Röportaj yapmaya başlama aşamasında dahi hayranlıkla Deren’i dinliyor ve saatlerce gevezelik yapıyoruz fakat siz bunları görmüyorsunuz çünkü kameranın önünü bir hanım teyzemiz işgal etmiş durumda. Tabii bizler de gevezelikten hiç fark edemiyoruz. Üç kişi yaptığımız röportajda herkes konuşkan olunca ve Deren ile ben susmak bilmeyince böyle oluyor. Yazının sonunda linki bırakacağım, 59 dakikalık video aslında 3 saatlik molasız bir sohbet: Yapım Böyle Hakkında Dile Getirilmeyenler.
Başlıyoruz, Deren her zamanki enerjik girişiyle videoyu açıyor. Bir müddet kafa karışıklığı yaşadığımız ”kim kimin konuğu” konusuna takılmadan ”aman” diyerek çok ciddi mevzulara hızlı bir dalış yapıyoruz. Lavarla’dan Güneş olarak kendimi özet geçip bizimle aynı dili konuşan insanlara ilk sorumu yöneltiyorum: ”Nasıl başladınız?” Bu inanılmaz orijinal soruyu (daha önceki röportajlarımızı okuyanlar bilir) normalde kimseye sormuyorduk fakat Yapım Böyle’nin ilk röportajı olması sebebiyle ve gelen yorumlardan hareketle sormak durumunda kaldım. Ne güzel ki karşımdaki insanlar klasik ve sıkıcı sayılabilecek bu soruya, hiç de klasik olmayan yanıtlar verdiler.
Yapım Böyle’nin başlangıç hikayesi tıpkı işleri gibi doğallık üzerine kurulu. Bir gün kafede oturken ortaya atılan ”hadi bunu çekelim” fikri ile başlayan maceralarının çok daha fazlası videoda yer alıyor. Hikayelerini anlatırlarken bol gülüşmelerin arasında aslında bu komik içerikleri arkadaşlarına gönderdiklerini, Deren’in kamera karşısına geçip doğaçlama konuştuğunu öğreniyorum. İzleyenler bilir, Deren kamera karşısında durmadan kendi düşüncelerini aktarıyor. Velhasıl gördüm ki; kadın kesinlikle takılmıyor, içinden nasıl gelirse, takır takır… Yasin’in de dediği gibi: ”Deren’in normal hali böyle.” Özetle yola çıkış öyküleri de isimlerini açıklar cinsten: ”Yapım Böyle!”
Kendi geleceklerine dair çok güzel planları olan Deren ve Yasin de tıpkı bizler gibi ”La var la!” diyerek Ankara yaşamının kendilerini içine çektiğini söylüyor ve belirtiyorlar: ”Ankara kendini açan bir şehir gibi görünmeyebilir fakat keşfetmeye açık ve keşfettikçe keyif alacağınız bir şehir. Belediyecilik çok daha iyi olsa ülkenin tamamına kendini açabilecek bir şehir. Ankara insanı bir barda otururken yan masaya çakmak sorarak muhabbet başlatabilir ya da yan masada ilgisini çeken bir konu varsa gidip muhabbete dahil olabilir.” Ortak düşüncelere sahip olduğumuz bu konuyu özetlemek gerekirse: Mekanlar, sokaklar, parklar ve dolayısıyla insanlar çoktan keşfedilmiş gibi görünüyor ama aslında her zaman keşfedilecek yeni ayrıntılar çıkıyor.
Ankara insanı “kendimi keşfetmeliyim” mottosundan hareketle, sürekli olarak kente dair her şeyi irdeleme potansiyelini kendi içinde bulunduruyor. Kentli olmak hakkında konuştuğumuz sıralarda Yasin, İstanbul’da yaşayan bir birey olarak metrobüsleri şehir yaşamının güzel bir özeti olarak nitelendiriyor ve ekliyor: ”Ankara’da kimseye çarpmadan yürümek harika!” Tam da bu sırada aklıma Deren’in ODTÜ’lü olduğu geliyor. ODTÜ’nün bir şehir modeli simülasyonu olduğunu ve bu simülasyonun tüm şehre adapte edileceğini düşünmesini istiyorum. Ankara nasıl bir yer olurdu diyorum ve hemen yanıt geliyor: ”Kesinlikle çok güzel olurdu!” Sözü videodaki Deren’e, hayal etmeyi size bırakıyorum.
Uzun uzun alternatif şehir kurguları yapıyoruz hatta bu kurgular içerisinde kayboluyoruz derken ”dile getirilmeyenler” içerikleri üreten Yasin ve Deren’in kendileri hakkında dile getirmediklerini merak ediyorum. Deren’in bir kedisi varmış, pırasayı hiç sevmezmiş ve delilik çok güzel bir şeymiş. Yasin’inkiler biraz sansasyonel olduğundan bu kısmı da videoya saklıyorum.
Yazının başında da belirttiğim gibi Deren de ben de susmak bilmiyoruz. Deren’e kendini 75.000 kişiye anlatmanın nasıl olduğunu soruyorum. ”Küçükken” diyor, ”Çekirdek ailem değil ama akrabalarım evin en küçüğü olduğumdan bir konu hakkında fikir beyan edince ‘oy senin de mi fikrin var tatlış’ yaparlardı. Bu sebepten sürekli olarak kendimi anlatmak istemiştim. Şimdi dakikalarca anlatıyorum, bu bayağı iyi bir his.”
YouTube’da esprili ve eleştirel bir dil ile kendini anlatan bir kadın gördüğümde, üstelik bu kadının toplumsal normlar hakkında (örneğin: öğretilmiş güzellik algısı) klasik düşüncenin çok ötesinde olduğunu farkettiğimde çok mutlu olmuştum. Bu hislerimi aktarıyorum, bir kadının kahkahası hakkında bile “dile getirilmeyenler” çekilebileceğinden, bir kadın olarak kendimizi ifade etmemiz gerektiğinden bahsediyorum. Yapım Böyle Film’in genel kitlesi haricinde kendini duyurmak istediği bir kişi olsa kim olurdu dediğimde konuştuklarımızla alakalı bir cevap alıyorum: ”Gündüz kuşağına takılmış, evde olan bir kadına.”
Kendileri hakkında yazmak istediğim çok şey var elbette fakat bu sefer kelimelere sıkıştırmak yerine; en yalın haliyle videoda buluşalım istiyorum.
Röportajın tamamı için tıklayınız.