Getting your Trinity Audio player ready...
|
2023 yılının kasım ayında, uzun yılların ardından Ankara’ya gittim ve bir ay kaldım. Üniversite okuduğum, büyüdüğüm, özgürleştiğim, kendimi tanımaya başladığım, ilk kez kendi paramı kazandığım, ilk kez aşık olduğum şehir Ankara. Yeniden Ankara’da olmak, birçok hissin karmasıydı. Özlediğim insanlar, sokaklar, kampüs, devlet tiyatroları, mekanlar, simit, sabahları yüze vuran ayaz… Ve hatıralar. Aynı yerden başka sebeple geçmenin o buruk hissi yokladı beni sık sık. Peki Ankara ile özlem giderdiğim bu bir ayda neler yaptım, Ankara’yı nasıl buldum?
İlk izlenim: Burası neresi?
Sebeb-i ziyaretim yeniden Ankara’ya yerleşme kararı alan ailemle vakit geçirmekti. Bu esnada yıl sonuna kadar geçerli olan uzaktan çalışma hakkımı kullanacaktım. En son İstanbul’a taşınmadan önce 2017’de yaşadığım Ankara’ya 2021 Eylül’de gelip sadece 2 gün kalmıştım. Ben Ankara’da doya doya vakit geçirmeyeli 7 sene olmuştu…
Gece yarısına doğru vardığım Ulus Tren Garı’ndan babam beni aldı ve Alacaatlı’ya doğru yola koyulduk. ODTÜ kavşağından Eskişehir yoluna çıktıktan sonra nereye bakacağımı şaşırdım. Eskiden Ümitköy’e ilerledikçe nispeten tenhalaşan yol, şimdi tamamen alışveriş ve iş merkezi, bakanlıklar ve başka binalarla dolmuş. Çayyolu’nun içinden geçerken ise gördüğüm tüm yeni açılmış mekanlar şaşkınlık ve anlam veremezliğin yanında biraz da kıskançlık hissettirdi. Ben üniversitede okuyup Çayyolu’nda yaşarken bu mekanlara ulaşabilmek için dünya yol kat eder, şehir merkezine giderdik. Öyle olması o mekanları daha kıymetli kılıyordu gerçi. Çayyolu’ndan çıkıp Beytepe – Alacaatlı semalarına ilerlerken artık tanımadığım bir şehirde olduğumu hissettim. Tabiri caizse benim yaşadığım yıllarda “buralar hep dutluktu”. Her baktığım yerde aşırı yüksek binalarla dolu siteler, süpermarket, kahveci ve kebapçı görüyordum. Şehir ne ara buralara kadar genişledi, buralar kendi içinde bir merkez oldu, bilmiyorum. Ama o gece pek Ankara’ya gelmişim gibi hissetmedim.
Genel izlenimlerim: Kızılay ve Bahçelievler
Gündüzler annemin özlediğim yemekleri eşliğinde çalışarak ve camdan baktığımda yüksek binalardan başka bir şey görmeden geçiyordu; akşamlar ve hafta sonları ise hala Ankara’da yaşayan nadir arkadaşlarımla görüşüp özlediğim yerlere giderek.
Üniversitedeyken çok sevdiğim 7. Cadde, sanırım beni değişimiyle en çok hayal kırıklığına uğratan yer oldu. Sağlı sollu zincir kahveciler ve içeriden son ses şarkıların yükseldiği mağazalarla dolmuştu. Kaldırımda yürümek imkansıza yakındı. Kitlesinin yaş ortalaması çok genç geldi. Hep böyleydi de o zamanlar ben de bu kadar küçüktüm diye mi fark etmiyordum? Last Penny’nin atmosferi ve kokteylleri ise hala çok güzeldi.
Kızılay, bildiğimiz gibiydi. Metro altında istediğim çıkıştan tek seferde çıkabilme yeteneğimi kaybetmemiş olmam beni mutlu etti. Fotokopi çektirdiğimiz hanlar, hızlıca karnımızı doyurduğumuz çiğ köfteciler, ilk biralarımızı içtiğimiz barlar, Güvenpark’ın çiçek kokan o köşesi… Her şey yerli yerindeydi ama aynı zamanda her şey çok farklıydı. Gecenin geç bir saatinde Sakarya’da rastgele bir bara oturup sulu bira içmek, Can Balık’ta o kokunun altında sıra beklemek nedense eskisi gibi hissettirmedi. Her şey zamanında güzeldi, yaşım ilerledikçe esnekliğimi kaybediyorum.
Genel izlenimlerim: Tunalı ve Çankaya
Yeniden Ankara’da olduğumu hissettiğim an, Kuğulu Park’a adım attığım andı. ‘Tanıdık bir yerde bul beni, Kuğulu’da buluşalım’ diye mırıldanıp durdum. Elime bir simit alıp Tunalı’da yürümek, pasajlara girip çıkmak, kitap alışverişi yapmak, Üst Kat’ta soğuk bir bira içerek geleni geçeni izlemek, şehre karışmak… Benim için gerçek Ankara deneyimi budur!
Bu şehirde yılların değiştiremediği favori yürüyüş rotam Atakule-Tunalı’dır. Bir günümü Ankara Keşif Haritası Pusula 2 ile bu rotayı yürümeye ayırdım. Güne erken saatlerde Alacaatlı’dan bindiğim Ulus otobüsünde başladım. Sislerin ardından zar zor seçebildiğim bozkır sık sık Nuri Bilge Ceylan filmindeymişim gibi hissettirirken, durak sayısı sonsuza giden otobüsten kendimi attığımda artık Ankara’nın da trafik sorunu olan bir şehir olduğuna ikna oldum.
Hoşdere’de kahve içerek güne başladım. Ben burada yaşarken bomboş olan ve bugün yeniden AVM olmuş Atakule’ye selam çaktım. İlk kez Pembe Köşk’e gittim. Sonbahar renklerinin çok yakıştığı Seğmenler’de yürüdüm. İlhan Koman heykelinin unuttuğum hikayesini okudum yeniden. Devrez’de tahta kaşıkla mercimek çorbası içtim, sonra Mutlu Lokantası’na gidip birazcık sıra bekledikten döner yedim. Güvenlik, Tunus, Bestekar derken yıllar gözümün önünden film şeridi gibi geçti.
Yeniden tanıştığımıza memnun oldum
Ege Soley’in Sakin kitabında altını çizdiğim şu satırlar Ankara’daki bir ayın bana hissettirdiklerin özeti oldu: “Bir şehirden ayrılmak, sevdiğin pastanelerini, ara sokaklarını, parklarını, köprülerini arkanda bırakmak, sevdiğin bir dosttan ayrılmak gibi. Senin her türlü halini biliyor şehir. Umutsuzca bir bankında oturup gelen geçene baktığın akşamüstlerini, metrosuna yetişmek için koşturduğun sabahlarını, çatı katındaki evlerine diktiğin gözlerini, umutlarını, hayal kırıklıklarını çok iyi tanıyor… İnsanların şehirleri tanıdığı kadar, şehirler de insanları tanıyor. İçinden geçen, ona sıkı sıkı tutunan, onunla yeniden doğan, onunla yaşamına yön veren herkesi tanıyor.” Yeniden tanıştığımıza memnun oldum Ankara, bir daha arayı bu kadar açmayalım.
“Ankara Yeniden” yazılarım Ulus ve ODTÜ ile devam edecek.
Türkiye’de geçirdiğim bu bir ayda, Ankara’dan iki günlük bir Mardin seyahati gerçekleştirdim. Mardin notlarımı burada bulabilirsiniz.
Şehir yürüyüşleri denince akla onun adı gelir, flanörün Büklüm Sokak yürüyüşünü hatırlamak ister misiniz?