“Yarın 1 Mayıs da ondan. Ben yıllardan beri, her 1 Mayıs sabahı, saat on sularında Gül Bahçesi’ne giderim. En dipteki banka oturur, doğayı ve içimi dinlerim. Gül Bahçesi’ni biliyor musunuz?”
“Bilmez miyim?”
“Sever misiniz orayı?”
“Hem de nasıl. Harika bir yerdir…” (s.59)
Ben bilmiyordum, ta ki Turgut Özakman’ın Romantika isimli kitabını okuyuncaya kadar. Kitabın okuyucuyu koltuğundan kaldırıp olayın geçtiği mekanı bulmaya iten başka bir sürükleyiciliği var. Ben de dayanamayıp koltuğundan kalkan o insanlardanım! Romanı okurken Gül Bahçesi’nin konumu ile ilgili bir fikrim oluşmuştu ancak yine de internetten yardım almak istedim. Arama motoruna “Gül Bahçesi” yazdığımda karşıma ilk olarak kafe ve çiçekçi adresleri çıktı. Araştırmayı biraz derinleştirdikten sonra Doğan Hoca ve eski öğrencisi Arzu’nun yaşadığı gizli aşkın yegane tanığı olan o bahçenin yerinden emin oldum. Cinnah Caddesi’nden Çankaya’ya çıkarken bir anda Göreme Sokağı’na saptım. Kaldırım beni oraya götürdü, bir öğle vaktiydi, bankın birinde oturdum. Güller henüz açmamıştı.
Öğle tatilinde Gül Bahçesi’ne gittik. Babamın o kadar övdüğü yer, Çankaya’ya çıkan ikinci yolda, beton yapılar arasına sıkışmış, küçük, sönük, bakımsız bir bahçeydi. Hiç kimse yoktu. Adamcağız vurulmuşa döndü.
“Ne olmuş buraya? Bahçe ufalmış, ağaçlar azalmış.”
Kırık bir banka oturdu. Büyük bir haksızlığa uğramış gibiydi.
“Burası güller, ağaçlarla dolu, gözden uzak bir küçük cennetti. Genellikle aşıklar gelirdi. Kimse de rahatsız etmezdi onları. Biliyor musunuz aşka saygı vardı bir zamanlar.” (s.78)
Doğan Hoca’nın kızı Şirin, babasının eski defterinden öğrendiği o sır aşkın tanığı Gül Bahçesi’ni bulmak için çalıştığı gazeteden, orayı bilen ancak yıllardır gitmemiş bir adama başvurmuştu. Ankara’nın ilk parklarından olan Gül Bahçesi, Ankara Belediyesi Bahçeler Müdürlüğü’nde görev yaptığı dönem boyunca sayısız parkın yapılmasını vesile olan Hayri Çeçen imzasını taşımakta.* Park geçmişte dört bir yanını donatan rengarenk gülleriyle aşıkların gizli gizli buluştukları bir yer olarak bilinirdi. Yıllar geçtikçe yoğun şehirleşmenin ilk kurbanlarından biri oldu. Eski güzelliğinden çok şey yitirdi. Yüz ölçümü olarak da daraldı. Daraldıkça bakımsız düştü, kaybolma noktasına geldi. 2009 yılında Kavaklıderem Derneği, Çankaya Belediyesi ve Bulgaristan Büyükelçiliği’nin işbirliğiyle Romantika ile tekrar hatırlanan bahçeyi biraz olsun eski günlerine döndürmek için gül dikimi yapıldı.
“Bu karda nereye gidebiliriz?”
“Nereye olacak? Bulvardan geçerek Gül Bahçesi’ne.”
Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
“Böyle bir havada bizi kim görüp de tanıyacak? Bulvardan bugün de birlikte geçmezsek, bir daha hiç geçemeyiz. Bugün 5. yılımız. Gül Bahçesi’ne gitmemek hiç olmaz.”
Kavaklıdere’ye kadar hiç susmadan, bağıra çağıra, şarkı söyleye söyleye, güpegündüz ve birlikte bulvardan geçmenin tadını çıkardı. Kavaklıdere kavşağından Gül Bahçesi’ne çıkan yokuşa saptım.
Zavallı araba, lekesiz bir kar denizinde, kaya kaya yokuşu tırmanmaya başladı.
“Hocammmmm, çabuk gelin! Burası bir harika!”
Gerçekten de öyleydi. Bembeyaz bir masal bahçesine dönmüştü. (s.134)
Zaten eskiler bahçenin kar altında bir başka güzel olduğunu hep söylemiştir. Düşünsenize, üzerine hiç basılmamış kuytu ve beyaz bir zemin, tenha banklar… Günümüzün imkanları karlı havalarda Atatürk Bulvarı’ndan Kavaklıdere’ye çıkmayı sorun olmaktan çıkartıyor. Belediye yolları hemen açıyor. Lakin çiftlerin çoğu, yıldönümlerini artık lüks restoranlarda kutluyor. Aşkların mekanı artık parklar değil çünkü oralar en çok da gizlilik, gözlerden ıraklık yerleri. Çiftler ise artık gizli bir şey yaşamak istemiyor.
“Çok sevdiğin bir yere.”
Hırçınlaştı.
“Nereye?”
“Gül Bahçesi’ne.”
Yüzü soldu. Galiba Arzu’suz oraya gitmek istemiyordu. Gazı iyice kökledim. Artık sesini çıkarmadı. Arabayı kapısında durdurup içeri baktım. Bahçede yabancı kimseler yoktu. Arabadan birlikte indik. Babam başı önünde, ağır ağır amaçsız, avare, bahçeye yürüdü.
Arzu, anlaştığımız gibi, ta dipte, 25 yıl önceki bankta oturmuş bekliyordu. (s.162)
İnsanların sosyal medyada, Gül Bahçesi için “sadece bir park, o kadar” şeklinde yorum yaptıklarını okuyorum. Oysa yanılıyorlar, bir parktan çok daha ötesi orası. Acaba onlar; yürüdüğü sokaklara, önünden geçtiği apartmanlara, gölgesine sokulduğu ağaçlara ya da gözlerinin içine bakan heykellere de bu düşünceyle mi yaklaşıyor? Acaba tüm bu saydıklarımın şehrin nüfusuna ve belleğine dahil olduğunun farkındalar mı? Gül Bahçesi’nden geçerken Arzu ile Doğan’ın ve diğerlerinin aşkları aklımıza gelmeyecekse neden Ankara’da yaşıyoruz ki biz?
*Kaynak: Hürriyet