Zorlu bir kışın ardından baharın yavaş yavaş kendini gösterdiği günlerdeyiz. Dolayısıyla daha çok dışarı çıkmak istiyoruz. Hafta sonu Bahçeli civarında dolaşırken girdiğim ara sokakta birbirinden güzel iki kadın portresi karşıma çıktı. Aklıma her gün yürüdüğüm Ankara sokaklarında neler olduğunu, neler kaçırdığımı, nelerle karşılaşacağımı yazmak geldi.
Çoğu zaman dışarı çıktığımızda şehir hayatının temposuyla çevremizi fark edemiyoruz. Yükselen gri binaların, geniş caddelerin, korno seslerinin, insan trafiğinin arasında kaybolup gidiyoruz. Oysa korna seslerini delip geçen güzel bir ses, o gri binaları süsleyen renkler ve daha niceleri bu bozulmuş şehir hayatına dokunsa güzel olmaz mı?
Metroda karanlığın içinde sıkış tıkış giderken duyulan o gitar sesi, Kızılay’da karışıklığın arasında nereye gideceğini şaşırırken denk geldiğimiz pandomim gösterisi yapan beyefendi, Tunalı’ya doğru inerken gördüğümüz grafitiler, rastgele girdiğimiz ara sokaklarda karşımıza çıkan tablolar… Hamamönünü, Kale’yi hiç saymıyorum bile. Bu insanlara sanatçı demeyebiliriz, kendilerine de bu şekilde seslenilmesini istemiyorlar çoğu zaman. Ama vandallık diyip geçmenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Tabii burada bahsettiğim sokakları kirletenler değil. Sözüm ona sokakları canlandıranlar, yaşatanlar, sokağa ruh kazandıranlar.
Çoğunlukla anonim, yeri geldiğinde takma ad kullananlar ya da fırsat vermediklerimiz… Bir mesaj vermeye çalışan insanlar. Bunu yaparken de haliyle dolaysız yoldan, olduğu gibi insanlara ulaşabilmek, dokunabilmek istiyorlar. Bu yüzden belki de beklenmedik bir anda karşımıza çıkıyorlar. Kimilerine göre abartılı gelebilir veya gelip geçici. Aslında bir noktada görev bizlere düşüyor. Bozulan şehir hayatı dedim ama bozulan sadece şehirler değil insanlar da bozuldu. Kimseye haksızlık etmek istemem ama bencilleşen dünyada her birimiz kapalı kutu gibi yaşıyoruz, koşuşturuyoruz, gereksiz şeyler üzerinde düşünüyor, başka başka şeylere değer veriyoruz. Oysa Ankara ayazında saatlerce durup bir şeyler yapmaya çalışan insanları düşünmeliyiz. Kaydetmeliyiz, başka insanlarla paylaşmalıyız onları. Farkındalık oluşturmalıyız. Belki bir Zaz, belki bir Banksy yaşıyor aramızda. Tüm yaratıcılığıyla, ince zekâsıyla, yeteneğiyle, uğraşlarıyla ve emeğiyle…
Papağan demişken, Bahçeli’den bir başka papağan çizimi daha buldum. Her sanatçının sevdiği bir ögesi olduğunu varsayarsak Ankara’da bu güzel papağan çizimlerini yapan kişinin de peşindeyim.
Bu yazı serisinde Ankara sokaklarına, sokaklarımıza hayat verenlerin peşine düşeceğim. Gördüklerimi kaydedeceğim. Sizlerle paylaşacağım. Belki birilerine ulaşırım. Banksy dedik, hepimizin bildiği o Balonlu Kız resminin yanındaki sözü hatırlatmakta fayda var: “There is always hope’’ (Her zaman umut vardır). Yürüdüğümüz o sokaklarda umut olduğunu bilelim, her bir taşında.
Eda Geveci