Trieste, benim gelmeden önce sadece Susanna Tamaro’nun memleketi olduğunu bildiğim, Slovenya sınırındaki İtalyan kenti. Turistlerin günübirlik durağı, İtalyanlar’ın yolunu bilmediği üvey evladı, benim 1 senelik evim, köpüklü şarabın ana vatanı… Tüm bunların yanında Trieste kentini farklı kılan ve özetleyen iki kelime ise: Bora ve Nero.

Kağıt üzerindeki geliş sebebim eğitimdi. Ancak hayattaki tutkum sigortacılıktı ve onun peşinden kendimi İtalya’nın en büyük sigorta şirketinin doğum yeri olan Trieste’ye attım diyemeyeceğim. Profesyonel yaşantıya ara vereyim, İstanbul’dan kaçayım, sevdiğim ve halihazırda aşina olduğum bir kültürde yaşayayım diye 1 senelik bir hediye verdim kendime. Bazen hayattaki o 1 seneyi elde etmek 4 senenizi alabilir ama o başka bir yazının konusu olsun.
Trieste günlerim tahmin edersiniz ki şehrin sokaklarını karış karış gezdiğim upuzun yürüyüşler ve mekan keşifleriyle doluydu. Yürüyüşlerimde iki eşlikçim vardı. İlki, çoğunlukla hızımı ve nefesimi kesen, nadirense aynı yönde gittiğimizde hızıma hız katan bora. Diğeri ise, sabahlarıma anlam katan tutkum nero.

Bora
Türkçe’ye İtalyanca’dan geçmiş olan, bir özel isim de olan “bora”, Trieste’de yılın yarısından fazla hüküm süren rüzgar çeşidi. TDK’ya göre “Genellikle arkasından yağmur getiren sert rüzgar” ama inanır mısınız toplasanız 1 ay yağmur zor getirmiştir bu şehre. Kuru Ankara ayazının bol rüzgarlısıydı buradaki uzun kışımın hava durumu özeti.

Bora, bu şehrin günlük hayatının bir parçası. Öyle ki hiç kimse “Bugün hava rüzgarlı” demez, “Bugün bora var” der. Trieste dilinde iki çeşit bora var: Gökyüzü bulutlu, yağmur veya kar varsa “bora scura (karanlık bora)” ve gökyüzü açıksa “hafif bora”.

Triesteliler borayı çok seviyor, onu şehrin nefesi olarak tanımlıyorlar. Onlara göre bora havayı temizler, zihinleri harekete geçirir. Tokatlanan deniz inanılmaz yansımalar ve gölgeler kazanır. Kısacası saf enerjidir.
Dürüst olmak gerekirse benim bora deneyimlerim Triesteliler kadar pozitif değil. Geriye dönüp baktığımda kış boyunca nefesimi kesen ve üşümemi ikiye katlayan borayla mücadele ettim. Kafamdan uçan şapkalarımın peşinden koştum, birkaç şemsiyeyi kurban ettim ve geceleri boranın uğultusuyla uykuya daldım. Yaz geldi de bitti mi sandınız, hayır. Ağustos ayının ortasında bu satırları yazarken penceremin perdesini havalandıran boranın serinliğini omuzlarımda hissediyorum.

Boranın geçmişte hızının saatte 170 kilometreye ulaşmışlığı var. Triestelilerin bu sevdalarını konuşmak için “BoraMata” isimli podcast kanalları var. Şehrin yükseklerindeki Opicina’da boradan uçmasın diye şapkasını tutan adam heykeli bile yapmışlar. Bizim de yüksek lisanstaki çalışma grubumuzun ismini “Bira Bora” koyduğumuzu not düşmek isterim.

Dilimizde kullandığımız “alabora olmak” ifadesinin İtalyanca’dan boranın etkisiyle “devrilmek” anlamında türetilmiş olabileceğini düşünüyorum. Ancak kaynak kendi yaratıcılığım…
Nero
Trieste yürüyüşlerimin bir diğer eşlikçisi ise “nero”. İtalyanlar için kahvenin çok önemli olduğunu ve kahve kültürlerinin kendilerine özgü olduğunu biliyoruz. Trieste, kendini kahve şehri olarak tanımlıyor (Napoli’de 5 sene yarı zamanlı yaşamış biri olarak buna sadece gülüyorum.) Öyle ki, Trieste’nin kahve sözlüğü bile var. Espresso, İtalyanca’da “caffè” iken, Trieste’de “nero”. Espressonun üstüne biraz süt köpüğü eklenerek yapılan “caffè macchiato” ise Trieste’de “capo”. Nero “siyah”, capo ise “müdür ve kafa” demek İtalyancada.

Kahve siparişlerinde istedikleri bardağın detayını vermeden de geçmiyor Triesteliler. Eğer belirtmezlerse kahve porselen fincanda geliyor, eğer cam bardakta istiyorlarsa “capo in b” diyorlar. B harfi cam anlamına gelen “bicchiere” kelimesini temsil ediyor. Benzer şekilde, cappuccino istediğinizde “capo in b” gelecektir. Çünkü Triestelilerin kahve dilinde “caffè latte” temsil ediyor cappuccinoyu.
Trieste’de bora beni epey yordu ve Napoli’de içtiğim kahvelerin lezzetini nerolarda bulamadım. Ancak Tanpınar’ın Huzur‘da dediği gibi: “Buradaki zamanı, hayatının sürüp giden kötü tesadüflerine rağmen onun için ayrı bir mevsim oldu.”.

Bora yüzümü öpüp geçerken ayaküstü bir nero içmeyi, sonra Adriyatik kıyısında yürümeyi çok özleyeceğim. Mucizelerin konfor alanından çıktıktan sonra gerçekleştiğini gösterdiğin için teşekkür ederim Trieste.
Trieste’den önce bir de sahil kasabasına kaçmıştım, hayallerdeki gibi miydi derseniz cevap burada.
Trieste gezi rehberi henüz gelmemiş olsa da, dünyanın dört bir yanında gezi notlarım için buraya da beklerim.