katlarından, damlardan hareketli köprüler, kemerler ve bağlantılar yoluyla atlanarak köyün ortasındaki merkez kulede toplanırlarmış. Köyler korsanlardan kendilerini ve altından değerli damla sakızını korumak için labirent şeklinde yapılmış daracık yollardan oluşuyor. Zaten yolu bilmeyen bir yabancının çıkışı bulmasına imkan yok. Bu özelliklere sahip toplam altı köy var. Bu tipik taştan yapılma ortaçağ köyleri, dış duvarları ortak olan ve Picasso’yu kıskandırdığı söylenen ksista süslemeli taş evleri, dar yolları, kuleleri, labirentleri ve surlarıyla Peter Jackson üçlemelerindeki orta dünyadan fırlamış köylere benziyor.
Pirgi’de ayrıca Kristof Kolomb’un evi olarak anılan ve sıkça fotoğrafı çekilen bir ev var. Her ne kadar yaşlı ev sahibi, turistlerin şirin bir şekilde teklif ettikleri beraberce fotoğraf çektirme isteğinden rahatsızlık duyup bunu belli etse de Kolomb’un burada yaşadığı bir gerçek. 1474’te hem bir Ceneviz kolonisi olması hem de denizcileriyle ünlü olması Kolomb’u Sakız’a çekmiş ve kuzeyindeki Vrondotos’da demirlemiş. Pirgi’de sekiz ay kadar kalmış. Daha sonra buradan mürettebat toplayarak denizlere açılmış ve keşiflere çıkmış. Yirmi yıl kadar sonra da Amerika’yı keşfetmiş. Köy halkı diyor ki “Kolomb’un kaldığı evin kapısının önünden geçerseniz siz de bir gün Amerika’ya gidersiniz.” Gerçekten de köyün üçte ikisi ABD’de yaşıyor. Kolomb’un soyundan geldiğini söyleyen yüze yakın kişinin soyadı da Colombus. Bu arada İngilizcede tamam anlamında kullanılan “ok” kelimesinin kökenine ait bir hikaye de bu adada saklı. Anlatılanlara göre buradan ihraç edilen kaliteli ürünlerin üzerine Yunanca her şey iyi/tamam anlamına gelen “Ola Kala” yazılırmış ve ürünlerin gittiği ülkelerde zamanla kelimenin baş harfleri akılda kalarak OK’a dönüşmüş. Buradan ABD’ye göçenler de telgraflarında bu kısaltmayı kullanır olmuşlar.
Adanın bizim tarihimiz açısından da ünlü kişileri var. 1887’de burada mutasarrıf olarak görev yapan Namık Kemal bir yıl sonra burada vefat etmiş. Rum asıllı Sadrazam İbrahim Edhem Paşa ve onun, tablolarıyla ünlü oğlu Osman Hamdi Bey de Sakızlı. Bunun dışında sanatçı Mikis Theodorakis ve Yorgo Papandreu’nun da buralı olduğu biliniyor.
Son olarak Samos ve İkerya’da olduğu gibi Sakız’daki nüfusun da yüzde 45’inin 102 yaşını gördüğünü ve 70 yaşından sonrasını göremeyenler için “erken öldü” ifadesini kullandıklarını öğrendim. Adanın sokaklarında çokça karşılaştığınız yaşlı insanları uzun yaşamanın sırrını tümünü uygulamamızın neredeyse imkansız olduğu 5 maddeyle açıklıyorlar.
- Sabah erken kalkmayın,
- Öğlen uyuyup siesta yapın -ki bu en özendiğim maddedir-,
- Zeytinyağı tüketin,
- Günde bir kadeh şarap için ve
- Kafanıza hiçbir şeyi takmayın.
Günümüzden yaklaşık 2 bin 500 yıl evvel Heredotos’un, 2 bin yıl evvel ise Coğrafyacı Strabon’un bahsettiği, sfenks sembollü Sakız Adası’ndaki hikâyeler böyle… Ve bu hikâyeler, rüzgarın Anadolu tarafından Homeros’un diyarına getirdiği bir başka şiir ile sonlanıyor.
O bir sakız ağacıydı, alelade
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi
O zaman bu zamandır memnun yerinden
Seyreder bulutları, göğü, denizi
Titreşirdi rüzgarla güneşli yaprakları
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı gece
Motor sesleri duyulurdu uzaklardan
Tanrı adın işitmedi ömründe
İnanmadan da madem yaşanıyor diye
Rüzgarlı bir kıyıda, sevinç içinde
Yaşamak dururken düşünmek niye?
Anmadı geçenleri bir defa bile
Ne uğraşır mesut olan gelecekle?
Bir avare misali, günü gününe
O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade.
Can Yücel
Kaynakça
[1] Chios’u Yaşayın (Yorgia Luka Mitsi)
[2] Chios: Bir Yunan Adası’ndan Fazlası (Dimitri Daravanoğlu)
[3] Evliya Çelebi(Seyahatname- 9.Cilt)
[4] Sakız Adası Bölüm 2(Murat Yankı)
Ayrıca verdikleri harika bilgiler için Zeynep Sayır ve Yorgos Mavrianos’a teşekkürler.