“Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüş yolunu sevdim.”
Yahya Kemal Beyatlı
Her Ankaralının ömründe en az bir kez maruz kaldığı bir sorudur: “Ankara’da deniz yok, nasıl yaşıyorsunuz?” Evet, Ankara’da belki deniz yok ama biz yine de çok güzel yaşıyoruz bu şehri. Ankara’nın tarihi, mimarisi, caddeleri, sokakları ve her gün keşfedilmeyi bekleyen geçmişi var. Hepsinden önemlisi bir ruhu var. Şuna inanın ki deniz olmasa da aşklar yaşanıyor, ayrılıklar oluyor, Seğmenler Parkı’na gidip bir nefes alınabiliyor; sevinçler de yaşanıyor, üzüntüler de… Yani tüm bunların denizle ilgisi yok; önemli olan sizin havanızın deniz tadında olması…
Bu şehre gönül veren insanlar Ankara’nın sesi oluyor. Sema Kumrulu da bu nadide insanlardan biri. Kumrulu’nun Ankara için yaptıklarını gördüğümde hayran oldum ve onu sizinle de tanıştırmak istedim. Sema Hanım, yaşadığı şehri her şeyiyle merak edip; o şehrin kültürünü tanımak ve tanıtmak isteyen, azimli, kararlı ve korkusuz bir kadın. Kendisiyle yolumuz iyi ki kesişmiş.
- Sema Kumrulu kimdir, bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ben göçmen bir ailenin kızıyım. Üç nesildir Ankara’da yaşıyoruz. Okul, çalışma hayatı, evlilik, iki çocuk, üç torun derken sıra artık emekli olmaya gelmişti. Ama emeklilik sözü beni her zaman korkutan bir sözdü. ‘Artık yaşlandım, elimi ayağımı her şeyden çekiyorum’ gibi geliyordu bana. Bir şeyler yapmalıydım. Bilgisayar kursuyla başladım, diksiyon ve iletişim kursları aldım. Çok hoşuma gitti. Sanki gençliğime dönmüştüm. Bir gün torunumla fotoğraf çekmek için dolaşmaya başladık. Kolay değildi tabii. Bu sefer fotoğraf kurslarına başladım. Bu arada Büyük Kolej’de çalışmaya başladım. Bu sene 12. yılım doluyor.
Zaman çok hızlı akıyor ve bana çok güzel kapılar açılıyordu. Bir gazeteci arkadaşımın, “Bu haberi hazırlar mısın?” demesiyle, ona yardımcı olmak için başladım ama benim işim oldu. Şu an Aksu Gazetesi ve Ankhaber’de yazıyorum. Bana, “Sen ne iş yapıyorsun?” diye çok soran oluyor. Şöyle bir düşünüyorum; fotoğraf çekiyorum, Ankara’nın tarihini öğrenmeye çalışıyorum, haber hazırlıyorum, okulum var, tarihi mahalleler, kapılar, çeşmeler, camiler benim hayatım. Pandemi dolayısıyla ara versem de kaçıp gittiğim çok oluyor. Ama en güzeli insanlara ve çocuklara dokunuyorum.
- Ankara’ya olan ilginiz ve sevginiz o kadar büyük ki adeta Ankara’nın sesi olmuşsunuz. Ankara’ya bu ilgi ve sevgi nasıl başladı?
Ankara’nın çok güzel bir şehir olduğunu biliyordum; ama Ankara Kalesi’ni hiç görmemiştim. Arkadaşlarla gezmeye gittiğimiz zaman yolu sordum, kaleye çıkınca sağa dönün, sol tarafa girmeyin tehlikeli mahalleler var denince ilgimi çekti. Ne derece tehlikeli olabilirdi ki? Ertesi gün o mahallelere gitmeye karar verdim. Tarihi evler, kapılar, pencereler, bacasından duman çıkan gecekondular ilgimi çok çekti. Her gün gidip fotoğraf çekmeye başladım. Fotoğraf çekmek yetmedi, bir müddet sonra kapıları çaldım. Öyle güzel insanlar tanıdım ki…
- Sadece fotoğraf çekmek değil, çektiğiniz fotoğrafların hikâyelerini de öğrenmek amaçlarınız arasında yer alıyor. Bu hikâyeleri nasıl öğreniyorsunuz ve sizi etkileyen bir hikâye var mı?
Tanıştığım insanların hayat hikâyelerini, o mahallelerde çocukluğu geçmiş kişilerden anılarını dinledim. Çok etkileyen hayatlar var tabii. Penceresinde camı olmayan, kapı yerine battaniye gerilmiş evler gördüm. Madde kullanan gençleri, dayak yiyen kadınları unutmak mümkün değil. Burada yaşananlar öyle panellerde anlatılanlara benzemiyor. ‘Ayağı yere basan kadın’ deriz, işte o ayağı yere basmak öyle kolay değil. Kitaplarda yazanlara hiç benzemiyor. Yediği dayaktan ötürü evini terk edecek bir kadına ‘Sakın, ne olursa olsun sıcak sobanın başından ayrılma’ dediğim zaman kendime şaşırdım. Ben şimdi bu kadına, ‘Evinde otur, dayak ye’ diyordum. Ama dışarıda yalnız kadınların başına gelenleri gördüğüm için böyle demek zorunda kaldım. Bence istedikleri bir tek sevgi. Dokununca gözlerindeki pırıltıyı gördüm hep.
- Rotanızı nasıl belirliyorsunuz?
Mahalledeki çocuklara göre ayarlıyorum. Yaşlarına göre götüreceğim şeyler oluyor. Mesela götürdüğüm bir kitabı ödev veriyorum onlara, bir dahaki gidişimde anlattırıyorum. Ben artık çocuklarla bağ kurduğum için pek rotam yok. Amacım onların gözlerindeki ışığı yakalamak.
- Mutlaka gidin görün dediğiniz bir yer var mı?
Tabii ki. Yahudi Mahallesi, Hacıdoğan Mahallesi, Hamamönü, Hamamarkası, İtfaiye Meydanı, Bit Pazarı, Kale; buralar Ankara’nın en eski yerleridir. Tarih sevenler görmeli bence. Çekilen her fotoğraf anılar arasında yer alıyor. Bir daha gittiğinizde aynı yerleri bulamıyorsunuz. Sadece mahalle değil tabii, camiler, çeşmeler…
-
Sizin gibi Ankara’ya gönül vermiş gençlere önerileriniz neler?
Fotoğraf çeken çok genç var. Genelde fotoğrafçılar sanat adına yapıyorlar bunu. Ben derim ki gittikleri yerlerin muhakkak tarihini öğrensinler. O anı yakalamak çok önemli. Bir gün bu fotoğraflar çok lazım olacak. Bir de fotoğraflarla çok oynamasınlar. Renk vermek güzel gösterebilir; ama o tarihi yansıtması lazım diye düşünüyorum.