Getting your Trinity Audio player ready...
|
Fotoğrafın yazılmayan tozlu tarihine baktığımızda dünyanın birçok yerinden birbiriyle dayanışan kadın fotoğrafçı kolektifi örnekleri görüyoruz. 1970’lerde kadınların ev içi emeğini görünür kılmayı amaçlayan Hackney Flashers Collective’den, 2017’de Fransa’da oluşturulan ve tamamen kadınlardan oluşan La Part des femmes’e, oradan Latin Amerika’daki Foto Feminas’a. Coğrafya değişse de kadınların beraber üretme ve “erkek olmadıkları” için yaşadıkları sorunlara yan yana durarak ve beraber çözüm getirme çabası değişmiyor. Girls to the front da tam bu sebeple Ankara’da müzik sahnesini kadın+ ve kuir fotoğrafçıların gözünden görmek ve bu bakışları bir araya getirerek ortak bir hafıza oluşturmayı hedefliyor.
“Arkada” kalan kadınlar öne
İlk buluşmasını, buluşmaya gelen bir sürü kadın+ ve kuir fotoğrafçıyla yapan kolektif, ismini Bikini Kill’in kadınları sahne önüne davet ettiği o kült konserden alıyor. Grup, hep “arkada” kalan kadınları öne davet ederken, kolektif de çağrısında vizörün arkasındaki kadınlara, müzik sahnelerinde, barlarda ve tüm diğer alanlarda öne gelme çağrısında bulunuyor. Şimdilik Ankara’da buluşmalar yapan ve sergi hazırlığında olan kolektif, Türkiye’nin çeşitli yerlerine yayılmayı hedefliyor.

Genel olarak kadın fotoğrafçıların ya da lubunyaların üretim alanlarında varlık göstermesi, çoğu zaman sistematik şekilde görünmez kılınan bir mücadeleye dönüşüyor. Bu mücadele ve mücadelede yalnızlık, yalnızca bireysel değil; temsilin, dayanışmanın ve söz hakkının sınırlandığı yapısal bir yalnızlığa dönüşüyor.
Girls to the front’ta kendi üretim pratiklerimizden ve diğer kadın fotoğrafçılardan dinlediğimiz deneyimlerden biliyoruz ki erişim alanlarımız —projeler, belgeleme süreçleri, yayın mecraları, teknik destek— çoğu zaman erkek ilişkiler ağı tarafından belirleniyor. Alanlar daralıyor, görünürlük sınırlandırılıyor. Bu nedenle yalnızca üretimlerimizi değil, bu üretimlerin koşullarını da birlikte tartışmak ve görünür kılmak istiyoruz.
Son günlerde Türkiye’de birçok erkek fotoğrafçının ve diğer sanatsal üretim alanlarındaki cinsel sömürünün ifşa edilmesiyle açığa çıkan taciz ve istismar hikayeleri, bu baskıların bireysel değil sistematik olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Uzun süredir bilinen ama dile getirilemeyen bu deneyimlere karşı artık susmuyoruz. Girls to the front’tan Naz Yıldırım, Eda Er ve Büşra Yesir seslerini yükseltiyor.
Naz Yıldırım: “Normali buymuş gibi hissettik”
Son günlerde tanıdığımız, tanımadığımız, aa o öyle şey yapar mı dediğimiz birçok kişinin adını ifşa listelerinde gördük. İşin içine girdiğim andan beri o kadar çok şey gördüm duydum ki çok üzgünüm ama sanki normali buymuş gibi hissettirildik. Yazılan art niyetli mesajlara yok ya ben yanlış anlamışımdır, o zaten herkesle böyle diyerek sindirmek zorunda kaldığımızda aslında herkese yapılıyor olmasının bunu meşrulaştırmadığını, en önemlisi doğrulaştırmadığını öğrendik. Bizi huzursuz eden herhangi bir bakışın, bir temasın ve hissettirdiklerinin yine bizden kaynaklanmadığını, istemediğimiz bir şeye hayır dediğimizde bunun bizi “geri kafalı” yapmayacağını, daha az “cool” olmayacağımızı ve iş yapabilmek yer edinebilmek için kimseye boyun eğmek zorunda olmadığımızı da artık daha iyi biliyorum. Sektörde var olmaya, yer edinmeye çalışan ve çoğunlukla azınlıkta kalan bizlerin sesinin ne kadar gür çıkabildiğini duymak da bu sektör içinde bana ilk kez umutlu hissettirdi. Yalnız değiliz ve bunun için de hepinize teşekkür ediyorum.
Eda Er: “Estetik üretim tek başına yeterlilik ölçütü değil”
Sektörde estetik üretimin tek başına bir yeterlilik ölçütü olduğunu düşünen, etik sorumlulukları ve rıza ilişkisini bir kenara atıp bunlar üzerinden kariyer inşası kuran güçlü ve networkçü fotoğrafçılar/üreticiler… Güvenli alanlarda üretmenin, sağlıklı ilişkiler kurmanın büyük bir mücadeleye dayandığı bu sektörde sessiz kalmak, mevcut ilişkileri olağan akışında sürdürmek, sanatın arkasına gizlenmiş tacizcileri desteklemenin bir yolu aslında. Bu tacizi kamera arkasında süsleyip işleriniz ve ortaklığınıza eklemek de en korkunç yanı. Sektörde kendine bir alan açmak için çalışan ve bunu etik değerler içinde yapan tüm arkadaşlarım, bu alanda birlikte var olup, birlikte açacağız. Hiçbiriniz yalnız değilsiniz, hiçbirimiz yalnız değiliz.
Büşra Yesir: “Sanat adı altında cinsel istismar pratiği üreten erkeklerin sayısının ne kadar fazla olduğunu gördük”
Fotoğrafın anlatısını fotoğrafçı belirler. İfşalanan erkeklerin portfolyolarında görülenler hep aynıdır: çıplak kadın bedeni, kanlı kadın bedeni, fetişleştirilmiş kadın bedeni, kadın bedeni. Sistematik tacizin ne kadar kolay inşa edilebildiğini bu, net biçimde ortaya koyar. Lenslerinin kalitesi arttıkça sapıklıkları da artan bu erkek fotoğrafçılar, fotoğraf alanını cinsel istismar zemini haline getirirken; onların yükseldiği dönemde kadın+ ve kuir üreticiler dışarıda bırakıldı. Bu erkeklerin çokluğu şaşırtıcı değil; asıl mesele, fotoğrafını çektiği kişinin rızasını sürecin merkezine koyan etik fotoğrafçıların bunu en derinden hissetmesi ve neden onların seviyesine yükselemediğine dair stres edinmesidir.
Kadrajdaki bireyin beden bütünlüğüne saygı, para ya da etkileşimden daha öncelikli olmalıdır. Bunu dile getirmek bile aslında utanç vericidir. Ancak bugün, ifşa kültürünün en görünür dönemlerinden birindeyken rızayı hiçe sayarak sanat adı altında cinsel istismar pratiği üreten erkeklerin sayısının ne kadar fazla olduğunu gördük. “Proje” adı altında ürettikleri işler, aslında hastalıklı bir zihniyetin dışavurumudur. Erkek egemen olan, koruyucu yasaların bulunmadığı ve orman kanunlarının geçerli olduğu bir ülkede, mağdur ettikleri kişiler ile üretim sayıları aynı oranda artan erkekler, “bro”’culuk mekanizmasıyla, sözde network ile birbirlerine paslanıp, tacizin yayılmasını ve meşrulaştırılmasını kaçınılmaz olarak inşa etmişlerdir. İşte burada, üretim pratiklerinin ve fotoğraf anlatısının oluşturulduğu ortamın, bir istismar için kullanıldığını görebiliriz ki kuir/kadın+ fotoğrafçıların, bu erkek fotoğrafçılardan en büyük farkı, görsel üretimi sanatsal bir dışavurum olarak görmeleridir. Bu basit fark, aslında cinsel istismarın, paradigma fark etmeksizin ancak kötüye kullanmanın bir ürünü olarak, sistematik olarak örüldüğünü de gösterir.
Bu sistematikleşmiş suistimal zincirini bozmak ise sektördeki kadın+’lar ve kuirlerin susmamasıyla gerçekleşebilmiştir. Biz susmadıkça ve korkan, taraf değiştirdikçe görsel/sanatsal üretim kendi amacına hizmet edecek ve bu paradigma kaçakçılarına alan vermeyecektir.

Birbirimize ses oluyor, yalnız olmadığımızı hatırlatıyor ve yan yana durmanın gücünü hissediyoruz. Amacımız sadece beraber üretmek değil; aynı zamanda korumak, dayanışmak ve kadınlar için üretmesi de sadece varolması da güvenli alanlar inşa etmek. Bu yazıyı okuyan kadın, kuir arkadaşlarımızı da yanımızda dayanışmaya çağırıyoruz.
Girls to the front’u Instagram’dan takip edebilirsiniz.
Kaynaklar
- Cerbarano, R. (2022, 25 Mart). Eight Female – Empowering Collectives to Follow. Vogue.
- Hackney Flashers collective. (t.y.). Hackney Flashers – Work of a Women’s Collective 1974–1980.
- Kapak görseli: Hackney Flashers