Haydan gelip huya giden bir huysuz şair vardı. Belkim yedi belkim sekiz belaydı. Belkim de bir kertenkeleydi: Kurbağa yarışlarında annesinin en hızlı yeşili. Ama hayatta en çok babasını sevdi.
“Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici — hep, hepp acele işi! —
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.”
Diye yazdı babasının ardından. Henüz 6 yaşındaydı babası Türk Dil Kurumu’nda etimoloji kolunun başına getirildiğinde; 9 yaşındayken, babası milletvekili olup meclise girmişti. Şair, 12 yaşında hasta olduğunda sevinçten uçuyordu. Çünkü babası, çağın en güzel gözlü maarif vekili olmuş ve şehir şehir dolaşmaya başlamıştı ülkeyi; yalnızca şairin ateşi 40’ı geçtiğinde geliyordu İstanbul’a.
İnönü, Atatürk’ten sonra da köyde eğitim projesini sürdürmeye kararlıydı ve cumhurbaşkanı seçildiğinde Millî Eğitim Bakanlığı için sadece onun ismini düşünmüştü. O, hayatını eğitime adamış bir felsefe öğretmeniydi. Dünya klasiklerinin çevrilmesi için bir tercüme bürosu kurdurmuş ve yüzlerce eserin Türkçeye kazandırılmasını sağlamıştı. Bakanlık görevi teklif edildiğinde bir an bile düşünmeden teklifi kabul etti.
Geleceğin huysuz şairi olacak olan küçük Can’ı canından çok sevse de daha az görüyordu artık Hasan Âli Yücel. Gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu. Bir yasa tasarısıyla, ülkeyi tarım koşullarına göre her biri 3-4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırdı. Her bölgeye birer Köy Enstitüsü kurulacaktı. Yücel, omuz omuza çalışacağı yol arkadaşını -İsmail Hakkı Tonguç- çoktan belirlemişti.
Hasanoğlan’da Bir Vaha Yeşeriyor
Eğitim hamlesi başlayacağı sırada Avrupa’da savaş patlak vermiş ve Nazilerin ayak sesleri Balkanlar’dan Trakya’ya doğru çınlamaya başlamıştı. Hükûmet, Trakya’nın boşaltılmasına karar verdi. Göçecekler arasında Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün 266 öğrencisi de vardı.
Trakya çocukları 1941 Nisan’ında Lüleburgaz’dan trene bindiler, gittikleri yer başkentti. Trenden indikten sonra yürüyerek Ankara’ya 35 kilometre uzaklıktaki Hasanoğlan köyüne geldiler. Bu uçsuz bucaksız bozkırda bir vaha yeşerteceklerdi. Temel atma törenine, daha önce kurulan 14 Köy Enstitüsü’nden öğrenciler geldi ve 1 Temmuz günü Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün temeli atıldı.
Yüzlerce öğrenci, hocalarıyla el ele verip inanılmaz bir işin altına girdiler. Önce yan yana dizilip kilometrelerce uzanan bir insan hattı üzerinde elden ele taş taşıdılar, harç kardılar, tuğla dizdiler. Bu eşsiz dayanışma kısa sürede sonuç verdi: Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 6 ay gibi kısa bir sürede 20 bina bitmişti.
Vaha yeşermeye başlamıştı. Milli Şef, “Köy Enstitüleri’ni cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi saydığını” kendi el yazısıyla belirtmişti. Hasanoğlan’da öğrenciler her sabah güne halk oyunları oynayarak merhaba diyorlardı. Sabah yedi buçuktan sonra da okuma saati başlıyordu. Kocaman bir kütüphane oluşturuluyordu. Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu ve her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik okumak zorundaydı. Öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. Hatta bağlama dersini kimi zaman Enstitüleri birer birer gezen Âşık Veysel veriyordu.
Türkiye’nin geleceğine damgasını vuracak bir köylü aydınlar kuşağı yetişiyordu. Anadolu bin yıllık uykusundan uyanmaya başlamıştı. Okuma saatinin ardından eğitim başlıyordu. Eğitimin yarısı normal orta öğretim derslerinden oluşuyordu. Yarısını da tarım dersleri kapsıyordu. Tarım saati geldiğinde öğrenciler kazmaları kürekleri sırtlayıp Enstitünün tarlalarına gidiyorlar ve modern zirai teknikleri öğreniyorlardı. Üstelik bu gerçek anlamda “verimli” bir ders oluyor, ekilen tarlaların mahsulü, daha sonra sofralarda yiyecek olarak değerlendiriliyordu. Enstitüler; zirai teknikleri ve kooperatifçiliği bilen, yapı işlerini beceren, hayvancılıkta en iyi verimi alan aydın öncüler hazırlıyordu.
Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı’nda bütün faaliyetler İsmail Hakkı Tonguç tarafından yönetiliyordu. O, öğrencilerin “Tonguç Baba”sıydı. Tonguç, Enstitülerin nasıl yönetilmesi gerektiğini, sorunların nasıl çözülebileceğini bütün Enstitülere gönderdiği genelgelerle açıklıyordu.
O günlerde Hasanoğlan’da öğrenci olan Talip Apaydın’ın belirttiği üzere, genelgelerden birinde, “Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz. Kötü söz söyleyemez. Küfredemez.” diyordu. Bu durum ilk tedirginliği yarattı ve Köy Enstitüleri çeşitli yönlerden eleştirilmeye başlandı. En yaygın eleştiri konularından biri, kızlarla erkeklerin yatılı Enstitüde birlikte eğitim yapmalarıydı. Kız öğrencilerle erkeklerin aynı kampüs içinde kalıyor olmaları söylentilere yol açıyordu.
Türkiye’nin Medarıiftiharı
1942 yılı geldiğinde, Köy Enstitüleri ilk mezunlarını verdi. Enstitüler, bütün ülkeye köy öğretmeni yetiştirmeye başlamıştı. Ancak yetiştirilen köy öğretmenlerini eğitecek öğretmen bulunamaz olmuştu. Bunun üzerine Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Sadece köylü çocuklarının gideceği okul Türkiye’nin ilk “köy üniversitesi” olacaktı.
Köy Enstitüleri’ni bitiren öğrencilerin en iyileri, merkezi bir sınavla seçilmiş ve Hasanoğlan’a çağrılmıştı. 1943 yılıydı. Köy çocukları, üniversitelerini de kendileri inşa etti. 5 yıllık Enstitüyü bitirip öğretmenliğe hak kazanan öğrenciler, sınavı kazanırlarsa, Enstitülere öğretmen olmak üzere eğitim görüyorlardı. Yüksek Enstitüyü bitirebilmek için akademik bir araştırma yapmaları gerekiyordu. Öğrenciler, Hasanoğlan’da kendi kurdukları bir matbaada Köy Enstitüleri adıyla yılda 4 defa yayımlanan bir dergi çıkarmaya başlamışlardı. 8 sayı yayımlanabilen dergi, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran ve Mahmut Makal’ın ilk eserlerini sergiledikleri yer olacaktı. Ancak Hasanoğlan, asıl şöhretini sanat eğitimiyle yaptı. Güzel Sanatlar içinde resim, müzik, heykeltıraşlık, tiyatro eğitimi veriliyordu. Her öğrenci bir müzik aletini çalmayı öğrenmek zorundaydı. Sanat derslerine Ankara Konservatuarı’nın en iyi hocaları geliyordu. Batı edebiyatı derslerini Sabahattin Eyüboğlu, müzik derslerini Aydın Gün, Veysel Arseven ve Ruhi Su veriyordu. Enstitülüler, Ankara’ya gidip İsmet İnönü ile beraber İdil Biret, Suna Kan gibi harika çocukların klasik müzik konserlerini dinliyorlardı.
Talip Apaydın’a kulak verelim:
“Sabahattin Eyüboğlu’nun okuttuğu Batı Edebiyatı dersimizi bir örnek olarak getireyim. Taa başlangıçtan bu yana büyük yazarların, düşünürlerin iyi seçilmiş bir metnini çoğaltır, birkaç gün önceden hepimize dağıtırdı. O metni tekrar tekrar okurduk. İlginç yerlerini, dünya görüşünü, o dönemin edebiyat anlayışını bulur çıkarırdık. Ders tartışmalı bir şölen haline gelirdi. Sabahattin Bey fazla konuşmaz, güler yüzle herkesi dinler, dersi asıl hedefe doğru yönlendirirdi. Ahh! Liselerde, üniversitelerde edebiyat bu biçimde yapılabilse. Ne kadar yararlı olurdu, nasıl etkilenirdik. Sokrat’ın, Sofokles’in, Jan Jak Ruso’nun, Tolstoy’un, Volter’in, Montaigne’nin metinlerindeki bazı cümleler hala belleğimdedir, bana hala yol gösterirler.”
Hasanoğlan Ankara’nın en gözde okullarından birisi olmuştu. Her gün konuklar gelir, gezerlerdi. Yurt dışından önemli bir konuk gelmişse Hasanoğlan’a getirilirdi. Köy Enstitüleri eğitim sistemi devletin övüncü olmuştu. Her 17 Nisan’da büyük bir bayram töreni düzenlenir ve bu tören Ankara’dan, civar köylerden gelen binlerce insanın önünde kutlanırdı. Açık hava tiyatrosunda oyunlar oynanır, konserler verilirdi. Başta cumhurbaşkanı, bakanlar, önemli kişiler öğrencilerin başarılarını kutlardı.
Hasanoğlan’ın bahçelerinde Klasik Yunan heykellerinin kopyaları da vardı. Okul, şan dersi alan öğrencilerin sesleriyle çınlıyordu. Enstitünün hemen yanı başına bir açık hava tiyatrosu inşa edilmişti. Bu, Anadolu’da binlerce yıl sonra kurulan ilk açık hava tiyatrosuydu.
Öğrenciler açılışta Sophokles’in Kral Oidipus trajedisini sergiledi. Köy çocukları Gogol, Moliere, Shakespeare oynuyor; köylüler izliyordu.
Enstitülerin ilk mezunlarından biri olan ve o dönemde Enstitülerde öğretmenlik yapan Sabri Kurt anlatıyor:
“Köy öğretmenliğinde en ilginç anım öğrencilerle hazırladığımız “Bizim Köy” temsilidir. Yüksek Köy Enstitüsü’nün çıkarttığı Köy Enstitüleri Dergisi’nin 1945 yılı Temmuz ayında çıkan sayısında Bizim Köy temsilini okumuş ve çok beğenmiştim. Temsil Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri tarafından hazırlanmıştı. Meydanda oynanıyordu. Köyün sığırtmacı, eşeğiyle kasabaya gidip gelen köylüsü, muhtarı köydeki basit olayları kasabada gördüklerini, yöneticilerden çektiklerini konuşuyor, tartışıyordu. Köy meydanında oynanan bu temsil beğeniyle izlendi. Köylü ilk kez böyle bir temsil izlemişti. Temsilde rol alanlar da kendi çocuklarıydı. Komşu köylerden Kızılcasöğüt köyünde Başöğretmen Savaştepe’den sınıf arkadaşım Ahmet Özbek’ti, Kabaklar köyünde de Çifteler çıkışlı Ali Çetin Başöğretmendi. Kendi köylerinde de bu temsili vermemizi istediler. Topluca yaya gidip geldik ve okulca o köylere konuk olduk. Her iki köyde de kazanlarla yemekler pişirdiler ve temsilden sonra köylüler bizleri ağırladılar. Yaya olarak da uğurladılar. Köyler ve öğrenciler arasında da böyle bir dostluk kurmuş olduk.”
O günlerde Hasanoğlan’ı ziyaret eden Bedri Rahmi Eyüboğlu ise şunları söyleyecekti:
“Ben öğrenme sevincinin ne demek olduğunu Köy Enstitülerinde gördüm. Bir gün Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Okulun kocabaş hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş. Elinde bir kitap vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduklarını nasıl kavradıklarını da ertesi günü oynadıkları piyeste gördük. Ben ömrümde bu kadar güzel tiyatro seyretmedim.”
Cumhurbaşkanı İnönü, 1943 Eylül’ünde Hasanoğlan Yüksek Enstitüsü’nü ziyaret etti. Kısa zamanda ortaya çıkarılan eseri görünce çok etkilendi. İşte o seferberlikte Hasanoğlan’a bir de tren istasyonu yapılmasına karar verildi. Bu istasyon, Hasanoğlan’ı Ankara’ya biraz daha yakınlaştıracak ve kentli aydınların Köy Enstitülüler ile buluşmalarını kolaylaştıracaktı.
Çanlar Hasanoğlan İçin Çalıyor
Ama bir yandan da Enstitüler için yapılan eleştiriler gittikçe artıyordu ve Şubat 1945’te Hasanoğlan’a gelen bir ziyaretçi, sonun başlangıcını hazırladı: O isim Sabahattin Ali’ydi.
Sabahattin Ali’nin Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerine, Enstitülerde yetişen öğretmenler için söylediklerini Yüksek Köy Enstitülü İhsan Güvenç aktarıyor:
“Okulumuza gelmişti Sabahattin Ali, söyleşiyorduk, Dağlar ve Rüzgâr şiirinde şöyle iki dize vardır:
“Zaman zaman mağlup olsam bile etime
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime”
Arkadaşımız Musa Çınar, Sabahattin Ali’ye sordu: “Hâlâ insan olmak dokunuyor mu haysiyetinize?” diye. Sabahattin Ali: “Yok” dedi. “Sizin gibi böyle memleketin derdiyle sorunuyla ilgilenen gençleri gördükçe artık insan olmak haysiyetime dokunmuyor.”
Sabahattin Ali, ilerici fikirleri nedeniyle mahkûm olmuş ve sonra afla salıverilmiş sol görüşleriyle bilinen bir yazardı. Böyle birinin Hasanoğlan’a gelip öğrencilerle sohbet etmesi Enstitüde cadı kazanlarının kaynamasına yol açtı. Zaten bir süredir bu okulların tamamen solcuların eline geçtiği eleştirileri alıp yürümüş, bazı öğrenciler polis takibine alınmıştı.
Hasanoğlan, içten içe kaynamaya başlamıştı. Enstitülerde sağ-sol çatışmaları alevlendirilmeye çalışılıyordu. Gerginlik büyüyünce konu İsmail Hakkı Tonguç’a iletildi. Tonguç hemen Hasanoğlan’a gelip öğrencileri uyardı: “Ateşle oynuyorsunuz, kendi kurduğunuz binanın temelini oyuyorsunuz.” dedi. Yaklaşan tehlikenin ilk sinyalini orada verdi: “Yapılamaz sanıyorsunuz ama bir gün bu enstitüleri kapatırlar. Aklınızı başınıza toplayın.”
Hasanoğlan’ı sarsan gerginlik aslında ülke çapında hissedilir olmuştu. Savaş bitmiş ve “Milli Şef” rejiminin değişme zamanı gelmişti. İnönü 1945’in meclis açılış nutkunda, demokrasiye geçiş sözü verdi. Yukarıdan dayatılan demokrasinin ilk hedefi Köy Enstitüleri oldu. İnönü’nün tahmin ettiği gibi savaş bitince konu hemen gündeme geldi. Üstelik mecliste, muhalefet ilk çıkışını bu konuyla yaptı. 1945 Mayıs’ında Emin Sazak, “Köylere verilen enstitü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettiklerini” söyledi. Hasan Âli Yücel, “Bu çocukların birer Atatürk olması temenni edilir,” dedi ve sözü büyük toprak sahibi Emin Sazak’a getirdi: “Emin Sazak arkadaşım, oturduğu yerden iç çekebilir; çünkü feodal sistemle idare edilmek isteyenler, ilköğretim davasını istemezler.”
O günlerde Hasanoğlan’da öğrenci olan Pakize Türkoğlu anlatıyor:
Sosyoloji öğretmenimiz Dr. İbrahim Yasa Amerika’dan yeni gelmişti. Enstitüde yatılı kalırdı. Derslerinde ve ders dışında bize sosyal konuları, olguları tartıştırır, açıklamalar yapardı. “Gecekondu” dersini hiç unutmuyorum. Bir gün bizi Ankara’ya götürdü. Mamak’ta trenden inip yamaca tırmandık. O yıllarda oralar bomboş, kır. Yamacın yüksek bir yerinde toprağa oturduk. Önümüzde bekçi kulübesine benzer iki ıslak ve küçük yapı vardı. Küçücük pencerelerine basma perde asılmıştı. Birer küçük tenekeye de sardunya çiçeği dikilip konulmuştu. “Bunlara gecekondu denir.” diye anlattı Dr. Yasa. Hazine arazisi olduğu için gece kaçak yapıldığını, böyle perde çiçek filan koyulunca yıkılamayacağını anlattı. Tüm Ankara’yı dolaştığını, çok derme çatma ev olduğunu, ama hiçbirinin gecekondu olmadığını Ankara’da şu anda sadece o iki gecekondu olduğunu söyledi. Amerika’da bunlardan çok olduğunu, bizde de çoğalırsa “kentleşme ve sosyal gelişmede bozulmalar yaşanacağı” gibi açıklamalar yaptı.”
Enstitüler her alanda dokunuyordu öğrencilerin hayatına.
Ve Sonra Hiçbir Şey Kalmadı
1946 yılında Türkiye çok partili demokrasiyi deneyecekti ve CHP’den ayrılanların kurduğu Demokrat Parti, iktidar adayıydı. Enstitülere yönelik komünistlik suçlamaları alıp yürümüştü ve bu suçlamaların seçimde CHP’ye oy kaybettireceği ortadaydı.
İnönü, gelen haberlerden, bu iddiaların tamamen yersiz olmadığı kanısına vardı. Seçimlere 3 ay kalmış ve söylentiler her tarafa yayılmıştı. Bir yanda ömür boyu korumaya söz verdiği Enstitüler vardı, diğer yanda kendisine seçim kaybettirecek komünistlik iddiaları. Hayatının en zor kararlarından birini vermek zorundaydı. Düşündü, taşındı ve sonunda doğru bildiğini seçti: Enstitülerden vazgeçti.
Türkiye tarihinin ilk çok partili seçimi sonrasında kabineyi kurma görevi Recep Peker’e verildi. Millî Eğitim Bakanlığı, politik olarak yıprandığına inanılan Hasan Ali Yücel’in elinden alındı. O gün Köy Enstitüleri projesi fiilen bitti.
Hükûmet programı radyoda okunurken İsmail Hakkı Tonguç Hasanoğlan’a gelip programı Enstitülerle birlikte dinlemek istemişti. Radyoda sıra milli eğitim bölümüne gelince, “Köy Enstitüleri’nin daha milli bir çizgiye sokulacağı” söylendi. Bu cümle, yakında kopacak fırtınanın habercisiydi. Bundan sonrası Köy Enstitülüler için acı olacaktı.
Hasanoğlanlı Dursun Kut anlatıyor:
“Hasanoğlan demiryolu durağından Yüksek Köy Enstitüsü’ne giden yolun başında, Heykeltıraş Nusret Suman’ın devasa bir yontusu vardı. Bir elinde tohum çanağı bir eliyle de bozkıra tohum saçıyordu. Köy enstitülerini simgeleyen bir yapıttı. Bir sabah uyandık gördük ki, bu devasa yontu kırılmış. Biz Güzel Sanatlar Bölümü öğrencileri ile birlikte birçok öğrenci arkadaşımız da üzülmüştü. Bir süre sonra öğrendik ki, yontuyu kıranlar; kandırılıp yönlendirilmiş bazı öğrencilermiş.”
İktidarın vurdumduymazlığından yararlanan gericiler daha da azgınlaşarak, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü basmış, çeviri kitapları da yerle bir etmişlerdi.
O günlerde emniyete imzasız bir ihbar mektubu geldi. Mektupta Hasanoğlan’ın komünist yuvası haline geldiği öne sürülüyordu. Bu ihbar mektubu beklenen kanıttı. Hemen bir soruşturma başlatıldı ve soruşturma için Meclis Başkanı Kâzım Karabekir, Hasanoğlan’a geldi.
Artık karanlık bir yola girildiği belliydi. 21 Eylül 1946’da ismi Köy Enstitüleri’yle özdeşleşmiş İsmail Hakkı Tonguç da görevden alındı. 1947 sonunda Recep Peker hükûmeti, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü “benzer başka okullar olduğu gerekçesiyle” tamamen kapattı.
Hasan Âli Yücel, bakanlıktan alındıktan sonra parti içindeki gücünü hepten yitirdi. 1946 sonrası başlayan solcu avı süresince, komünistlik suçlamalarını göğüslemek üzere, 3 yıl boyunca mahkemelerde savaş verdi. Can Yücel’in şiirlerinde “Bilmezdi ki oturduğumuz semti” dediği insan, ömrünün kalan kısmını köşesine çekilip yazın alanında faaliyetlerine devam ederek geçirdi.
İsmail Hakkı Tonguç, Yücel’den sonra gelen tüm bakanlar tarafından oradan oraya sürüldü. Demokrat Parti döneminde bakanlık emrine alınarak 31 yıllık meslek yaşamına son verildi. İnönü’yü bir daha hiç görmedi. 1960 Haziran’ında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne yaptığı ziyaretten bir hafta sonra vefat etti.
CHP, Hasanoğlan’ı kapattıktan sonra, 1948’den itibaren, ilahiyat fakülteleriyle imam hatip kurslarının açılmasına izin verdi. Ancak buna rağmen 1950 seçimlerini kaybetti. İktidara gelen Demokrat Parti, 1953 yılında bütün Köy Enstitüleri’ni kapattı.
Solculuk bahanesiyle ve büyük toprak sahiplerinin baskısıyla, köyün aydınlanmasının önü kesildi. 17 bin 341 köy öğretmeni yetiştiren ve köylüyü yönetime ortak etmeyi amaçlayan Köy Enstitüleri’nin 13 yıllık koşusu böylece sona erdi.
Sadece o huysuz şairin değil Köy Enstitüleri’nin ve çöldeki bir vaha olan bu eğitim sisteminin de babasıydı Hasan Âli Yücel.
Can Yücel’in dizeleriyle bitirelim:
“En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.”
*Murat Uyurkulak’ın Tol romanına atıfta bulunulmuştur.
Kaynakça
[1] Can Dündar – Köy Enstitüleri
[2] Can Yücel – Bir Siyasinin Şiirleri
[3] Erdal Atıcı – Anadolu’da Aydınlanma Ateşini Yakanlar
[4] Engin Tonguç – Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç
[5] Mimarlık Dergisi – Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsü Yerleşkesi