Önce sokağı tanıdım. Birbirlerini etkileyen ve birbirlerinden etkilenen insanları gördüm. Yeni şeyler öğreniyorlar, bunları başkalarına öğretiyorlar ve aralarındaki ilişkiyi her an canlı tutuyorlardı. Bir devinim vardı. Sonra tribünü tanıdım. Sokakta gördüğüm insanların bir kısmı, daha özel bir çerçeve içerisinde bir araya geliyorlar ve aynı duyguları paylaşıyorlardı. Üstelik, bu özel insanlar; cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, ayrımcılığa karşı duruyorlar ve iyiliği paylaşmaya çalışıyorlardı. Sonra Gençlerbirliği’ni tanıdım. Bambaşka bir hikâyesi, bambaşka bir duruşu vardı. Mektepliydi. Amatör branşlara önem veriyordu. Güçlüydü ve gücünü altyapısından alıyordu. Ben bu rotayı takip ettim ve Gençlerbirliği taraftarı oldum, kentli oldum. Ama süreç içerisinde Gençlerbirliği kentliliğini kaybetti.
Üniversiteye başladığım yıl, Kızılay’da bir arkadaşımla otururken, hadi bu akşam maça gidelim desek, (Kentin takımını kentin içerisinde seyretmekten daha doğal ne olabilir?) bunun maliyeti yalnızca 10-15 lira civarında oluyordu. Kızılay’dan (öyle ya da böyle, bugün Kızılay kentin kalbi hâline geldi) kalkıp maça gitmek, maçtan çıkıp tekrar Kızılay’a dönmek iki buçuk, üç saat sürüyordu. Her şeyden öte, bundan mutluluk duyuyorduk. Akşamı da güzel bir kahveyle sonlandırabiliyorduk.
Bugün, normalde maçları takip etmeyen kimsenin “hadi bugünkü maça gideyim” deme gibi bir lüksü yok, kaç lirayı gözden çıkarmış olursa olsun. En azından iki üç gün önce buna karar vermesi ve en azından seksen ila yüz lira arası bir miktarı gözden çıkarması gerekiyor. Kızılay’dan, Gençlerbirliği müsabakalarının oynandığı Eryaman Stadyumu’na gitmek için metroda tam on sekiz duraklık bir mesafe gitmeniz gerekiyor. Maçtan en az bir saat öncesinde statta olmanız da yararınıza olur. Öyleyse maça gitme-gelme eyleminin altı saate yakın bir mesai aldığını söylememiz yanlış olmaz. (Şanslı gününüzdeyseniz 5 saat sürer.) Üstelik çoğu zaman bu etkinlikten mutlu ayrılmıyorsunuz.
Bir Ankaralının Gençlerbirliği ile tanışması, onunla bir bağ kurması oldukça zor. Bu üzücü sonucun pek çok sebebi var. Bu sebepleri, sonuçlarıyla birlikte göstermeye çalışacağım ama amacım bir suçlu ilan etmek ve günahı onun boynuna yüklemek değil. Bu sefer rotamıza Gençlerbirliği’nin kim olduğunu sorarak başlayalım ve önce tribüne, son durak olarak da sokağa uğrayalım.
Gençlerbirliği
Bizim hikâyemiz, 1886 yılında, bugün Sıhhiye olarak adlandırılan yerde Ankara İdadisi’nin kurulmasıyla başladı. Kuruluş yılı itibariyle ülkemizdeki ilk on lise arasında yer alan bu okul, 1908’te Ankara Sultanisi adını aldı, 1924’te Ankara Erkek Lisesi oldu ve son olarak 1938 yılında ismi Ankara Atatürk Lisesi olarak değiştirildi. (Halen bu ismi kullanan okul, bugün Strazburg ile Sezenler’in kesişiminde eğitim öğretime devam etmektedir.)
1923 yılında, Ankara Sultanisi’nde kurulan okul takımına, yetenekli gençlerden birkaçı alınmadı. Bu gençler, bir alternatif yaratarak, kendi takımlarını kurdular, (adını Gençlerbirliği koydular ve renklerini kırmızı siyah olarak belirlediler) ve Ankara Sultanisi karşısında galip geldiler. Bunun üzerine, lisedeki öğretmenleriyle barışarak, takımları birleştirdiler. Bugüne kadar gelen Gençlerbirliği efsanesinin temelleri böylece atılmış oldu. Bu hikâyeyi, yalnızca bu kulübün kuruluş hikâyesini öğrenin diye anlatmadım. Bu kulübün kuruluşunda, haksızlıklara karşı alternatiflerin yaratılmasının önemini vurgulamak istedim.
“Gençlerbirliği Kulübü ‘sporun amatör ruhunu’ savunarak profesyonelliğe geçişe uzun süre itiraz etmişti.” Bu sözler, kulübün resmi sitesinde yayınlanan tarihçe bölümünden alındı. Haksızlıklara karşı alternatif yaratılarak kurulan kulübümüzün diğer bir ayırt edici özelliği de sporun amatör ruhunu savunmasıydı. Birçok “büyük kulüp” kazandıkları paraları, daha çok transfer yapmak ve daha başarılı olmak için harcarken Gençlerbirliği ülkenin en iyi tesislerinden birini inşa etti. Yerli ve yabancı yetenekleri keşfetti, onları eğiterek dünya futboluna kazandırdı.
Gençlerbirliği Artık Alternatif Yaratamıyor
2003-04 sezonunda Gençlerbirliği, Avrupa’da fırtına gibi esti. O sezon UEFA Kupası’nda Blackburn Rovers, Sporting Lizbon ve AC Parma gibi dünya devlerini eleyen kırmızı karalılar, daha sonra şampiyon olacak olan Valencia’ya elendiler ve o turnuvada Valencia’yı yenen tek takım oldular. Teknik direktörümüz Ersun Yanal, aynı başarı tablosunun neden yerel ligde de gösterilemediği sorulduğunda, oyuncularının bu ligdeki adalete inançlarını yitirdiğini söyledi. Yani, oligarşiye teslim olmuş profesyonel futbol, Gençlerbirliği’nin başarılı olmasına izin vermiyordu ama Gençlerbirliği gücünü göstermek için yine de alternatif yaratabiliyordu.
Sonra, her geçen yıl Gençlerbirliği, kendisini ayrı kılan bu değerlerini, bu yeteneklerini kaybetmeye başladı. Endüstriyel futbol, yetenek keşfi için “küçük” takımlara ihtiyaç duymuyor, şampiyonluk umudu taşımayan “Anadolu” kulüpleri sıradanlaşmaya başlıyordu. Bu süreç içerisinde inişli çıkışlı bir performans sergileyen Gençlerbirliği, mücadele aşk ve şevkini kaybettikçe destekleyicileri de erimeye başlamıştı. Bu kötü tablo, İlhan Cavcav’ın yönetiminde, iyi kötü idare edildi. On yıllarca kulüp başkanlığı yaptığı ve bu süreç içerisinde kulübün kurumsallaşmasını sağlayamadığı için, vefatının ardından, üstelik kendi isminin verildiği 2017-18 İlhan Cavcav Sezonu’nda, Gençlerbirliği küme düştü. Yani bu sefer Gençlerbirliği, endüstriyelleşen futbola ve kendi içerisindeki beceriksizliklere karşı bir alternatif yaratamamıştı.
Tribün
Gençlerbirliği bu sıkıntılı süreçlerden geçerken, Türkiye’deki tribün yapıları (hem binalar hem de içerisindeki insan profilleri açısından) dramatik bir değişime uğradı. Binaların bizi kurtarabileceğini düşünen bir toplum olduğumuz için, öncelikle daha yeni, modern ve konforlu stadyumlar inşa etmeye başladık. Bu binaları, çok daha fazla insanı barındırabilsin diye şehirlerin dışına inşa ettik. Futbol oyunu ve bu oyunların oynandığı stadyumlar bizim için o kadar değerli oldu ki, öyle elini kolunu sallayanın girmesine izin veremezdik. Bu yüzden e-bilet uygulamasını hayata soktuk ve bunu sporda şiddetin önlenmesi için, güya, yaptık. Ayrıca spor kulüplerine öyle ayrıcalıklar tanıdık ki (mesela asgari ücretle çalışanlardan vergi aldık, milyonlarca lira maaş alan futbolcuları vergiden muaf tuttuk) kulüplerin iyi işler çıkarmasına gerek kalmadı. Stadyumlar kentten koparıldı, müsabakalara girmek zorlaştırıldı ve seyir zevki yok edildi. İnsanların, tribüne gelmesi, birlikte bir duyguyu paylaşmaları, kentliliklerini kuvvetlendirmeleri böylece engellenmiş oldu. Gençlerbirliği de bu yaşananlardan payını aldı ve yine alternatif üretemedi.
Gençlerbirliği taraftarları, e-bilet uygulamasına sert tepki gösterdi. Başlangıçta diğer takım taraftarlarıyla birlikte boykot çağrısında bulundular. Tribünler boş kaldı. Ancak bu uygulamadan dönülmeyince, önce İstanbul takımlarının, sonra birer birer Anadolu kulüplerinin taraftarları boykotu sona erdirip tribünlere döndüler. Gençlerbirliği taraftarları, tribüne alternatif olarak, Ankara’nın çeşitli yerlerinde maçları beraber izlediler. Ancak boykot konusunda yalnız kaldıkları ve artık boykotun bir işe yaramayacağını bildikleri için tribüne dönmeye başladılar. (E-bilet boykotuna halen devam eden Gençlerbirliği taraftarlarından bu noktada saygıyla söz etmek gerekiyor.) Bugün hâlâ, bir grup taraftar, futbol heyecanını Olgunlar Sokak’ta takip ediyor.
Gençlerbirliği Eriyor
Gençlerbirliği; ismiyle, tarihiyle, armasıyla, taraftarıyla, eşsiz bir kulüptür. Profesyonel spor dünyasında bir eşi benzeri daha yoktur. Sayı olarak az olsa da nitelik olarak İstanbul kulüplerini gölgede bırakacak harika bir taraftar kitlesi vardır. Bu taraftarlar, ülkemizde futbolun kirlenen imajının farkındalar. Tribünlerin marjinalleştirildiğini, Gençlerbirliği gibi bir değerin kentten koparıldığını ve alternatiflerin yaratılamadığını görüyorlar. Kötü yönetimin, Gençlerbirliği’nin sonunu getirebileceğinin farkındalar. Ancak, on yıllardır, kötü yönetimlere, haksızlıklara, şiddete, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe karşı mücadele eden Gençlerbirliklilerin artık yıldıklarını gözlemliyorum. Yaşananlardan şikayet etmek pek tabii her taraftarın hakkıdır ama Gençlerbirliği taraftarı her zaman alternatifler üretebilecek bir potansiyele sahiptir, öyle olmalıdır. Yıllardır bu tribünlerde, tesislerde, sokaklarda mücadele vermiş, tribünün tanınan ve sevilen simalarının yüzlerinden yalnızca yılgınlık okunuyor. Tüm bu yaşananlara karşı, tribünde “yönetim istifa” diye tezahürat etmekten başka bir şey gelmiyor ellerinden.
Gençlerbirliği eriyor. Kulüp kötü yönetiliyor. Tribünler yılgınlık içerisinde, alternatif üretemiyor. Her ne kadar Gençlerbirliği Ankara’nın takımıdır desek de, kulübümüz ile kentin arasındaki bağlar çoktan koptu. Kulübün kentten, kentin kulüpten haberi yok. Kırmızı ile siyah, Ankara’nın çocukları için hiçbir heyecan üretemiyor. Ankaralı bir genç olarak, en azından kendi taraftarlığım çerçevesinde, alternatifi sokağa dönmekte buldum.
Sokak
Gençlerbirliği ve sokak hakkında birçok hayalim var. Bunlara üçüncü yazımda değineceğim. Bu yazıyı sonlandırırken, geçtiğimiz Cumartesi günü oynanan Gençlerbirliği-Galatasaray maçına ve maç günü neler yaptığıma kısaca değinmek istiyorum.
Uygulamaları ve bilet fiyatlarıyla Gençlerbirliği taraftarının maçlara gelmesini zorlaştıran kulüp yönetimi, Galatasaray taraftarının tribünü doldurması için her türlü kolaylığı sağladı ve misafir taraftarlar için gayet makul bilet fiyatları belirledi. Her ne hikmetse Galatasaray maçında taraftarlarımızın tribün tellerine pankart asmasına izin verilmedi. Gençlerbirliği kombinesine sahip Galatasaraylı taraftarlara her türlü kolaylık sağlandı, formasız ve atkısız gelenler maçı ev sahibi takım tribününde seyredebilirken, formalı ve atkılılar kale arkası tribününe taşındılar. Galatasaray’dan korkan hakemler, takdir yetkilerini son dakikaya kadar Gençlerbirliği aleyhine kullandılar. Yönetimi istifaya davet eden taraftarlar ulusal medyada haber olmadı ama onlara hakaret eden başkanımız gazetelerde çok küçük bir yer bulabildi kendine.
Ankara’da Bir Gençlerbirlikli
Maç öncesi yaşananlara bakarak, tüm bunları öngörmek hiç de zor değildi. Kendi şehrimde, kendi tribünümde yabancı ve istenmeyen kişi muamelesi görmeyi hazmedemediğim için maça gitmeme kararı aldım. Gençlerbirliği’ni Ankara ile özdeşleştirerek seven bir insan olarak, Cumartesi gününü Ankara ve Gençlerbirliği ile doldurarak planladım.
Sabahleyin Mogan’da sakarmekeleri seyrettim. Öğlen Kızılay Starbucks’ta kahve içtim ve sosyal medyadan tanıdığım bir Gençlerbirliği taraftarı ile tanışma fırsatı yakaladım. Öğleden sonra Büyülü Fener’de Elektrik Savaşları filmini seyrettim. Sonra Ankara temalı ve Gençlerbirliği’nden süsler barındıran, çizimlerini Asya’nın yaptığı kartpostalları bastırmak için Kavaklıdere tarafına geçtim. (Maalesef kartpostal baskıları yetişmedi.) Maçı seyretmek için Olgunlar’daki Alerta’ya geldim, fanatik olmasa da eskiden beri Galatasaray’ı tutan bir arkadaşım dahi geldi buraya. (Gün boyunca Ankara sokaklarında bir iki Gençlerbirliği taraftarı, iki üç kırmızı kara bayrak görürken, her yerin sarı kırmızıya boyanmış olduğunu acıyla gördüm.) Biraz maçı seyrettik, biraz muhabbet ettik, bol bol fotoğraf çektik. Maç sonrası Selanik Caddesi’ndeki Arabica’ya geldim, sütlü kahve eşliğinde bu yazıyı yazmaya koyuldum. Gece yarısı, Livorno’da Alkaralar’la buluştum, onlarla bir süre muhabbet ettikten sonra gerisingeri Gölbaşı’na döndüm.
Ben de her taraftar gibi, tribünde olup kulübümü desteklemek isterdim elbet. Ama taraftarlığımı kentin dışında değil, içinde yaşamayı (hem somut hem de soyut olarak) tercih ettim ve bundan müthiş bir mutluluk duydum. Gençlerbirliği taraftarı az olabilir, Gençlerbirliği’ni tutmak külfetli bir iş olabilir, yorucu ve sıkıcı hale gelebilir. Ama Gençlerbirliği her zaman alternatifler yaratmıştır, bugün de o alternatifi şehrin göbeğinde, sokakta yaratmalıdır.
Bu serinin ilk bölümünü, yazarın Ankara sokaklarından başlayarak önce tribüne sonra Gençbirliği taraftarlığına uzanan hikâyesini okuyabilirsiniz: Sokak, Tribün ve Gençlerbirliği.