Menu Kapat
Kapat
Ara
Close this search box.

Yine yeni yeniden Ankara

XPzone Infinia
Getting your Trinity Audio player ready...
Okuma Modu

Ne kadar Ankaralısın? Kuğulu Park’a bebek görmeye gidecek kadar? Safiye Soyman’ı, Bursa Ucuz Kumaş Pazarı’nda görecek kadar? Ankara Sanat Tiyatrosu’nu Bilkent’teki yeni sahnelerinde izlerken, eski komşuyu yeni evinde ziyaret ediyor gibi hissedecek kadar? Ne kadar Ankaralısın? Olgunlaşma Enstitüsü’nde defile izleyecek kadar? Ankara’nın içinde yaşamadığın semtlerini, sınava girdiğin okullarından tanıyacak kadar? Ayazını özleyecek kadar? Okuma yazma öğrenince ilk iş dilekçe yazacak kadar? Ne kadar? Doksanlar Ankara’sını özleyince TRT Arşiv’den Ferhunde Hanım ve Kızları ‘içecek’ kadar?

Ne kadar Ankaralısın? Pazar tezgahındaki domatesin etiketinde “06 Ayaş” görünce gülümseyecek kadar? Ofise daire, zaman çizelgesine termin diyecek kadar? 93 kışını Ankara’da bir çocuk olarak yaşadıysan sonraki yıllarda sokakta tek başına yürürken park edilmiş, tek duran, eski bir arabayı görünce yolunu değiştirecek kadar? Şahan Gökbakar’ın orman yangınları sırasında açtığı canlı yayında “fil koğuşu” derken sesinde çocukluk anılarındaki AOÇ’yi görecek kadar? Ne kadar? Atatürk koşusunda Cevizlidere yokuşunu bir nefeste inecek kadar?

Yıllar sonra bir seneye Ankara’da başladım ve seneyi Ankara’da bitiriyorum. Ankara’dan Kıbrıs’a gidince sabah serinliğini, Almanya’dan Ankara’ya dönünce sabah sessizliğini sevdiğimi anladım. Kaybedince fark ettim.

İlk iş kitaplığımı temizledim; kitapların arasından artık olmayan kitapevlerinin ayraçları çıktı. Önce zincir mağazalara kaldık, onların AVM’lerdeki konumları değişti, metrekareleri küçüldü, kenara itildiler. Sonra içerik gitti; bir türlü bulunamayan kitaplar, ne sattığını bilmeyen görevliler, alınlıklara yanlış yerleştirilen kitaplar…

Çukurambar yeni Keçiören olmuş. Eskiden Dikmen’de oturanlar şimdi Yaşamkent’te. Yeni yerleşim yerlerinden biri de Bağlıca ve Etimesgut’a bağlı. Şehrin aksı değişmiş.

Bazı şeyler ise hala aynı.

Kuğulu Park. Dünyaya gelen beş siyah kuğu yavrusu, sekiz sütuna manşet oluyor. Leyleklerin gelişini birbirimize haber verişimizde, Yaren’i son yıllarda umutla bekleyişimizde, biraz Vamık Volkan’ın da yazdığı, halkın Kıbrıs çıkartması zamanı artan kanarya ilgisini görüyorum. Bir umut içimizde, yaşamak.

Şeker pancarı tezgahı, bir nevi “başka bir Kapadokya” (Keçiören Salı Pazarı / Şubat 2024)

Meyve-sebze pazarları. Yüzüncü Yıl mesela. Pırasayı kesip veriyor, karnabahar Omo beyazı, yerlerde tek çöp yok, avokado için “tereyağ yerine sür, ye” diyor.

Kültürel hayat. Yıllar sonra bir eylül ayında Ankara’dayım, yer gök etkinlik. Bilet baktığım ne kadar tiyatro, bale, opera varsa hepsi dolu! Ankara seyircisi, işte bu yüzden, Ankara seyircisi. Yıllarca kendini eğitiyor.

Anıtkabir. Şehir dışından gelmiş araçları gördükçe gözlerim doluyor. İçimden hepsini selamlıyorum; 71, 9, 34, 61… Hoş geldiniz, sizler de mi geldiniz? Sefalar getirdiniz. Trafiğin, park etmiş araba kalabalığının mutlu ettiği tek yer, hala Anıtkabir.

Bazı şeyler ise farkıyla insana kendini emekli albay gibi hissettiriyor. Aynı yerde ötekileşmek… “Ama böyle olmaz ki”, “Böyle değildi ki” diye düşünürken kendini yakalatan.

Şili meydanında, açıldığında siyah fincanlarına ayrı, kahvesine ayrı vurulduğumuz yere gidiyorum. Kahvem, arka arkaya alabildiğim üç yudumda bitiyor.

Beşinci yılını dolduran ikinci nesil kulaklığım, artık yürüyüşlerde 15 dakika podcast dinlememe izin veriyor. Yenisini sonra alırım, oluyorsa tamir ettireyim deyip seri numarası gibi bilgileri girerek internetten randevu alıyorum. Randevu aldığımı belirtmeme rağmen bekletiliyorum. Sistemdeki bilgileri kontrol etmek yerine bana fatura soruyor. Dün aldığımdan çok emin. Yenisini satmaya çok hevesli. Adam tek başına dönem özeti.

Alım gücünün bu kadar düşük, fiyatların bu kadar yüksek olduğu bir düzende yılbaşı tüketim çılgınlığının bir parçası olmayacağım. Hem ben zaten üzerine düşünülmüş, anısı olan, kendi yapabildiğim hediyeleri seviyorum. Hazırladığım fotoğraf kolajı için ise bir çerçeve lazım. Görevliye “Fotoğraf çerçevelerini nerede bulabilirim?” diye sorarken daha, bir tanesi gözüme ilişiyor. Kız, bundan habersiz “Yok,” diyor. Olanı satmayan bir görevli. Soysal esnafı, olmayanı satardı.

Her ayın ilk pazar günü, Ayrancı Antika Pazarı. Bir tezgahta pirinç puntolarla “Tarım, okulsuz olmaz” sözüyle Atatürk’ün imzasını görüyorum. Cumhuriyet idealleri gibi binaları da yıkılıyor. “Bu yazı nereden?” diye sorduğum adam, gülerek, “Bana okuldan mezun olurken verdiler,” diyor. Ahlakı, espri anlayışından da kötü. Başka bir tezgahta, Amerika’da çeşitli okul kütüphanelerinin envanterine kayıtlı kitaplar…

Tiyatro oyunu öncesi salon girişinde patlamış mısır satmayan, balkonuyla, yayvan uzanan salonuyla oyuncuların mimiklerini görmenizi, nefeslerini duymanızı sağlayan (çünkü tiyatro neydi?) Şura salonunda Richard’ı izledim. Okan Bayülgen’in sinema, fotoğraf, TV’den sonra tiyatro da yapması üstelik bunu da kendine bir tarz yaratarak, alışılmışı değiştirerek yapması, bana Ferhan Şensoy’un babasının cenaze törenindeki konuşmasını hatırlattı: “Hayat tam olarak böyle bir inatla yaşanmalı!”

Ne kadar Ankaralısın? Umudu kaybetmeyecek kadar Ankaralıyım. Çünkü beş dakikada değişir işler! Çıkmadık canda ümit vardır! Ve Ankara’mız sürprizlerle doludur.

Ankara’mız sürprizlerle doludur (Yüzüncü Yıl / Mart 2024)

Paylaş:

İlginizi Çekebilir