Bodrum’da evler aspirin kadardır. Yalıtımları yoktur. Küçük odalı, bol helalıdır. Küçücük odalarda çok sayıda insan yatar ve habire duş alır. O yüzden yaz kış oturmaya uygun düzgün evler pahalıdır. Çünkü azdır. Bu evler pahalı olunca o derme çatma mezarlık benzeri site evleri de dönüp o pahalı evleri ölçü alır kendilerine. Hop, bütün emlak pahalı oluverir.
Biz böyle bir ortamdan sonra Ankara’da ev arayınca epey şaşkınlık yaşadık tabii. Önce “Biraz büyük bir ev istiyoruz,” dedik. 500 m2’lik ve daha büyük evler göstermeye başladılar. Dedik, dalga mı geçiyorsunuz birbirimizi kaybederiz. Dediler “e büyük dediniz”. Biz Bodrum büyüğü ile Ankara büyüğü arasındaki farkı böylece anlamış bulunduk.
Velhasıl kısa bir tur sonrasında istediğimiz evi bulduk. Aslında istediğimiz dört tane ev bulduk. En içimize sineni maddi verilere göre değil, hissiyat verilerimize göre seçtik. Ev sahibemiz çok tatlı birisi. Hal böyle olunca dört kişilik oy sandığımızdan oy birliğiyle tuttuğumuz ev çıktı. (Ev sahibi önemli. İyice yaşlanayım ev sahiplerimle anılarımı yazacağım; iletişim fakültelerinde ders kitabı olacak bakın görün.)
Ev tut. Kamyon tut. Emlakçıya öde. Boyacıya öde. Eksik eşya tamamlamaya kalkış. Bir hafifledik şapkanız uçar. Kolay taşınırız artık. Bu arada siz bir sonraki yazıyı okurken muhtemelen bizler de naçiz vücutlarımızı eşyalarımızla beraber taşıyor olacağız. O kadar yakın yani.
…
Bu hafta size bir de Ankara ile ilgili en merak ettiğim şeyden; eğlence hayatının durumundan bahsedeceğim. Merak ediyorum madem, nasıl bahsedeceğim değil mi? Değil. Benim de kendime göre fikirlerim var.
Ankara ileri geri gelenlerinden Murat Meriç ve Ankara yerinde duranlarından Alper Fidaner vardır. En az birisinin adını duymuş olmalısınız. Bir Michael Jackson değiller. Ama bir Umut Şumnu da değiller. Tanınıyor, biliniyorlar. Ben hayatımda bu ikisinin partilerinde eğlendiğim kadar hiçbir yerde eğlenmedim.
Üstelik çaldıkları şarkılar elektriğin filan yeni bulunduğu yıllara ait, tesadüfen yapılmış şeyler. Küçük bir kısmı güzeller, tamam. Ama ben caz ve belgeselle dolu evimde hür irademle o şarkıları o pikaba (böylece plak dinlediğimi de belli etmiş oldum) koymam. Zaten koyamam da. Murat’ın benim oğlanlara hediye edip kaçtığı birkaç plak dışında öyle plaklar bulunmaz bende. Streaming sitelerinden gizli gizli dinlediğimi de zannetmiyorum.
Yaptıkları müzikle kurduğum bu seviyeli ilişkiye rağmen yaptıkları partilerde bir o kadar eğlenirdim. O kadar dans eder, herkesi de öyle bir dans ettirirdim ki millet mekan beni parayla tuttu zannederdi.
Alper’le Murat her şeye efsane (ve tabii yine Ankara) Radyo Arkadaş’ta plak sesinden esinle isimlendirdikleri “Çıtır Çıtır” programıyla başladılar. O zaman farkında değildik şimdi bakıyorum, kendileri de çıtır çıtırmış. Sonra partilere başladılar. Uzun beraberlikleri boyunca adlarını pankartlara yazdıracak, nefis TV programları yapacak kadar büyüttüler işleri. Boşandıktan sonra da bağımsız bireyler olarak insanları (ve elbette beni) hoplatmaya zıplatmaya devam ettiler, var olsunlar.
Murat, Ankara’nın ileri geri gelenlerindendir. Önemli bir Ankaralıdır; yazılar yazmış, dergiler dermiş, konuşmalar konuşmuş, Ankara hayatı üzerine yaklaşımlar yaklaşmıştır. Ama Ankara geri gelenlerindendir bir yandan da. Çünkü habire geri gelir. Kapıdan kovarsın bacadan gelir. Gitmiş gibi yapar bir bakarsın Tunalı’da bir yerlerde bira içiyordur. Biraz uzak durur sonra bakarsın Beşevler’de ev tutmuş. Murat bugün Çanakkale’de oturuyor, İstanbul’da ayakta duruyor, Ankara’da esniyor, geriniyor.
Alper Ankara’nın yerinde duranlarındandır. Kendisi önemli bir Ankaralıdır. Çok komiktir. Güzel yazı yazar. Ama bunu bir B planı olarak sakladığı için resmi olarak yazmaya başlamamıştır. Ek olarak partici ve cadı fotoğrafçısıdır. Siyah beyaz mı renkli mi anlayamadığım fotoğraflar çeker. Vaktinde (20-25 sene önce) Orhan Pamuk’un “Türkiye’nin yeni kuşak Ara Güler’i” demişliği vardır. Ben duyanların yalancısıyım. Alper’in duran olmasının sebebi de çok basittir. Alper durur. Kımıldamaya karşıdır. Bunu içine sığmayı başardığı bir fotoğrafına bakarak teyit edebilirsiniz. Duran bir parti adamı ne acayip değil mi? Alper çok acayip birisidir zaten.
Geçen bana DM’den yürümüş: “Ben o işi anlamadım. Ankara’ya taşınıyorum dedin Çayyolu çıktı. Çocuklara biraz Ankara bulaşsa, bi’ koklasalar pek hoş olurdu.” Ne diyeyim, “Sen bize gelirsin arada kokusu sinmiştir üzerine,” dedim. Ama Alper Ayrancı’dan çıkacak, bununla yetinmeyip Eskişehir yolu üzerinden Çayyolu’nu bulacak. Nükte yaptım tabii. Sıradan insan için Laponya neyse Alper için de Çayyolu o. Alper için Laponya’nın sıradan insandaki karşılığı Jüpiter olabilir mesela.
Çayyolu milliyetçisi Yerhan ile Ayrancı milliyetçisi Alper’in müşterek partileri olay olurdu asıl.
Velhasıl Alper’in partileri Alerta’da sürüyor. Cepte. Arada bir Murat da sağda solda parti halinde. Cepte. Amelie’s var, süper yer, Eylemgillerin, cepte. Murat’ın orası var, 21. Anason, Ruhi Bey; gördüğünüz gibi epey yer biliyorum.
21 Murat’ı anlatmadan geçemeyeceğim. Çok süper mekan. Vallahi vicdan azabından demiyorum. Şöyle ki… Bu 21’i işleten Murat motosiklet tamircisiydi eskiden, siz bilmezsiniz. Çok da süper motorcuydu. Çok fiyakalı motorlara binerdi ve tamir ederdi (Hala biniyor ama tamir etmiyor). Ve maalesef benimle arkadaş olmak kadersizliği onu batağa sürüklemişti. O fiyakalı motorların yanına bozuldukça benim 125’lik iki zamanlı külüstür Minsk’i sokuştururdum. Kırmızı Ferrari’nin yanındaki bordo Kartal gibi dururdu benim iki tekerli. Hayvan sevgisi işte, çok uğraşmışlığı vardır benim motorla garibimin.
…
Bunlar ceptekiler. Bir de tükenmişler var. Her biri ayrı efsane El Toro, Ferişira, Delos, Pizza Tek, A, Grafitti, PM, Nostalji, YeYe, Gece, Blues, Nicky’s, Tenedos, Roadhouse…
Dünkü çocuk Gölge bile kapanmış. Çubuk Şarabı Sevenler Derneği ve Yaprak Sokak’taki Huzuru ve Sakinliği Sevenler Derneği konularını hiç açmayayım.
Büyük Ekspres, Kıtır ve Manhattan kalmışlar ama ne durumdalar acaba? Manhattan sahip değiştirmiş zaten. Nitekim ilk sahibi Taner abi burada, Bodrum’da yaşıyor. Büyük Express’in karşılıklı helaları vardı, Zeliha ile Züleyha; çok pis kokarlardı, kim bilir ne yapıyorlar?
Pizza Tek’te, YeYe Piknik’te, Trio’da demimizi alır, A’ya takılır, F34’e girenleri küçümserdik. F34’e gidenler bizim zaten hamamböceği olduğumuzu filan düşünürdü sanırım. Onların paraları vardı nitekim.
En güzel isimli barlardan PM ve en kötü isimli barlardan Nostalji, Cinnah’ta yan yanalardı. İkisi de güzel yerlerdi. PM Mehmet abi de, Nostalji Naşide (Göktürk) de yaşamıyor maalesef artık. Mehmet abiyi üç beş sene önce Gümüşlük’te gördüm. Hala ağzında Maltepe sigarası, baygın gözlerle bakıyordu. O şekil 150 yaşına kadar yaşayacak gibi duruyordu ama öyle olmadı maalesef.
Şunu da söylemeliyim. Süleyman Bağcıoğlu o zaman da çalardı. O zaman da mükemmel çalardı. Hep efsaneydi. Aynı böyleydi.
Sanırım Süleyman hep vardı, Ankara’yı onun üzerine yaptılar.
Rahmetli Gürbüz’e de bir selamı eksik etmeyelim tabii bu arada.
Bunlar tadımlık olsun. Söz, bir ara eğlence hayatını yazarım. Ezgi Türkü Cafe’nin nasıl heavy metal merkezi olduğunu, Nihat Genç’e Manhattan’da DJ kabininde yaptığım sosyoloji şovunu filan anlatırım. (Nihat abi o vakitler gülümseyebiliyordu. Başka birisiydi.)
…
İçine girebildiğim vakit daha güzel anlayabileceğim. Ama görebildiğim kadarıyla her şey daha güzel olmuş.
Ben Ankara’dayken kimse sözleşmezdi. Gima’da, YKM’de buluşulurdu filan tabii. Ama bu bir yere gitmek, alışveriş, gezmek, akraba ziyareti filan içindi. Bir mekana sözleşerek gidilmezdi.
Kimi görmek istiyorsan onun takıldığı mekana giderdin. Bu kadar basitti. Şairler, dergiciler Engürü’de… Önce bale-tiyatro takımı sonra rock işleri bakanlığı Pizza Tek’te. Tolga’lar Express’te filan falan. Mahalle kafası. Sanırım hala öyle.
Bir kere mekan sayısı da çok artmış. Ayrancı, Bahçeli filan üçüncü nesil kahveci dolmuş. İçleri cıvıl cıvıl. Mekan önlerinde selamlaşarak yürüyenler. İçeride birbirini tanıyan masalar filan.
Güzel şeyler bunlar.
Ankara’ya Dönüş Günlüğü 4: Mesafeler, Yekta Kopan ve görkemli basketbol kariyerim