Ankaralıların Sinema Tutkusu Artıyor
Cumhuriyetin ilk yıllarında başkente yakışır bir kent planlamasının oluşturulması düşünüldü. Şehir, bu konu ile ilgili düzenlenen yarışmayı kazanan Prof. Dr. Hermann Jansen’in projesine göre biçimlendirilmeye başlandı. Ankara’nın ilk imar planı olan ve 1929-1939 yılları arasını kapsayan Jansen Planı’nda, planlamanın motorlu taşıtlara uygun olmasının yanı sıra yeşil alanlar, parklar yapılması amaçlanmış, Güvenpark ve Kızılay bölgesi yerleşimi düzenlenmişti. Böylece Ankara halkının kültürel etkinlik ve sinema tutkusunun merkezi konumunda olan Ulus semti de yerini yavaş yavaş Kızılay’a bırakmaya başlamıştı. Ankara’daki sinema salonlarının artması ve gösterime giren birçok filmle birlikte Ankaralıların sinema tutkusu da büyüyordu.
Ulus Sineması, Kütahya Milletvekili Ragıp Soysal’ın adını taşıyan Kızılay’daki Soysal Apartmanı içerisinde bulunuyordu. Ankara’nın en modern ve gözde apartmanı Soysal Apartmanı’nın tasarımı, açılan yarışma sonucu birinci olan Mimar Bekir İhsan’a aitti. Dört ayrı apartmanın birleşimi şeklinde inşa edilen yapı; bodrum kat, zemin kat, üç normal kat ve bir teras katı olmak üzere toplam altı katlı inşa edilmişti. Bodrum ve zemin katı gazino, lokanta ve dükkânlara ayrılmış olan yapı içerisinde bir de sinema yer alıyordu. Sinemayı açan kişi, Türkiye’nin ilk spor spikeri olan ve ülkemizdeki ilk spor dergisi Spor Alemi’ni çıkaran, Taksim Kışlası’nın Taksim Stadı’na dönüştürülmesine ön ayak olan Sait Çelebi’ydi. Kendisi daha sonra Sıhhiye’deki Ankara Sineması’nın da yöneticiliğini yapacaktı.
Soysal Apartmanı, içerisindeki Ulus Sineması’yla birlikte, gelişmekte olan Ankara’nın kültür ve sanat yaşamı içinde önemli bir yere sahipti. Apartman ve sinemanın Ankara’da gençliğini yaşayan bir neslin anılarında da önemli bir yeri var. Ayşe Kulin, Adı Aylin adlı romanında dönemin önemli isimlerinin yaşadığı Soysal Apartmanı’nı şöyle anlatıyor: “Soysal Apartmanı hiç kuşkusuz, yeni inşa edilmekte olan Ankara’nın en modern, en gözde apartmanıydı. Kentin mutena semti Kızılay’da, meydanın ortasındaki ayaklı saate bakan, dört ayrı giriş kapısı bulunan, kocaman bir bloku olduğu gibi kaplayan devasa ve modern bir bina idi. Meşhur Süreyya Pavyonu, Ulus Sineması ve 1940’lı yılların Ankaralı küçük kızlarına bale ve ritmik dans öğreten Madam Marga Dans Okulu da bu binada bulunuyordu. Soysal Apartmanı, terasında içinde kırmızı balıkların yüzdüğü havuzlu bahçesi, çamaşır kurutma alanı, o yıllarda Ankara’da ender bulunan kalorifer tesisatı, her gün verilen sıcak suyu ile gerçekten ayrıcalıklı bir apartmandı…”
Güneri Cıvaoğlu ise Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde apartman ve sinemadan şu şekilde bahsediyor: “Soysal Apartmanı… Bu apartmanın altında Ulus Sineması, bir büfe… Ve bir devrin gece kulübü Süreyya… Bir ilkbahar, sinemaya girmeden önce, büfeden sigara alıyordum. Sakallarımızın yeni yeni terlemeye başladığı o ilk delikanlılık yaşlarının özentisiyle, cebimizde sigara taşıyorduk. Büfeden sigara alırken, başıma bir şey düştü… Zıpladı ve önümdeki tezgâha yuvarlandı. Bir erik… Başımı yukarı kaldırdım. Soysal Apartmanı’nın en üst katındaki balkonda, bir çift iri, çok güzel gri-yeşil gözle karşılaştım. Bu kazadan şaşkındı. Özür diler gibiydi. Sonra… Sarı denebilecek, çok açık kumral saçlarını ve güzel yüzünü fark ettim. ‘Dert değil’ gibilerden gülümsedim. O da gülümsedi. Çocukluktan genç kızlığa henüz geçiş yaşlarında olmalıydı. Sinemaya girdim, aklım, hep balkondaki güzel kızdaydı. İçeride arkadaşlara sordum. Devrin ünlü sopranosu Belkıs Aran’ın oğlu Pınar, tanıyordu. Adı Ayşe Kulin’di. Arnavutköy Kız Koleji’nde okuyordu.”
Sait Çelebi Ulus Sineması’nı, açıldığı yıl içerisinde İzzet ve Ali Cemali kardeşlere devretti. Görkemli açılışını 20 Ocak 1939 tarihinde Lumieres Paris (Paris Işıkları) filmi ile yapan sinema, var olduğu sürece oynattığı kaliteli filmlerle Ankara’da seçkin bir seyirci kitlesine ulaştı. Film gösteriminin yanı sıra diğer başka sinemalarda da olduğu üzere dönemin ünlü isimlerinin katıldığı konserler ve başka organizasyonlara da ev sahipliği yaptı. 1967 yılında Soysal Apartmanı’nın, Ulus Sineması’nın da içinde bulunduğu üç binası yıkılarak yerine Soysal İş Hanı-Pasajı yapıldı.
Sait Çelebi’nin Ulus Sineması’nın ardından işletmeciliğini aldığı Ankara Sineması, 1943 yılında İş Bankası iştiraki olarak açıldı. Sıhhiye Meydanı’ndan Necatibey Caddesi’ne girişte sağ tarafta bulunuyordu. Toplam seyirci kapasitesi bin 100 kişiden fazlaydı. Üç katlı olan sinemada, sinema perdesi orta katın karşısına denk geldiğinden alt ve balkon katta oturanlar filmi izlemekte zorlanıyorlardı. Ancak bu durum, seyirci sayısını olumsuz etkilemiyordu. 1949 yılından sonra bir süre de tamamen Ankara Sinema İşleri Limited Şirketi tarafından işletilen sinema sonrasında el değiştirdi. 70’li yılların sonlarına doğru seks filmleri furyasına teslim oldu. 1988 yılında yıkıldı. Şu an yerinde Ankara Pasajı ve Balıkçıoğlu İş Hanı var.
Yalçın Ergir’in blogunda da yer verdiği üzere tarih 15 Ocak 1949’u gösterdiğinde Başbakan Hasan Saka ve kabinesinin istifasıyla ülke gündemi hareketlenmişti. Bu sıkıntılı ortama rağmen iki gün sonra Büyük Sinema’nın açılışı devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından yapıldı. Sinemanın sahipleri Kazım Rüştü Güven ve Hamdi Başaran kardeşlerdi. Hamdi Başaran, gaz şirketi HABAŞ’ı kurmuştu. Kardeşi Kazım Rüştü Güven ise Mersin’deki narenciye ve buz kalıbı işinin yanı sıra koleksiyonerliği ve sanata bağlılığıyla tanınıyordu. Şimdiki Divan Pastanesi’nin bulunduğu köşedeki evin sahibi olan Vehbi Koç, beraber bezik oynadıkları iki kardeşe “Biriniz havadan biriniz sudan para kazanıyorsunuz,” diye takılıyordu. Kazım Rüştü Güven Ankara’da tanınan bir iş insanıydı. Ankara’yla ilgili planları arasında ise operaların sergilenebileceği işlevsel bir kültür merkezi kurmak vardı. Ancak Muhsin Ertuğrul’un yönlendirmesiyle önceliği sinemaya verdi. Mimari projeye Abidin Mortaş imza attı. Sinema perdesinin üst kısmındaki bölümde Turgut Zaim ve Nurettin Ergüven’in Çayda Çıra Oynayan Kızlar tablosu, Büyük Pastane’nin bekleme holüne bakan kısımda da yine ortaklaşa yaptıkları Sadabad tablosu bulunuyordu. Maalesef bu tablolar yıllar sonra çıkacak olan bir yangında yok olacaktı.
Büyük Sinema’da ilk gösterilen film Bette Davis’in oynadığı Zehirli Yalan (Desception)’dı. Kapanacağı son güne kadar sinemada tüm filmler orijinal sesleriyle ve alt yazılı olarak gösterildi. Sinema, perdesinde gösterilen filmlerin dışında birçok konser ve gösteriye de ev sahipliği yaptı. İstanbul Şehir Tiyatrosu, Ankara’daki oyunlarının çoğunu burada sahneledi. Vasfi Rıza Zobu, Şaziye Moral, Bedia Muvahhit, Reşit Rıza, Behzat Butak, Gülistan Güzey gibi dönemin ünlü isimleri ile Dormen Tiyatrosu, Muammer Karaca, Yıldız ve Müşfik Kenter, Zeki Alasya ve Metin Akpınar gibi tiyatronun yıldızları da sahne aldılar. Münir Nurettin Selçuk, Nesrin Sipahi, İnci Çayırlı, Zeki Müren, Behiye Aksoy, Dario Moreno, Cem Karaca ve Barış Manço gibi sanatçıların Büyük Sinema’da verdikleri muhteşem konserler izdiham yaratıyordu. Yabancı sanatçılar için de durum farklı değildi. Marc Aryan, Sylvie Vartan, Johnny Hallyday, Dizzy Gillespie, Dave Brubeck, Pepino DiCapri gibi isimler de Büyük Sinema’da konser veren ünlü isimlerdendi. Bu ünlü isimlerin çoğu, konserlerinin ardından Kazım Güven’in, Büyük Apartman’ın dördüncü katındaki evinde misafir edilirlerdi.
Sinema, ilerleyen yıllarda Hürriyet Gazetesi’nin Altın Mikrofon Şarkı Yarışması’na ve Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği Liselerarası Müzik Yarışması’na da ev sahipliği yaptı. Bu etkinliklerin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Güven Partisi’nin kongreleri de burada yapıldı. 1950’den sonra Demokrat Parti iktidarı döneminde İsmet İnönü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan biletle misafir alınmayan Büyük Sinema Locası’nın müdavimlerinden iken; Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan genelde 18.30 matinesinde filmleri balkondan izlemeyi tercih ediyorlardı. Ulus’taki Yeni Sinema’nın ardından Büyük Sinema da devlet erkânı ve dönemin önde gelen siyasilerinin uğrak yeri olmuştu. Onların film izlemeyi seçtiği sinemalar da ayrıca rağbet görüyordu. Sinemada oynayan bazı filmler Celal Bayar için Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki film gösterme makinesinde oynatılmak üzere oraya gönderiliyordu. Sinemaya talep çok yoğundu ama Başbakan Menderes izin vermediği için sinemanın bilet fiyatları senelerce hiç arttırılmamış, fiyatların arttırılması izni için başbakana telgraf çekilmişti. Yakın çevresinde Piknik, Goralı Sandviç, Özen, Boğaziçi ve Kutlu Pastaneleri bulunan Büyük Sinema’nın birinci katında “Madam” olarak bilinen Beyaz Rus Larissa Marika’nın işlettiği Büyük Pastane bulunuyordu. Ankara’daki diğer pastanelerle birlikte burası da önemli bir sosyalleşme mekânıydı. 1949-1964 yılları arasında pastaneyi işleten Madam, Baba Karpiç ve Süreyya ile birlikte Ankara’da büyük iz bırakan üç Rus’tan biriydi. Madam’ın gitmesi Büyük Sinema için bir kayıp olsa da 70’li yıllarda İlbank Bloklarının altında “Madam’ın Yeri” adıyla kendi lokantasını açacak, Kazım Güven ve kızı tarafından da hep desteklenecekti. Büyük Sinema binasının ikinci katında “Ali Baba” adlı langırt salonu, üst katında ise Can Yayınevi’nin kurucusu Erdal Öz’ün sahibi olduğu “Sergi Kitapevi” bulunuyordu. Ankaralı aydınların yanı sıra Yakup Kadri Karaosmanoğlu da kitaplarını imzalamak için buraya sıkça geliyordu.
Memur kentindeki Büyük Sinema’yla ilgili anlatılan o kadar çok şey var ki. Sinema; önündeki upuzun kuyruklar, karaborsaya düşen biletler, kopan filmlerin çabucak yapıştırılıp sinema keyfine hızlıca devam edilebilmesi için seyircilerin ”Makiniiiiiist” bağırış ve ıslıkları, makinist dairesi meraklıları, ‘Frigo Buz’lar, ‘Fruko’lar, leblebi-gazoz ikilisi, film öncesi ve sonrası pastane sohbetleriyle burası belli ki birçok insanın hayatına dokunmuştu. 1972’de gösterilen Aşk Hikâyesi (Love Story) belki de izdiham yaşanan son film oldu. Sinemanın son konserini ise Alpay ve Lale Akad verdiler. Sinema, 1976’da eski makinisti İlhami Tuncay’a kiralandı. İki yıl sonra da tamamen kapatılarak Büyük Çarşı’ya dönüştürüldü. 1997 yangınında sinemadan kalan çoğu iz de kayboldu. Daha sonra onarılan Büyük Çarşı’da şu an kuyumcu ve gelinlik mağazaları bulunuyor.
Ankara’yla birlikte sinema kültürü de gelişiyor
Ankara geçen yıllarla birlikte başkente yaraşır şekilde gelişiyordu. Ankaralılar ise Jansen planıyla Yenişehir’e doğru kayan şehir merkezinde, Ulus ve Ankara sinemalarıyla şehir yaşamına daha aktif şekilde katılma imkânı bulmuşlardı. Açıkhava sinemalarının yanı sıra birbiri ardına açılan müstakil sinema salonları sayesinde herkesin keyfi yerindeydi. Ankara’da 50’li yıllarda birbiri ardına izlediği filmlerle ilgili eleştiriler yapan, düşüncelerini güncesine döken isimlerden biri, bir duygu ve düşünce insanı olan Nurullah Ataç’tı. “Chaplin’in Limelight (Sahne Işıkları) filmini izlemiş, duyguculuğu sevmediği için ilk başta “karşı koymak, omuz silkmek” istediyse de, bunu başaramadığını anlatmıştı. Çünkü izledikçe “Büyük bir sanat erinin, büyük bir adamın karşısında olduğunu” kavramış ve kendini büyük bir hayranlıkla beyazperdedeki “bu mucizenin sevincine” bırakmıştı. “Öyle sanıyorum, bir daha görmeye vaktim olmayacak Limelight’ı,” diyordu. Oysaki filmi daha “birçok kez” izlemeyi istiyordu.” İzlediği filmlerden bir başkası, Büyük Sinema’da gösterilen Pane Amore e Fantasia (Ekmek, Aşk ve Hayal) Ataç tarafından çok beğenilmişti. “Filmin ardından gece eve gelir gelmez ilk işi bu İtalyan güldürüsü ile ilgili yazmak olmuştu. Anlattıklarına bakılırsa, Vittorio de Sica’nın filmdeki oyunculuğunu çok beğenmiş, Gina Lollobrigida’yı çok güzel bulmuş, hele filmdeki eşeğe bayılmıştı. Sırf bu eşeği görmek için filme üst üste iki üç kez gittiğini belirtmiş, zavallı eşeğin film sonunda ölmesi ise yazarı fazlasıyla üzmüştü.” Genellikle okumayı ve dostlarıyla sohbet etmeyi seven Nurullah Ataç sinemanın büyüsüne kapılmıştı. 30 Mart 1954’te güncesine şöyle yazacaktı: “Bu yıl bir hal oldu bana: Hoşlanmaya başladım sinemadan.”
Yazının önceki bölümü: Zamana Yenik Düşen Ankara Sinemaları I: Sinemanın Doğuşu ve Ulus
Zamana Yenik Düşen Ankara Sinemaları yazı dizisi kapak illüstrasyonunu hazırlayan: Rüya İğit
*Kaynakçaya serinin son yazısından erişebilirsiniz.