Geçen hafta sabırsızlıkla beklediğim Woody Allen filmi ‘Cafe Society’ yi vizyona girdiği gün izlemenin keyfi ile yazıya başlamak istiyorum. Woody Allen ile tanışmamı sağlayan efsane filmi ‘Annie Hall’ bugüne kadar izlediğim en keyifli filmlerin başında yerini almaya devam ederken her yeni filminin müjdesini duyduğumda yüzümde gülücüklere neden olan Woody bu kez de kalbimi fethetmeyi başardı.
Film 1930’ların New York ve Hollywoodu’nda geçerken bir buçuk saat boyunca karakteristik Woody lezzetlerini filmde sık sık görüyoruz. Özellikle son dönemde yaptığı filmlerde kadın odaklı çalışan ve kadınların davranışlarını yüzümüzü güldürerek anlatan yönetmen bu sefer de bunu layıkıyla başarmış gözüküyor. Martinisi, caz müziği, konu olan şehrin güzel mekanları, dönemin kostümleri ve müthiş diyalogları ile film Ankara yazında güzel bir öneri.
Ama ben bu yazımda filmden bahsetmenin yanı sıra her Woody filminden çıktıktan sonra aklımın köşesinde yer eden bir konuya gelmek istiyorum. Woody Allen Ankara’da film yapsaydı biz bu filmde nelerle karşılaşırdık? Midnight in Paris’teki gibi geçmişe yolculuk yapsaydı ve Cumhuriyet Ankarasına hatta belki daha da öncesine gitseydi bizi kimlerle karşılaştırmak isterdi?
–
Belki o an tarihin derinliklerinde Ulus’un göbeğinde bir asker ya da Vals günlerinde dans ederken kendimizi bulabilirdik. Ya da Ankara’nın eski ve dillere pelesenk olan mekanlarında neleri günümüze taşırdı? Ana karakter geçmişe yolculuk yapıp Turgut Uyar’ın Cemal Süreya’nın vazgeçilmez mekanı Tavukçu Lokantasında o günlere dönüp rakısına tanık olurdu belki. Belki bir iki satır da iliştirirdi tarihin tozlu yapraklarına.
–
Bir başka mekan olarak aklıma gelenler arasından Ankara Garı olabilirdi. Sevdiği kıza ya da adama hasret bir buluşma olarak karşımıza çıkabilirdi o sahneler. Yoğun dumanlar arasında Anadolu’dan Ankara’ya gelen Doğu Expresini dönemin şık döpiyesleri ile tamamlayıp bize enfes görüntüleri sunabilirdi. Güzel buluşmadan sonra el ele yürüdükleri Gençlik Parkı’ndaki çay bahçelerinde özlem giderebilirlerdi ve bitmeyen gün onları Ankara Kalesi’ne kadar taşıyabilirdi.
–
Belki Woody filmlerinin vazgeçilmezleri arasında olan Caz’dan kareler bulamayabilirdik ama o güzel öğleden sonrasında Pembe Opera binasında keyifli bir opera karşımıza çıkabilirdi. Şehri sakin adımlarla yürüyen iki sevgili bir anda kendilerini EGO’nun eski otobüslerindeki çift kişilik koltuklarında bulup geniş bulvarlardan geçerken diyalogları ile yüzümüzü güldürebilirdi. Döneme dair, Ankara’nın birikimli, sakin ve naif insanlarını tanıtabilmek adına birçok detayı bir buçuk saatte yanı başımızda seyre dalabilirdik.
–
Woody Allen Manhattan aşığı bir New York sever. Şehir insanı olmayı ve şehrin güzel yanlarını, büyüsünü diyalogları ile harmanlayıp her filminde bizi turistik bir geziye çıkarmayı başaran bir üstat. Her bir filminde o şehre gitmeyi arzuladığım yönetmenin bu kez keşke Ankara’yı da filmleştirse dediğim, 80 yaşında hala hayatı farklı algılayan, absürdlükleri ile düşündüren ve çoğu kez insanın arıza taraflarını gülücüklerle karşımıza çıkaran bir efsane…