Kurtuluş: Yürümelerin, gidip gidip gelmelerin, ben aslında demenin kısa tarihi. Karşıdan gelenlerin, bir şeyin içinden, rahminden çıkıyormuşçasına telaşlı, hareketli ve sabırsız olduğu. Hadi, kalkalım da yürüyelim demenin, belki de zararsız gelen bir yürümenin giderek bir sıkıntıya dönüşmesi. Yazın, sözcüklerin de iyi gelmediği, kendini sokağa atmanın, bir yol, bir iz aramanın iyi geleceğini düşünülerek çıkılan, tuzaklarla dolu uzun yolculuk.
Fakülteye, tüm o tarihi dokuya bakarak, belki de dalgın dalgın yürüyenleri, bakmaktan ibaret olan tüm o geçişleri, beklenenleri, beklenmeyenleri hesaba katarak yürümek. Parkın yanında havuzun çağrısına, serin serin gelen suyuna kapılarak, ortasında bir masaya oturmak. Sorunlar yumağına bir yenisini eklemek, tam da masanın ortasına bırakmak.
Atatürk Bulvarı: Aslında burası bu kadar uzun muydu, büyük müydü? Kim bilir, belki. Akşam acele acele tiyatroya gitmenin, Kuğulu Park’ta henüz bitmemiş, daha taze olan bir karşılaşmanın üzerinden defalarca geçerek, adım adım yürümek.
Taze bir gülüşe, kimlik soran bir bakışa, geç olmadı mı diyen bir göze, hayır benimle kalacaksın diyen bir ele, seni tanımlayamıyorum diyen dudakların izinde, Ankara’nın kalbine gidiyormuş gibi yürümek. Öylece.
Meşrutiyet: Bakma bana, ben aslında şehirden değilim diyen onlarca otobüsün arasından geçerek, bir yerden bir yere varmak. Bu insanların hep mi acelesi var, yoksa her zaman böyleler mi? Bilinmez. Ama sen bakma böyle aceleyle yürüdüklerine, güneşin önündeki rüzgar bir gün onlara da döner.
Gittikçe yollara taşan, simitçilere, kuruyemişçilere kızarak yürümek.
Konur: Güneş, bu sokağa hep bu saatte mi doğar? İnsanlar hep bu çizgiler arasında gidip gelir, yorulmak nedir bilmeden. Dışarıya taşan gülüşlerin, çatal bıçak seslerinin, çay kaşıklarının, öksürmelerin, bir bakışın başka bir bakışla karşılaştığında uzaklara bakmasının tuhaf sesinin yankısı kalır. Bir de güneşin çekilmesine yakın, bir pişmanlık gibi birbirini izleyen insanların arasındaki karşılaşmaların, tamamen tesadüfi gibi bir anlam kazanması.
Karanfil: Kararsız kalmış bir sokak. Sert mi bakacak, yoksa yumuşak mı bilememiş. Bu bilinmezliğin içinde ikilemde kalmış. Daha çok bir seyir yeri, bir yere giderken geçmelik. Asla daha ötesini istemeyen, kanaatkar. Şimdi, bulunduğun yerden bak, yolun ilerisini bile görebilirsin bu saatler de.
Selanik: Konur’un sırtına baktığın için, seviyoruz seni belki de.
Hatay: Bir sınırdan ayrılıyormuş da, yeni bir yere geliyor olmanın sevinci ya da korkusu içinde, hem Kızılay hem Kocatepe.
Yüksel: Burada mücadeleyi öğrendin sen, dik durmayı, dayanmayı. Zaten buradan alsalar seni, biraz daha yürüsen, kendini köprüde bulursun. Ondan ilerisi nedir ki ?
Kapak fotoğrafı için Işıl Selen‘e teşekkürler.