Bazen şarkılar, kokular ve küçük detaylar sizi alıp bir anıya sürükleyebilir. Bazen ise bir hatıraya sürüklenmek için hiçbir şeye ihtiyacınız olmaz. Ben gözlerimi kapattığımda hâlâ tenimde yakıcı sıcaklığı, kulaklarımda kum rüzgarının sesi ve içimdeki her şeyden uzakta olmanın hafifliği ile Wadi Rum çölünde geçirdiğim yirmi dört saati hatırlayabiliyorum. Sanırım bu, o ânın içindeyken ne kadar sindirerek yaşadığınız ile ilgili. Wadi Rum benim ilk çöl deneyimimdi. Bir Bedevi kampında çadırda konakladım, yıllar sonra gökyüzünde binlerce yıldız gördüm, safari yaptım ve yirmi dört saat boyunca internet ve telefondan uzak kaldım. Başından sonuna eşsizdi, bir gün gözlerimi kapattığımda kendimi yeniden orada hissedememekten korkutacak kadar eşsiz.
Gün batımı saatinde ulaştığımız Wadi Rum çölünde bana en iyi gelen, çöldeki hiçliğin ortasında olma hissiydi. Her şeyden uzaktım ve bu uzaklık sadece fiziksel değil zihinseldi aynı zamanda. Kafamı kaldırdığımda rezidans görmüyor, korna sesi duymuyordum. Soluduğum hava temizdi, asfalta değil kuma ayak basıyordum. Telefonuma bildirim gelmiyordu, o ânı sosyal medyada paylaşma uğraşına girmiyordum. İşimi, sınavlarımı, faturaları düşünmedim. Sanki iki gün sonra masa başı işime dönmeyecekmiş gibi, hayatım böyle yolda ve deneyimlerin içinde geçecekmiş gibi hissettim.
Geceyi geçirdiğimiz Bedevi kampında, kumun içinde yedi saatte pişmiş enfes bir yemek yedik, soba üstünde ısıtılan Bedevi çayından içtik. Bizim gibi yolda olmayı seven ve kendini çölde bulmuş, dünyanın çeşitli yerlerinden insanlarla tanıştık… Çölde gecenin en eşsiz yanı şüphesiz ki gökyüzüydü. Hava kirliliği ve ışıklandırma olmadığı için yıldızlar çok netti. En son ne zaman bu kadar yıldızı bir arada görmüştüm hatırlayamadım ama yaşadığım şehirde olmadığına eminim. Gece hafif esintide parlayan yıldızların altında ben de gönül sarhoşluğu yaşadım diyebilirim… Binlerce yıldızdan bir tanesinin bile senin için parladığına inanmak mutluluk vericiydi.
Ertesi sabah yakıcı sıcakla uyanıp kampın mütevazı kahvaltısını ettikten sonra sıra heyecanla beklediğim safariye geldi. Bedevi şoförümüz kefiyeleri başımıza geçirmemize yardım etti ve arazi aracının arkasına atladık. Safarinin başında uçsuz bucaksız bir kum deryasının ortasında görsek görsek ne kadar farklı bir şey görebiliriz ki diye düşünürken, safari sonunda doğanın gücü beni bir kez daha hayret içinde bıraktı. Daracık kamyonlar, dev kayalar, kayalardan oluşmuş doğal köprüler ve hatta şelale. Wadi Rum sadece kum deryası olan bir çölden çok fazlasıydı… Ancak her şeyi bir yana bıraktığımda, arazi aracının arkasında sallantıda yol alırken tenimde hissettiğim, sıcak esen rüzgar, o sessizlik ve kumun rengi aklımı başımdan aldı.
Unutulmaz bir yarım günlük safari turu ve çöl gününün ardından araç bizi Wadi Rum çıkışına ve bir nevi günümüze geri bıraktı… Çok geçmeden telefonumun sinyali geri geldi, ekranda birkaç bildirim belirdi. Arabaya binince klimayı açtım, kefiyeyi çıkarıp hasır şapkamı geri taktım. Zaten tatilin de sonuydu artık. Çölde her şeyden uzakta olmak nasıl güzel geldiyse, içindeyken hep şikayet ettiğim günlük hayatıma dönmek de o kadar iyi geldi. Bir an için şehri özledim. Uzun yol şarkıları eşliğinde havaalanına doğru yola koyulduk.
Fotoğraflar için Vineet’e teşekkürler.
Şehirden daha kısa mesafeli bir kaçış noktası: Trakya Bağ Rotası.