Ankara ile ilgili klişelerden siz de sıkılıyor musunuz? Akademik çalışmalarda Ankara’yı inceleyen bir akademisyen olarak, her gün yeni bir klişeyle karşılaşıyorum. Bir kısmının tamamen uyduruk olduğunu bilsem de, ulu orta o yanlışları düzeltmekten sıkılıyorum. Hepsine biraz alıştım ama biri var ki, ona pek alışamadım: Ankara’nın bir zamanlar “köy” olduğu iddiası. Köy olmak ayıp değil, garip ya da tuhaf da değil.
Ankara’ya “köy” derken, kimin hangi saiklerle bu göndermeyi yaptığı belli değil. Cumhuriyet öncesine mi, imparatorluk dönemine mi, Bizans dönemine mi, ne zamana yapılıyor bu gönderme? Ankara tarihinde ne kadar eskiye gidelim? Cumhuriyetin devlet merkezi, başkent. İmpartorluk döneminde tiftik keçilerinden elde edilen ürünlerle yaptığı ticaretle, liman şehri olmamasına rağmen dünya şehirlerinin tanıdığı, bildiği bir yer. İmparatorluktan öncesine, Roma dönemine gönderme yapsak, Ankara’dan metropolis olarak bahsetmemiz gerekecek. Roma’nın en önemli eyaletlerinden birinin merkezi. Tarihe bakınca, köy değilmiş dememek ayıp olur.
Ankara köy müdür? Eskiden köy müydü? Uzun zamandır bu sözü araştırıyorum. İlk kim demiş olabilir? Sadece yaygın değil, çok çok yaygın bir söz bu. İnternet sitelerini işaret eden çeşitli dezenformasyon kanallarının icadından önce de vardı. Ama, ne zamandan beri var? Ankara’nın ilçelerine bakıyoruz hemen. İçinde “köy” geçen bir ilçe var mı? Yok. Sayalım sırayla: Akyurt (Ravlı), Altındağ, Ayaş, Bala, Beypazarı, Çamlıdere, Çankaya, Çubuk, Delice, Elmadağ (Asiyozgat), Etimesgut, Evren (Çıkınağıl), Gölbaşı, Güdül, Haymana (Yabanabad), Kahramankazan (Halkavun), Kalecik, Keskin, Kırıkkale, Keçiören, Kızılcahamam, Mamak, Nallıhan, Polatlı, Pursaklar, Sincan, Sulakyurt (Konur), Şereflikoçhisar, Yenimahalle ve Zir. Dağ var, pazar var, dere var, göl var, kazan var, hamam var, nal var, keçi var, koç var, mahalle var. Ama içinde “köy” geçen bir ilçe yok. Bu ilçeleri, imparatorluk dönemindeki Ankara Sancağı’nın kazalarıyla ve bazı kazaların değiştirilmeden önceki adlarıyla düşününce de asilik var, yabanlık var, ama yine köy yok. Çok zorlarsak ağıl’dan “köy” çağrışımı yapabiliriz. Çıkınağıl’ın baraj suları altında kalmasını ve ona talihsiz isimler konulmasının hikayesini başka bir yazıya ayırmak gerekir.
Sözü İstanbul’a getirip, siz değerli okuyucuları bunaltmak istemem. İstanbul’da üç yer adından biri köy ile bitiyor. Bazıları hala gerçekten köy. Ama yine de kimse, İstanbul için köy göndermesi yapmıyor. Yalandan kurgu olarak bile, dilleri bile sürçmüyor, çünkü yakışmıyor. Çünkü İstanbul bir payitaht.
Ankara’ya kim köy demiş ve neden bu ifade çok beğenilerek bugünlere kadar gelmiş? Ben, bir yandan bu sorunun yanıtını düşünürken, bir yandan da okul kütüphanelerinden sadece akademik çalışmalarımda kullandığım, sayfalarının fotoğrafını çektiğim bazı kitapları satın almaya başlamıştım. Bunlardan biri de Ahmet Şerif’in Anadolu’da Tanin adlı eseriydi.[1] Hem yüksek lisans tezimde hem de doktora tezimi hazırlarken bu kitaptan yararlandım. Ahmet Şerif’in gözlemleri bazen gözümü açtı, bazen de Cumhuriyete kalan mirası anlamama yardım etti. Halen 1999 yılında yapılan baskısının satıldığını görmek hayal kırıklığı yarattı. Hakkı teslim edilmeyen kitaplardan biri.
Ahmet Şerif bir gazetecidir. 1908 yılının 10 Temmuz’unda Hürriyet geri alındıktan sonra, Anadolu’yu gezmeye başlar. Gezi notlarında; Anadolu’daki terk edilmişliğin, durağanlığın ve değişimin her ayrıntısını gözler önüne serer. Köy kahvesine oturur, şikayetleri dinler; mahkeme takip eder, duruşmalara katılır; okulları dolaşır, derse girer. Haritada yerini bulamayacağımız kaza merkezlerindeki devlet binalarında hizmetin nasıl üretildiğini gözlemler. Gittiği yerlerde İttihat ve Terakki’nin kulüp binalarını gezmeyi asla ihmal etmez. Trene biner, yürür, araba tutar, bekler. Okudukça sizi içine çeker ve oturduğunuz masanın başından 1909-1914 Anadolu’sunda seyahat etmeye başlarsınız. Ahmet Şerif gezdikçe siz de dertlenir, tasalanırsınız. Kitap sürprizlerle de doludur. Mesela Cavit Bey’in 21 Temmuz 1911’de Trabzon’da verdiği konferans sırasında Ahmet Şerif de oradadır. Gezi yazılarının içinde (sayfa 299-302) Cavit Bey’in verdiği nutkun tam metni de bulunur.
Elliden fazla yeri gezer. Bu yazıda bizi, gezdiği yerler arasında Ankara Vilayeti olması ilgilendiriyor. 70. sayfada Ankara’da dolaşırken, “Konya’ya gittiğimde, hayatın işleyiş derecesine bakarak, ‘büyük bir köy’ demiştim. Fakat, Ankara bu sıfata daha layıktır. Şehirde, hayatla ilgili çalışma altı-yedi saatin içine sığar. Saat birden sonra (17.30-18.00 arası), sokaklarda çarşılarda kimseye rastlanmıyor. Sabahları dükkanlar pek geç açılıyor, akşam ezanında ise hepsi kapanıyor.” Bu ifadelerin yer aldığı mektup, 13 Kasım 1909’da Ankara’dan gönderilerek Tanin Gazetesi’nde yayımlanır. Ankara’ya köy göndermesinin başladığı yer burası. Kitapları satın almanın hikmeti de burada. Ben de kitabı satın alıp, masanın üzerinde satır satır okumaya başlamasaydım, bu detayı fark edemeyecektim.
Ankara’nın sıfatına köylüğü yakıştıran, benim karşıma çıkan en erken tarihli metin Tanin Gazetesi’nde çıkan bu mektup oldu. Başka araştırmacılar daha eskisini bulana kadar, tarihlemeyi bu metne yapabiliriz. İstanbul’da yaşayan bir gazetecinin gözünden önce Konya’ya, sonra da Ankara yakıştırılmış -bir sıfat olarak. Konya ve Ankara’nın aynı cümle içinde yer aldığı metinlere pek alışkın değiliz. Bu iki şehir arasında büyük bir soğukluk vardır. Bunun nedenlerinden biri de demiryoludur. Tarihi Berlin-Bağdat Hattı’nın İstanbul’dan başlayan kısmının önce Ankara üzerinden Bağdat’a gitmesine karar verilir. Ankara’ya demiryolu gelir ama hat Ankara’da durur, ilerlemez. Berlin-Bağdat Hattı’nın güzergahı değiştirilir ve hattın Eskişehir üzerinden Konya’ya ve Konya üzerinden Bağdat’a gitmesine karar verilir. Ankara İstasyonu bozkırın ortasında yalnız bir son durak olarak kalır. Bugün nüfus istatistiklerine baktığınızda Ankara’nın çevresindeki illerden en az göçü Konya’dan aldığı görülür. İki şehir arasında 1890’lardan başlayan soğukluk, daha sonra devam etmek için çokça nedenler bulur kendine.
Yazının konusuna geri dönecek olursak, Ahmet Şerif Berlin-Bağdat Hattı’nın iki önemli durağı olan Konya ve Ankara’yı görünce şaşırmıştır. Çünkü iki şehir hakkında da demiryolunun güzergahı olmaları nedeniyle, daha şehirleri görmeden olumlu kanaat sahibi olmalıdır. Ankara tarihi güzellemelerini yazının başında yapmıştım. Konya tarihi için de güzel sözler söyleyebiliriz. İstanbul Osmanlı için ne ifade ediyorsa, Konya da Selçuklular için odur. Bizans döneminde adının yaptığı çağrışımdan Hristiyanlık açısından dinler tarihinde de oldukça önemli bir yeri vardır. Ahmet Şerif’in Ankara ve Konya’yı tarih kitaplarından okuduktan sonra, beklentisi epey yükselmiş olmalıdır. Konya’ya şaşırmış ve köye benzetmiştir. Sonra Ankara’yı görünce daha çok şaşırmış ve Ankara’yı da köye benzetmiştir. Hatta Konya’dan daha çok köye benziyor, demeyi ihmal etmemiştir. Velhasıl, Ahmet Şerif’in Kasım ayında sonbahar tembelliği içinde yaptığı Ankara gözlemi, Ankara’ya pahalıya patlamıştır.
[1] Kitabın 1326 tarihli özgün hali İBB Kütüphaneleri kataloğundan PDF olarak indirilebiliyor. Basılı kitabı almak isteyenler için: https://emagaza-ttk.ayk.gov.tr/detay/55/anadoluda-tanin-i-ii-takim-1999
Görseller: İBB Atatürk Kitaplığı