Benim için kaygılarımdan uzaklaşmanın en kesin çözümü şehrin sokaklarında yürümek. Bu yürüyüşler yalnız olacak, kendinle baş başa kalacaksın, laf lafı açacak. Kulağında kulaklığın da olur belki ama ben şehrin sesini dinlemeyi tercih edenlerdenim. Nadiren de olsa yapabildiğim bu uzun şehir yürüyüşlerimde, telaşlı hafta içi günlerinde veya yanımda birileri varken geçtiğim sokaklardan yalnız geçince, bambaşka şeyler keşfediyorum. Bakkalın önündeki sandalyede uyuyan kediye takılıyor gözüm, çoktan bitmiş serginin habercisi afişe bakıp kaçırdığıma üzülüyorum, duvara yazılmış bir şiir görüp gülümsüyorum. Beni en çok keyiflendiren şey ise bir köşeye park edilmiş rengarenk Vespa’lar oluyor.
Vespa’lar ilk kez Güney İtalya’da radarıma takılmıştı. Biz şehrin kaotik trafiğinde iç geçirirken, pastel renklerde model model scooterlar arabaların arasından sıyrılıp yollarına devam ediyorlardı. Evlerin arasında çamaşırların asılı olduğu dar ve karanlık sokaklarda, köşe başına park etmiş Vespa’lar görüyordum. Gördükçe de fotoğraflarını çekiyordum boynu bükük parka durmuş Vespa’ların. Nedendir bilinmez ama hep bir Woody Allen filminin içindeymişim gibi hissettirirdi bana o anlar.
O zamanların üstünden çok geçmedi ama artık uzaklardayım diye olsa gerek, tüm Vespa’lar dikkatimi çekiyor, hemen telefonumu çıkarıp fotoğraflıyorum onları. Kimi zaman Seğmenler’den Kuğulu’ya inerken görüyorum, kimi zaman İstanbul’da Galata sokaklarında, kimi zaman Antalya Kaleiçi’nde. Ne zaman bir Vespa görsem çok kısa bir an için Güney İtalya’ya geri dönmüşüm gibi geliyor. Hava çok sıcakmış, ayaküstü espressomu içmişim, “ciao” deyip çıkmışım bardan ve Vespa’sına atlayıp giden hasır şapkalı İtalyan amcaya imrenmişim gibi…
Hayat koşuşturmacasının içinde büyük şehirlerde trafiğe, toplu taşımaya, araba park etmiş kaldırımlara sıkışmadınız mı? Derin bir nefes almak için gözlerinizi gökyüzüne çevirdiğinizde dev plazaların üst katlarını görmek sizi daha da nefessiz bırakmıyor mu? Tüm bu karmaşadan Vespa’sına atlayıp trafiğin arasından hızlıca geçen hasır şapkalı, göbekli İtalyan amca gibi sıyrılıp gitmek istemiyor musunuz? Yoksa bunların hepsi benim kaçıp gitmek uydurduğum bahaneler mi?
Ilık bir eylül akşamüstünde, eteklerim rüzgarla dans ederken, gökkuşağı renklerinden birine sahip Vespa’mın üstünde kaygısızca bir yerlere gittiğimi hayal ediyorum… Benim için cennet budur, tüm cennetlere saygım sonsuzdur.
Yazmak için ilhamın sınırsız olduğunu bana bu kez Vespa’lar ile hatırlatan Nureddin’e teşekkürler!