Getting your Trinity Audio player ready...
|
Fotoğraf, anı sonsuzluğa sabitlemeye olanak verir. Konu edindiği nesne kadar, zamanı ve mekanı da geleceğe taşır. Korunduğu sürece o anla, dolayısıyla geçmişle kurulan ilişki de sürer. Bugünkü deneyimlerimizin geçmişle ilişkisini kurma gücümüzü nasıl “bellek” diye adlandırıyorsak; ortak değer, davranış, alışkanlıklarımızın uzamsal yansımaları veya bir yerle ilişkilenerek kurulması da belleğin mekansal niteliğini ortaya çıkarıyor. Modern toplumsal mekanlar olarak kentlerin, bir toplumun kolektif hafızasının nasıl şekillendiğinin izinin sürülebildiği alanlar olması buradan kaynaklanıyor. Toplumsal bellek ve kentsel mekan arasındaki ilişki kent kimliğinin, ortak anıların, kültürel mirasın korunmasında; kent fotoğrafları ise bu ilişkinin hatırlanmasında ve sürdürülmesinde önem taşıyor. Fiziksel değişimi belgelediği kadar, mekanın süreç içerisinde örgütlenişinin kültürel ve siyasal dinamiklerini anlamaya da yarıyor.
Meydanlar, caddeler, heykeller, binalar, sokak adları, kentsel simgeler ve anıtsal yapıları barındıran diğer kamusal alanlar; toplumsal belleğin oluştuğu, somutlaştığı, paylaşıldığı, kolektif anıların güçlendirildiği mekanlardır. Bellek ile mekan arasındaki ilişkinin siyasal ve sembolik anlamlarını yansıtma yoğunluğu bakımından bir numune olan Ankara’nın mekansal yapılanmasının geçmişten günümüze dönüşümü, mekanla kurulan ilişkide ve kent içindeki davranışlarda da karşılık buluyor. EGO duraklarındaki yurttaşların birbirinin hakkını teslim ettiği uzun kuyruklar, en bilindik sokaklardan birinde oturmuş tanınan simaların anısının yaşatıldığı ağaçlar, bir yerden bir diğerine yürümeye atfedilen yüksek anlamlar geçmişten günümüze şüphesiz değişiyor ancak bunların kaydı, aktarımı ve yeniden paylaşımı sayesinde bir kent belleğinden söz edebiliyoruz.
Gülşah Aykaç’ın “çevrimiçi Ankara ağları” dediği ve Ankara’ya dair katılımcı metinsel üretimin yaygınlaştırıldığı web bloglarına, Ankara odaklı kurumsal veya kişisel sosyal paylaşım ağlarındaki hesapları da dahil ettiğimizde oluşan toplam, kolektif kent belleğinin yeniden üretilmesinde önemli roller üstleniyor. Örneğin bu ağlar sayesinde mevcut veya artık olmayan yapılara dair malumatlar ediniyoruz, hatta balkon korkulukları üzerinden mimari mirası deneyimleyebiliyoruz. Edebiyat ve sanat yapıtlarında Ankara’dan izlerin serimlendiği resimlemeleri, kentin muhtelif yerlerinden anlık görüntüleri, tematik rotaları, günlük kolajları, kent maarif takvimini ya da toplumsal gösterileri izleyebiliyor ve takip edebiliyoruz. Ankara eksenli ağların özellikle eski zamanlardan kent fotoğraflarını ve hareketli görüntülerini paylaşma pratiğine ise 2019’dan itibaren aşama aşama yeni bir kaynağın eklendiğini görüyoruz: Victor Albert Grigas.
Hikaye şöyle: Dünyayı gezen Amerikalı fotoğrafçı Grigas ve beraberindeki partneri, 1970 yılının mart ayında Ankara’ya geliyor. Grigas’ın 2017 yılında ölümünün ardından ailesi tarafından kurulan bir inisiyatif, kendisinin ve eşinin negatif filmlerini derliyor, tarıyor, dijital ortama aktarıyor ve aktarmaya devam ediyor. İlk olarak 2019’da web ortamında paylaşılan fotoğraflar, çevrimiçi ağların ilgisini iki sene önce çekti. Başta Ankara Büyükşehir Basın isimli X hesabı olmak üzere Foto Ankara, Antoloji Ankara, Letter from Turkey, Nadide Fotoğraf, Old Photos From Turkey gibi kullanıcılar tarafından sosyal ağlarda yaygınlaştırıldı. Estetik bir ölçü dizgesinden ziyade içerdiği nesne ve konular bakımından öne çıkan, üzerinde herhangi bir manipülasyon bulunmayan, 4/3” ve 1” ölçekli analog orta format bu fotoğraflar, Ankara’nın yapısını, dokusunu, atmosferini çerçeveliyor. 1970 yılının mart ayında Ankara’nın nasıl bir yer olduğunu gösteren birer sosyal belge niteliği taşıyor.
Yenişehir’den Anıttepe’ye görsel miras, ortak punctum
Grigas sonrası kurulan inisiyatifin, CC BY-SA lisansıyla Flickr ağı üzerinden orijinal boyutlarıyla paylaştığı fotoğraflara her internet kullanıcısı rahatlıkla erişebilir. Açık kaynaklarda bulunan kent fotoğrafları arasında yüksek çözünürlükleriyle ve üzerlerinde herhangi bir filigran veya benzeri filtre olmamasıyla diğerlerinden ayrılan Grigas albümü, izleyicisine bu yönüyle de önemli bir deneyim sunuyor. Grigas fotoğraflarının çevrimiçi Ankara ağlarında bugüne kadarki paylaşılma pratikleri arasında ise doğal ve maddi iki eksiklik öne çıkıyor. Doğal olan, fotoğraflara 21 Mayıs 2024 itibarıyla halen yenilerinin eklenmesine rağmen albümün yalnızca bu ağlarda paylaşılan kısmi seçkiden ibaret düşünülmesi, dolayısıyla diğer fotoğraflarının çok bilinmemesi. Maddi olan ise, inisiyatif tarafından fotoğrafların açıklamalarına eklenen spesifik mekan bilgilerinin yetersizliği nedeniyle ağlarda fotoğraflarla beraber sunulan spekülatif mekan bilgilerinin gerçeği yansıtmaması.
Maddi eksiklik, esasında bu yazının da konu edindiği toplumsal bellek ile kentsel mekan arasındaki ilişkiyi geliştiren bir gereç olarak kent fotoğraflarının öneminin altını çiziyor. Hem kent fotoğraflarının hem de onlara bir dizin üzerinden kolayca erişimin eksikliğinden kaynaklı olarak, Ankara’da kamusal mekanların örgütlenme geçmişine dair kısıtlı bilgiyle yapılan çıkarımlar, haliyle doğru olmayabiliyor. Buna rağmen Ankaralıların fotoğraflara bakarken ortak punctumlarda buluşabildiklerini, yaptıkları yorumlardan anlayabiliyoruz. Roland Barthes’ın “fotoğrafın derin etki bırakan ve bakanı delip geçen öğesi” olarak gördüğü punctum, her ne kadar kişisel bir deneyimi imlese de kent belleğinin yarattığı ortaklık, kente dair fotoğraflara bakarken ortak bir punctumun inşasını mümkün kılabiliyor. Aşağıdaki seçki kentin 1970 Mart’ındaki halini seyrederken bu ortaklıkları da hatırlamaya davet ediyor.

Fotoğraflara bakınca Grigas’ın Ankara’nın tek bir yerinde kalmadığını, etraflıca dolaştığını anlıyoruz. Yenişehir’de çok vakit geçirmiş ama örneğin ODTÜ’ye de gitmiş, hatta orada bir bekçinin konutuna misafir olmuş. İzmir Caddesi’nin kalabalık pasajlarını fotoğraflamış. Sıhhiye’de açıktan akan İncesu Deresi’ni görmüş. Set Kafeterya’da iki farklı masada oturmuş. 1968’de onaylanan kat nizamı planında “yüksek bölge” ilan edilince Kızılay ve çevresinde yükselen inşaatlar da ister istemez kadrajında yer bulmuş. Hatta bunlardan biri bugün meydana sınır çizen yapılardan Yapı ve Kredi Bankası Ankara binası olmuş. Grigas, Ankara’daki seyrinin bir kısmında ise Maltepe Cami’de kılınan bir cenaze namazına ve sonrasında yapılan yürüyüşe denk gelmiş. Burada çektikleri sayesinde açık kaynaklarda namazın kılındığı cami bilgisine dair hatayı (Hacıbayram Cami) düzeltmeye imkan vermiş. Duvar ustalarını, köşedeki dondurmacıyı, birörnek kasketli temizlik işçilerini, “asrın icadı Alman malı” ayak masaj aletlerini, Meydan Sahnesi’nin bilet gişesini albümüne layık görmüş. Ardından Anıttepe’ye çıkmış ve 1970 yılında Anıtkabir’de Atatürk dışında on bir kişinin daha mezarının bulunduğu alanı çerçevelemiş (Fotoğraf 2).

Dönem kaynaklarında “Hürriyet” ve/veya “Devrim Şehitliği” olarak geçen bu mezarlık, birkaç örnek haricinde açıktan erişilebilir kaynaklarda görüntüsünün bulunmamasından kaynaklanacak ki, bazı ağlarda müstakil bir devlet mezarlığı olarak yazılmış. Oysaki Atatürk Orman Çiftliği arazisine yapılan Devlet Büyükleri Anıt Mezarlığı, 1988 yılının 30 Ağustos’unda törenle açılmıştı. Bu nedenle fondaki kent manzarasında soldan sağa Maltepe Cami’nin, Kızılay’daki gökdelenin ve Anıttepe Lojmanları’nın seçildiği Fotoğraf 2’de gördüğümüz alanda, mezar taşında “27 Mayıs 1960 Devriminin Önderi” yazan beşinci Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz, adı bugün Ulus’ta bir cadde ile Kavaklıdere’de bir okulda yaşayan Ali İhsan Kalmaz, Şehit Ersan Caddesi’ne adını veren Ersan Özey gibi isimlerin yanı sıra hem 27 Mayıs hem de 20 Mayıs müdahalelerinde hayatını kaybeden askerlerin ve sivillerin mezarları bulunuyordu. Bugün Anıtkabir’in dağılış merdivenlerinin başına geldiğimizde gördüğümüz, kullanımdan kalkan ilk bayrak direğinin sergilendiği yerin yanında, ortasında ayyıldız bulunan kırmızı zeminli Türkiye haritalı peyzaj alanı, bir zamanlar Hürriyet Şehitliği’ydi.
Grigas’ın bu fotoğrafı, siyasal tarihimizin bir toplumsal bellek mücadelesi tarihi de olduğunu; mekanın ise, bu mekan ulu bir silüet olarak Anıtkabir dahi olsa, bu mücadeleden nasibini aldığını gözler önüne seriyor. Siyasal mücadele, belleğe müdahaleyi, bu müdahale ise muarızların her zaferinde özellikle sembolik önemi yüksek mekanlar üzerine tasarrufta sakınca görmemesini beraberinde getiriyor. Böylesi siyasal kültürler, mekanın örgütlenişi için süreğen bir tutarlılıktan söz etmeyi doğal olarak zorlaştırıyor. Bu nedenle Anıtkabir’in mekansal yapılanmasında süreç içindeki farklılıklar, bugün Aslanlı Yol denilen Alle’nin iki yanına dikilen kavakların hızla uzaması ve yaprak dökmesi üzerine yerine ardıç dikilmesi gibi peyzaj düzenlemeleri kadar, orada naaşları bulunan şahsiyetler için de geçerli olmuş. 27 Mayıs 1960 sonrası Millî Birlik Komitesi aklının ihdas ettiği Hürriyet Şehitliği, 12 Eylül 1980 sonrası Millî Güvenlik Konseyi aklınca lağvedilmiş. Grigas’ın bastığı deklanşör ise Anıtkabir’in bu muvakkat konuklarının seyrine izin veren nadir bir fotoğrafı ortaya çıkarmış.
Anılarda yaşayan Sinema, Piknik, AOÇ
Fotoğraflar dönemin kültür hayatında önem taşıyan mekanları da içeriyor. Hatta Grigas’ın bu serisi sayesinde Necatibey Caddesi 8 numaradaki Ankara Sineması’nın açık kaynaklardan ulaşılabilen en net görüntüsünü görüyoruz (Fotoğraf 3). Gösterimde olan filmlerin de seçilebildiği bu kare, çevrimiçi Ankara ağlarında sıkça paylaşıldı ve hatta Lavarla’da Çiğdem Kaya Çayır’ın Ankara’daki sinema salonlarına odaklandığı serinin ikinci yazısında yer aldı. Necatibey’in Atatürk Bulvarı’na bakan girişinde, Orduevi’nin çaprazında bulunan Ankara Sineması’nın Grigas tarafından çekilen bu fotoğrafı, çevrimiçi ağlarda paylaşılırken yer bilgisi sinema tabelasının da görünmesi sayesinde doğru yazılmış ancak çoğu paylaşımda kaynak olarak Grigas değil, fotoğraf hangi kişisel veya kurumsal çevrimiçi ağda görüldüyse orası gösterilmiş.

1943’ten 1988’e kadar kent sakinlerine hizmet veren Ankara Sineması’nın bu fotoğrafı hem kaynağının belli olması hem de nesne olarak doğrudan yapının fotoğraflanmasıyla diğerlerinden farklılaşıyor ve kent belleğine önemli bir katkı sunuyor. Atila Cangır’ın editörlüğünü yaptığı Cumhuriyetin Başkenti Ankara çalışması, VEKAM’ın erişime açtığı dijital arşiv veya Faruk Küçük’ün güçlü arşivine rağmen blog sitesinde sunulan Dericizade Arşivi gibi çalışmalar haricinde, Ankara’nın eski fotoğraflarının zaman ve/veya mekan bilgisi kaynaklara dayandırılan dizinlerle pek karşılaşamıyoruz. Fotoğrafın, içindeki nesneye dair ipucu sunması bu nedenle kolaylaştırıcı oluyor. Bazı fotoğraflar ise odağı dahi belli olmamasına rağmen Ankara ağlarında çokça yaygınlaştırılıp üzerine de çokça konuşuluyor. Bunlardan biri, Atatürk Bulvarı’nın Çankaya yönüne akan tarafından Bulvar Pasajı’na, Kültür Kitabevi’ne ve Tuna Caddesi’nin girişine baktığımız Fotoğraf 4. Bu belirsiz kompozisyonda Ankaralıların ortaklaştığı punctum ise 1953’te açıldığı Tuna Caddesi 1/A’da 1982’ye kadar varlığını sürdüren meşhur lokanta-şarküteri-büfe Piknik’ten başkası değil.

Piknik’in Bulvar cephesinin ve ikonik tabelasının yalnızca bir kısmının belli belirsiz seçildiği bu fotoğrafın paylaşıldığı ağlarda, fotoğrafta görünen birçok başka mekan da olmasına rağmen sadece Piknik vurgusuyla öne çıkması, buranın Ankara’nın sosyal ve kültürel tarihindeki yerini anlamayı kolaylaştırıyor. Bilerek veya bilmeyerek çerçevenin bir kısmına aldığı Tuna Caddesi 1/A ile Ankaralıya eski, güzel günleri hatırlatan Grigas’ın albümünde aslında Piknik’in iç mekanından da kareler var. Bu sayede 1970 Mart’ında bir günün birkaç anında Piknik’in içinde neler olduğuna bakma şansı buluyoruz (Fotoğraf 5 ve 6). Flickr’da bu fotoğraflara yer bilgisi olarak o dönemin bir diğer popüler mekanı olan Barikan Otel yazıldığından burasının cipsiyle, hardalıyla, Arjantin’iyle ünlü Piknik olduğu gözlerden kaçmış.


Yalçın Ergir’in aktarımıyla Ankara’nın birkaç nesline oradaki durağa “Piknik durağı” dedirtecek kadar ortak duyu yaratan bu mekanın yankılarının bugün sürdüğünü, kalan reçetelerle eski menülerin hazırlandığı ve anıların paylaşıldığı buluşmalar düzenlenmesinden anlıyoruz. Bu ötede kalmış fotoğrafların da buluşmalara konu olması muhtemel. Ötede kalan fotoğraflar ise bunlarla sınırlı değil. En az Piknik kadar Ankara’nın toplumsal ve mekansal belleğinde yer edinmiş Atatürk Orman Çiftliği’nin önemli bir mekanının da fotoğrafı var albümde: Atatürk’ün ve misafirlerinin sıkça ziyaret ettiği, sonrasında Ankara bürokrasisinin, yazarların, aydınların müdavimi olduğu AOÇ Merkez Lokantası. Ne var ki fotoğraf, “direnAOC” kullanıcı isimli X hesabı dışında hiçbir ağın radarına girememiş. Açıktan erişilebilen AOÇ arşivleri arasında ODTÜ Mimarlık’ın ve Ankara Mimarlar Odası’nın ilgili sayfaları birçok doküman sunuyor ancak Merkez Lokantası’nın bu halini ise ilk kez görüyorum (Fotoğraf 7). Stilize AOÇ logosundan, tuğla kaplamaya gömülü dekoratif nişten ve kapının her iki tarafındaki meşe ağaçlarından tanıdığım mekan, diğer AOÇ yapıları gibi yıkılmadı belki ancak bugün yerinde farklı adla ve “konseptle” hizmet veren işletme, mekana hoyratça müdahalenin belleğe de yöneldiğini açıkça gösteriyor. Kent belleğinin somut unsuru olarak fiziksel bir yapıya dönük tasarrufların, soyut bir unsur olarak anılar üzerine gölge düşürdüğünü bu fotoğraf sayesinde görebiliyoruz.

Lokantanın içerisinden olduğunu düşündüğüm iki fotoğraf daha var albümde. Bunun teyidini o dönemi yaşayanlara bırakalım. 1970 yılının ilkyazında Ankara’nın çeşitli yerlerinde sonsuzluğa sabitlenen bu imgelerin, o günün nasıl olduğunu sorma aklı ve bunun yanıtının hayalini kurma cesareti verdiğini teslim edelim. Buradaki seçki kişisel bir tercihi içermekle birlikte fotoğrafın biricik, bireysel ve duygusal yönü punctumun kentsel bellek paydasında nasıl toplumsallaşabildiğine işaret ediyor. O günün Ankara’sında neler olduğunu gösterirken unutulanları hatırlatıyor. Mekanın örgütlenme mantığındaki dönüşümlerin sisinde, yaşadığımız kentin geçmişinin izini sürmeye teşvik ediyor. Ortaklaşılan punctumlar ise şüphesiz mekan üzerinde izlerini bulduğumuz kentsel müştereklerimizden ve bunların odağımızdan hiç düşmemesinden kaynaklanıyor.