90’larda 80’lerin modasını takip ederseniz insanlar sizin rüküş olduğunuzu düşünür. 2000’lerde 90’ları takip ederseniz hem rüküş hem de biraz yaşlı olduğunuzu düşünür. Ama 2010’dan sonra 90’ları takip ederseniz bir stil ikonu bile olabilirsiniz. 80’lerin hakkını yemek gibi olmasın ama 90’lar bitince moda camiasındaki sanatçılar içten içe bir oh çekmişlerdi. Pantolon dizlerini yırtmaktan heba olan kızlarımız pantolonları aldıkları gibi kullanmaya, oduncu gömleğini beline bağlayıp cool olmaya çalışan gencimiz ise üstüne giyip grip olmaktan son anda yırtmıştı. 80’lerde yazılmaya başlanan rüküşlüğün kitabı 90’larda şaha kalkmıştı ve 90’lar modası geçmeye başlayınca bazılarımızın yüzünde minik bir tebessüm oluşmuştu. Gel gelelim ki şu sıralar dergilerdeki modelleri tanımasak, 90’lardan kalma bir dergiye göz atıyoruz zannedeceğiz. Bir 90’lar rüzgarı esiyor moda dünyasında. Rüzgarda laf mı adeta kasırga kopuyor.
Kate Moss ve Naomi Campbell’in tahtını sallayan mı demeli yoksa farklı yüz ve vücut hatlarındaki birer moda klonları mı demeli Gigi Hadid ve Kendal Jenner için bilmiyorum. Tabi bir de soğuk güzel Bella Hadid var ki soğuk ve seksi diye tasvir edince Kate’in klonu olmaya bir adım daha yakın kendileri. Bilinçli midir? Bir algı yönetimi midir? Bu güzeller, ikon manken ablalarına mı özenmektedir? Yoksa sadece bir tesadüf müdür bilinmez ama büyük moda evlerinin 2013-2014 sezonuyla sunmaya başladıkları koleksiyonları, 90’ların geldiğinin en büyük habercisiydi.
Dünya neon renkler, kabarık saçlar, vatkalar, diskolar ve çılgın müziklerle 1980’leri dibine kadar yaşarken Seattle’lı fakir ama gururlu gençler kaliteli müzik yapmak ve hayal dünyalarını şarkı sözlerine aktarmak için yanıp tutuşuyordu. 1980’lerin sonlarına doğru melankolik, parasız belki de ümitsiz bu gençler, yetenekleriyle dünyayı yavaş yavaş etkisi altına almaya başladı. Savruk ve salaş yaşam tarzları, özensiz görünen kıyafetleriyle, yeni bir akım yaratmak üzere olduklarının belki de farkında değillerdi.
Seattle bölgesinde başlayıp daha sonra tüm dünyaya yayılan Grunge kültürünün, herkes tarafından bilinen yakışıklı ve cool temsilcisi Kurt Cobain, bu etkiyi yaratacağını düşünmüş müydü acaba? Ya da umrunda mıydı demek daha doğru olur.
Nirvana, Soundgarden, Alice in Chains, Mudhoney ve Pearl Jam gibi Seattle çıkışlı gruplar, grunge müziğin ve grunge tarzının hızla yayılmasını sağlayan efsane gruplardı. Aslında 1980’lerin ortasında çıkan fakat 1990’larda popülerliği artan ve grunge olarak tanımlanan bu tarzın isim babası Mudhoney grubunun solisti Mark Arm’dır. 1980’lerin ortalarında alternatif rock’ın bir alt türü olarak Seattle’ da ortaya çıkan müzik akımı hardcore punk, heavy metal ve indie rock’tan etkilenmiş ve tarz olarak agresif, depresif, melankolik hatta umursamaz ve nihilisttir. Bu serseri çocuk grunge müzik, elbetteki kıyafetleri de serseriliğiyle değiştirmiş ve etkisi altına almıştır. Yırtık kotlar, oduncu gömlekler, tozlu ayakkabılar, renk uyumu aranmayan kıyafetler, salaş hatta sarkık kollu hırkalar. Umursamaz, özenilmemiş, önem verilmemiş ya da şimdiki haliyle önem verilmemiş gibi gözüken kıyafetler.
90’ların geri dönüşü elbette ki grunge tarzdan ibaret değil günümüzde. Flanel gömleklerden ya da onları kot şortunun üstüne bağlayan süper modellerden ötesi var.
Öncelikle süper model kavramı 90’larda nasılsa şimdi de öyle. Adriana Lima’lar da Giselle Bünchen’ler de olduğu gibi çoluğa çocuğa karışan, örnek yaşamlarıyla magazine çok da malzeme olamayan değil de, Kate Moss gibi Naomi Campel gibi elinde sigara, çılgın partilerde pozlar veren, göğüslerini sergileyen, transparan kıyafetler giyip sokaklarda gezen, dilini çıkarıp poz veren, 90’ların grungieleri geri döndü. Grunge’ın çıkışını düşününce, bu insanları şu an grungie diye anmak biraz garip geliyor elbette ki.
Nirvana’nın Seattle’de sadece müzik yapmak istiyoruz, yetenekliyiz, depresifiz, melankoliğiz ve kıyafetlerimiz hiç umrumuzda değil tavrının bir tarza dönüşeceği ve bir gün kendiliğinden yırtılmış pantolonlarıyla gezen, gerçek grungielere özenen sevgili zenginlerin pantolonlarını yırtıp, t-shirtlerini keseceği kimin aklına gelirdi ki. Güzel müzikten doğan, cool adamların yarattığı bu hayat tarzı feci halde moda oldu. 20 sene sonra yine gündeme oturdu ve milyon dolarlık süper modeller, onların bu akımını kıyafetleriyle arzı endam etti. Etmeye de devam ediyor. Herkes Rihanna’yı taklit ediyor herkes Gigi’nin croptoplarını alıyor, Kendall’a çılgınca yakışan choker kolyeleri arıyor, Cara Delevingne’nin kıyafetlerini Instagram’dan takip ediyor.
E hani sevmemiştik? Hani doksanlar bitince mutlu olmuştuk? Hani o yıllardaki halimize bakıp bakıp ay ne kadar rüküşüm diyorduk? İşte olan oldu. Moda dünyası yine yaptı yapacağını ve çok değil birkaç sene önce “Aman tanrım çok rüküş!” dediğimiz her şey şimdi gözümüze harika gözüküyor. Bu oyuna her seferinde kanıyoruz. Ne kadar modayı takip etmiyorum desek de, bir şekilde kendimizi içinde buluveriyoruz. Kendall Jenner mı? “A yok ben sadece belgesel-jazz” desek bile kendimizi çizgili kazaklar alırken koyu renk rujlar sürerken buluyoruz.
Seattle’lı müzisyenlerin düzene uymayan kirli Converse’leri ve yırtık tshirtleri vardı. Tarzı reddeden, düzenin parçası olmak istemeyen grungieleri, düzen bir tarza dönüştürdü. Adamların kemikleri sızlıyor mudur acaba? Düzene uymayacağız farklıyız biz derken adamları moda tarihinin en çok tekrarlanan tarzı yaptık. E n’apalım? Birkaç sene önce eski fotoğraflara bakarken ne kadar ağız burun büktüysek de grunge harika bir tarz. Rahat salaş ve özgür. Hem seksi hem rahat olabildiğimiz, ayrıca yüksek bel pantolonlarla daha zayıf gözükebildiğimiz için, hiç olmasa da 20 senede bir grunge tarza tekrar döneceğimiz aşikar. Yetişemediğimiz hippi özgürlüğünü grunge ile harmanlayıp, 2010’lardan itibaren dönüştürerek ama asla vazgeçmeyerek, bu akımı sürdürmeye çalışıyoruz. Kimse bizi oduncu gömleklerimizden ve yüksek bel pantolonlarımızdan koparamaz.
Yaşasın Grunge!