Getting your Trinity Audio player ready...
|
Büyük gezi planlarının insanı Umut Şumnu’ya ithaf edilmiştir.
Yaptığım her genellemeye “genelleme” diyen bir memnuniyetsiz insan çıkıyor. Tebrik ederim. Elbette genelleme. Çok eğlencelidir. Duygusal bir kısayoldur. Rock’çılar erken ölürken blues’cular ve politikacılar uzun yaşar. Mühendisler gözlüklüdür. Sinan Akçıl sevenler sağa oy verir. Hırvat kadınları çok güzeldir, Rus kadınları abartılıyor. Sıkı durun size özel yeni bir tane yapıyorum: İstanbullular hızlı hareket eden yavaş insanlardır, Ankaralılar yavaş hareket eden hızlı insanlardır.
Genellemelerime dahil olmanız ya da katılmanız gerekmiyor. Gülüp geçebilir, okurken olumlayarak kafanızı sallayabilir ya da “amma uydurmuş” diyebilirsiniz. Haybeye kişisel almayın. Sizden bahsetmiyorum.
Artık genellemeye başlayabilirim.
Pek çok insan evine, takıldığı mekana bağlıdır. Ama Ankaralı birey daha fazla bağlıdır. Öyle bir bağlıdır ki bir süre sonra o mekana, mekan da ona benzer. Anason Meyhanesi Hakan Kaynar’a, yarım asırdan fazladır oturduğu evi Alper Fidaner’e çok benziyor misal. Bir Engürü Kahvesi vardı, nasıl beceriyordu bilmiyorum, hepimize benziyordu. Biz birbirimize benzemiyorduk ama kahve hepimize benziyordu.
Ben de aynı şekilde mekanlara bağlıyım. Bir yere gezmeye gittiğimde sevdiğim bir mekan buldum mu ikinciyi aramam. Nepal, Kathmandu’da; Roadhouse diye bir bara takılıyordum. Yok, Ankara’daki o zaman açılmamıştı daha. İlk günden o kadar sahiplendim ki bir süre sonra personel mavra yapmaya başlamıştı. Bir keresinde “Telefonun var” diye mekanın telefonuna çağırdılar. Sanki beni Kathmandu’da birisi takıldığım mekandan arayabilirmiş gibi kalkıp “alo, alo” demiştim, gül gül ölmüştü çalışanlar.
Gerçek muhafazakarlık budur.
Yoksa siz denizini, ağacını, dağını, koyunu, toprağını, “vatanını” muhafaza etmeye çalışan kaç tane muhafazakar gördünüz? Muhafazakarlar muhafaza etmezler. Toprak alır, kök salarlar. Kendi ellerindekini muhafaza etmeye çalışırlar sadece. (Çok süper bir laf vardı kök salmanın fenalığıyla ilgili ama hatırlayamadım. Hatırlayan söylesin sonraki yazıya yerleştireyim.) Tıpkı milliyetçilerin askerden kaçtığı, vergi kaçırdığı gibi.
Milliyetçiler neden her fırsatta bir tanesinin dünyaya bedel olduğunu iddia ettiği insanlar için “bu millet şöyledir böyledir” diye saydırır? Çünkü onların millet tasavvuru insanlardan oluşmaz.
İnsanları seven birisi onları ayırarak sevse ırklarına göre mi ayırır? David Bowie sevenler / sevmeyenler diye ayırır. Hrant’ın cenazesine fiziken ya da kalben gidenler / gitmeyenler diye de ayırabilir. Ama yok mavi gözlüymüş, Arnavut’muş, havuç burcuymuş kime ne?
Ankara muhafazakarlığı da Ankaralının laneti ve ödülüdür.
Bu muhafazakarlık sayesinde arkadaşlık ilişkileri eşsizdir. Yemez içmez, arkadaşını kollar insanlar. Ankara’da beş parasız aylarca ve hatta yıllarca yaşayabilirsiniz. Yaşadım oradan biliyorum. Hasta olun, arkadaşlarınız bakar. Kimse bakmazsa Genco gelir bakar.
Bu muhafazakarlık sayesinde parklar, banklar ve bahçeler dahil mekanlar benzersizdir.
İş, bilindik bir A noktasından pek bilinmedik bir B noktasına gitmeye varırsa tuhaf bir engel belirir. Planlama aşaması kusursuzdur. “Bilmemnereye” ne güzel gidilecektir. Uzun uzun tartışılır, planlanır, sevinilir. Çok sevinilir. Kadehler kalkar. Oh be ne biçim değişiklik olacaktır.
Planlamak yapmanın yarısıdır. O yarısı ortalama Ankaralıya yeter.
Sonra kayınçolarına bir şey olabilir, mideleri pörtler, anneleri gelir, çocukları gider, elektrikler kesilir, trafik büzülür. Bir araya gelip bir yere gidemezler.
Bunu ilk fark ettiğimde çıtırdım. Sene 1992’ydi. Rahmetli (ve canım) arkadaşım Ömer İpek ve hepimizi gömecekmiş gibi şen yaşayan arkadaşım Kaan Can Bircan ile Hindistan’a gitme planı yapmıştık. Ben, uyanık olduğum için “birinden biri belki gelmez, gelirse de severler nasılsa birbirlerini” diyerek ayrı ayrı planlar kurdum. Bir seneyi aşkın bir süre, belki iki sene uzun uzun Hindistan planladık. Ama bu iki birey bir türlü hazır olamıyordu. Hep bir şeyler engel oluyordu.
“Tren çarptı, balık düştü, halı söküldü”, saçma sapan bahaneler. Halbuki ikisi de standart işler güçler aileler sahibi bireyler değildi. Bir gün bir aydınlanma yaşadım. Bu iki arkadaşıma gitme fikri, onu planlaması, üzerine konuşması yetiyordu.
Bastım gittim.
Neden böyle olur bu bilemiyorum.
Ama şunu biliyorum. Benim gibi kımıldamayı seven Ankaralılar için berbat bir şey bu. Ankaralılar o kadar kımıldamaz ki, bugüne kadar ne bileyim, Kirmir Vadisi, Kıbrıs Kanyonu gibi Ankara’nın dibindeki yerlere kimi götürdüysem ilk defa benimle gördü ve şöyle dedi: “Vay be. Ne acayip yermiş.” Peki sonra çevresine bakan eden giden bir birey mi oldu? Hayır.
Ankaralı hiç mi gezmez? Gezer tabi. Gezmez demedim. Gezer ama hep aynı yerlere gider. Tatil için Kaş’a gider. Amasra’ya gider, Cide’ye gitmez. Kırşehir’e gider, Yozgat’a gitmez.
Ortalama bir Ankaralıya Amsterdam Çankırı’dan daha yakındır.