Bilindiği gibi Lavarla Ankara’yı merkez alan bir oluşum olup çeşitli etkinlik ve mekanları tanıtarak, kentin renklerini ortaya çıkartmayı ve üzerindeki bilindik yaklaşımları değiştirmeyi hedef alır. Zira Ankara’ya ilk defa gelenlerin ve kentin görünen izlenimlerine takılı kalanların fikirleri ortadadır. Peki olanakların yetersiz olduğunu düşünenlere kızanlar sadece biz miydik? Hayır. Helikon Derneği’nin kurucuları da bizim gibi düşünüyorlardı.
1923’te başlayan Ankara’nın metropolleşme macerası Atatürk döneminde hatırı sayılır bir gelişme göstererek ilerlemişti. Atatürk’ün vefatının ardından İkinci Dünya Savaşı bu gelişmeyi maddi olarak sekteye uğratsa da kültürel ve sanatsal anlamda ilerleme Halkevleri vasıtasıyla devam etmişti. Demokrat Parti yönetiminde ise bu ilerleme iyice yavaşlamıştı.
Bütün bunların yanında Ankara’nın başkent oluşu onu bir eğitim ve basın kenti olma yolunda ilerletiyordu. Ülkenin dört bir yanından yolu Ankara’ya düşen aydın ve genç insanlar imparatorluk şehri İstanbul’un gölgesinde kalan kültür ve sanat etkinliklerinin yetersizliğinden şikayetçiydiler. Zira mevcut etkinlikler de devlet eliyle yapılmaktaydı. Bunun farkında olarak kendi etkinliklerini oluşturmak isteyen gazete ve üniversite çevresinden bir grup genç kendi oluşumlarını kurdular. Bu oluşumun ismi “Helikon Derneği” idi.
Aralarında Bülent-Rahşan Ecevit, Bülent-Selma Arel, İlhan Usmanbaş, Suna Kan, Faruk Güvenç, Rasin Arsebük, Nilüfer-Aydın Yalçın, Cemal Bingöl gibi sonradan siyaset ve sanat çevrelerinde ismi duyulacak bir avuç genç bir dernek kurmak için çalışmalara başladılar. Ancak bir ilkeleri vardı: Banka veya varlıklı kişilere başvurmayacaklardı. Böylece, kendi kısıtlı gelirleriyle -bir konser ve sergi geliri ile- Mithat Paşa Caddesi’nde Sıhhiye’den Sakarya Caddesi’ne çıkan yolda harap bir ev tuttular. Çalışmalara başladılar.
Oluşum, ismini bir Yunan mitolojisi figürü olan Helikon’dan alır. Bu kavram bugün bir müzik aleti ile anılsa da Yunan mitolojisinde ilham perisi sayılan müzlerin kutsal dağı Helikon, derneğe isim olarak seçilir. Sonradan bu isim başlarına bela açacaktır. Dernek 1952 başında faaliyete başlar. Resim kursları verilir, konserler verilir, sergiler açılır. Dernek kuruluş ilkeleri gereği sanatın tek bir alanında yoğunlaşmadan her alanında faaliyet gösterir. Bülent Ecevit de bu etkinlikleri Ulus gazetesindeki sanat köşesinde kaleme alarak derneğin tanınırlığını arttırır.
Helikon Deneği’nden önce önemli ressamların yaptığı resimler devlet veya bankalar tarafından satın alınarak ya devlet dairelerine asılır ya da banka koleksiyonlarında tutulurdu (Depolarda çürütülürdü desek de olur). Helikon Derneği ile birlikte taksitle resim satılmaya başlanır. Böylece memur evlerine de resim girerek sanatın işlerliği arttırılır. Dernek işte bu yüzden kuruluşunda bankalara gitmez. Etkinliklerin sivil olmasını hedeflemektedir.
Helikon gün geçtikçe önemli bir kitle edinmektedir. Kurucuları bir yana, Erdal İnönü resim zevkini bu dernekte kazandığını anlatır. Ece Ayhan ile müzik ve sinema konularındaki ilk ciddi birikimin bu dernek sayesinde sağlar. Bilge Karasu’nun da bu derneğin müdavimlerinden olduğu bilinmektedir.
Peki Helikon Derneği’ ne daha sonra ne oldu? İşte burada “Böylesi ancak Türkiye’de olur “ denebilecek bir hikaye bizi bekliyor. 6-7 Eylül 1955’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı yönünde sahte haberlerle provoke edilen bir kısım kitle tarihimizde unutulmaz bir leke olacak olan 6-7 Eylül Olayları’nı gerçekleştirmişti. Bunun ardından ülke çapında sıkıyönetim ilan edilmiş ve soruşturmalar başlamıştı.
Helikon Derneği’nin de isminin Yunanca olması sebebiyle yolu bu soruşturmalarla kesişmiş, olayla ilgisi olmayan birçok dernek gibi kapatılmış, yöneticileri sorgulanmıştı. Bir süre sonra dernek yöneticileri derneğin faaliyetlerini anlatırken trajikomik bir şekilde soyut ve non-figüratif resim konularından bahsetmeye başlamış, bu da siyasi şube görevlilerinin hiç ilgisini çekmemişti.
Bir süre sonra olayın bir yanlış anlaşılma olduğu anlaşılır ve Helikon Derneği’nin tekrar kurulmasına izin verilir. Ancak herkes hem yorulmuş hem de hayal kırıklığına uğramıştır. Herkesin hevesini kaçıran bu durumdan sonra dernek çok yaşamaz. Tarihin derinliklerine gider. Bugün ise bu isim Simon Bolivar Bulvarı yakınlarında dernek üyelerinden Turan Erol’un kurduğu galeride yaşıyor.
Not: Bu fikri bana açarak ve çeşitli kaynakları bana sunarak bu yazıyı yazmamı sağlayan değerli Abim Gökhan Öztürk’e katkılarından dolayı çok teşekkür ederim.